Mynet Trend

BİZE ULAŞIN

YAZARLAR

BİZE ULAŞIN

Tuğçe Gülçiçek

Yazarın Diğer Yazıları

Sanatın ve ritmin kalbi: Madrid

Tarihle modernizmin iç içe geçtiği, sanatla içli dışlı yaşayan ve sokakları her an bir sürprize açık olan Madrid, Avrupa’nın en karakteristik başkentlerinden biri. Prado’da zamanı durdurmak, tapas barlarında İspanyol mutfağını tanımak ve gece sokaklarında hayatın ritmini yakalamak… Madrid, insanın kalbini ritmiyle eşitleyen bir şehir ve kesinlikle görülmeye değer!

Madrid’le ilk tanışmamda bir başkentle kurulabilecek en sıcak bağlardan birini kuracağımı hemen anladım. Soğuk, uzak, kasvetli bir büyük şehir kibri yoktu bu şehirde. Aksine sanki yıllardır bildiğim bir sokakta yürür gibi hissettirdi kendini daha ilk günden. Ne kadar gezersen gez, daha fazlasını görme isteğiyle ayrılacağın şehirlerden biri gibi…

Sanatın ve ritmin kalbi: Madrid 1

Madrid’e İstanbul’dan uçtum; yaklaşık 4 saat sürdü yolculuk. Madrid Barajas Havalimanı’na vardığımda şehir merkezine ulaşımın metro ağı sayesinde oldukça kolay olduğunu öğrendim, sora sora bulduğum metro hattına binip aktarma yaparak Sol Meydanı’na kadar ulaştım. Hemen belirtmeliyim, Madrid’de metro sistemi oldukça pratik ve temiz, bu yüzden şehirdeyken ulaşım derdi pek yaşamıyorsunuz.

İlk olarak kendimi Puerta del Sol’da buldum. Burası Madrid’in tam kalbi; insanlar buluşuyor, sokak sanatçıları performans sergiliyor, her şey burada başlıyor gibi. Hemen ardından birkaç adım ötedeki Plaza Mayor’a geçtim. 17. yüzyıldan kalma bu kare meydan, kafelerle çevrili, tarihi dokusuyla insanı başka bir zamana taşıyor. Meydandaki taburelerden birine oturup churros ve sıcak çikolatayla güne kısa bir mola verdim. Gözlem yapmak, bazen gezmekten daha çok şey anlatıyor şehir hakkında.

Madrid’e gelip de Prado Müzesini görmeden olmaz elbette. İçeri girdiğiniz an zaman kavramı bir kenara bırakılıyor. Goya, Velázquez, El Greco… Hepsi gözünüzün önünde ve çok gerçek. Müzeden çıktıktan sonra birkaç adım ilerideki Retiro Parkına uğradım. Koşanlar, kitap okuyanlar, gölde kürek çekenler… Parkta dolaşırken, Prado’nun ağır havasını yavaşça üzerimden attım.

Madrid, sadece sanatla değil, yemekle de büyülüyor. Öğle saatlerinde bir tapas bara uğrayıp klasik patatas bravas, kalamar, peynir ve zeytin eşliğinde bir Sangria söyledim. Ayakta yemek yemek burada kültür; insanlar bir tabak çevresinde muhabbet ediyor, gülüyor. O samimiyet insana iyi geliyor. En az yemek kadar sohbet de doyurucu.

Akşam saatlerinde ise rotamı Gran Via'ya çevirdim. Madrid’in en hareketli caddesi… Sinemalar, tiyatrolar, büyük mağazalar ve ışıl ışıl vitrinler arasında yürümek, şehre aitmiş hissini veriyor insana. Biraz New York, biraz Paris havası taşıyor ama özünde hep Madrid kalıyor.

Geceyi Malasaña mahallesinde tamamladım. Burası Madrid’in genç ve bohem yüzü. Vintage dükkanlar, alternatif kafeler ve duvarlardaki grafitilerle dolu sokaklar… Her köşe bir film sahnesi gibi. Gecenin ilerleyen saatlerinde küçük bir jazz bar soluğu almam gereken yerlerden biriydi elbette. İçeride düşük tonda bir Miles Davis çalıyordu. Şehir tüm ritmini yavaşlatmış, benim iç sesimle aynı düzeye inmişti.

O an anladım ki Madrid; insanı yormayan, kendini parlatma derdine düşmeden göz alabilen bir şehir. Ne ararsan var ama hiçbir şey seni zorlamıyor. Tarih de burada, sanat da, eğlence de ama en çok hayat var. Sol Meydanı’nda kahkahalar, Plaza Mayor’da yankılanan ayak sesleri, Prado’daki fırça izleri ve Malasaña’da sabahı gören gençlerin enerjisi… Hepsi bir bütün olarak Madrid’in kalp atışını oluşturuyor.
Eğer gerçek bir şehir ruhunu tatmak istiyorsanız; sadece görmeye değil, hissetmeye hazırsanız Madrid tam yeri. Gidin ve sadece sokaklarında yürüyün, bu şehir size tüm yolları gösterecek.

Mynet'in Sesi
YORUMLARI GÖR ( NaN )

En Çok Aranan Haberler