Hayatta kaldılar. Peki gerçekten hayatta mı kaldılar?
Yanı başımızda yıllardır süren bir savaş var… Ortalık o kadar karıştı ki, hangi devlet hangi orduyu destekliyor, IŞİD ile savaşan hangi örgütler birbirleriyle de mücadele içindeler takip edemiyoruz… Çok taraflı bu ölümcül satrançta son haberler şöyle;
Türk Silahlı Kuvvetleri, IŞİD’e ait 138 hedefi 12 Aralık’ta imha etti. Aynı gün, IŞİD tarihi kent Palmira’yı yeniden ele geçirdi… Ve bu esnada Suriye Ordusu da Halep’i muhaliflerden geri aldı… Kısa süre evvel Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Suriye hükümeti hakkında sert açıklamalarda bulundu, Rusya hükümeti bu açıklamalara tepki gösterdi, Rusya Suriye’deki cephelerin kaybedilmesinde ABD’yi suçladı, ABD Türkiye’nin terör örgütü olarak nitelediği örgütlere silah desteğini sürdürdü… Taraflar karışık, kimin kimi desteklediğini anlamak çapraz bulmacaya dönmüş durumda…
Tüm bu tarafların, cephelerin, anlaşılmazlığın yanında çok çok kolay anlaşılabilen bir tabloyla daha karşı karşıyayız: Savaş Çocukları… Bizim resimlerde görüp ancak film karelerine benzettiğimiz yıkık şehirlerde yaşıyorlar, cepheye dönmüş sokaklarda saklanıyorlar, Facebook paylaşımlarımıza konu oluyorlar, ölüyorlar, ölmeseler de göçüyorlar, memleketlerinden oluyorlar, sokaklarda büyüyorlar…
Ölmeseler bile, ne kadar hayatta kalabiliyorlar?
UNICEF’in verileri korkunç! Bugün savaş ortamında, çapraz ateşte büyüyen ve evini kaybetmiş tamı tamına 20 milyon çocuk var! Bu çocukların 6 milyonu sakat kaldı, 1 milyonu ise yetim… Son 10 yılda yaklaşık 2 milyon çocuğun savaşlarda öldüğü tahmin ediliyor, 300.000 çocuk ise çocuk asker olarak ordulara alınmış durumda.
Bu araştırmalar yalnızca Suriye’yi değil, iç savaş halindeki Afrika ve Asya ülkeleri dahil olmak üzere 30 ülkeyi kapsıyor… Yani aslında tüm dünyayı esir almış, etkileri ömürler boyunca devam edecek bir depresyonun ortasındayız! Dünya hükümetleri bu savaş çocuklarının fiziksel yaralarını bile sarmakta geç kalıyor, yaşadıkları travmaların psikolojik etkileri ise neredeyse tamamen es geçiliyor.
Gelin, konuyla ilgili araştırmalara, örnekleriyle birlikte bir göz atalım…
Durum yüzlerce yıldır aynı aslında.
Aynı ama, savaş çocuklarının psikolojisi üzerine ilk araştırmalar ancak 2. Dünya Savaşı’ndan itibaren yapılmaya başlanmış. Savaşta evsiz kalan ve ailelerini kaybeden çocuklar üzerinde yapılan araştırmalarda şu sonuçlara rastlanmış;
3 yaşına kadar olan çocuklar ailelerini kaybettiklerinde sık sık yemeden içmeden kesiliyorlar, uyuyamıyorlar, yabancı insanların yardımını reddediyorlar… Onlara ailelerini hatırlatan bir oyuncaklarına sarılarak hayata tutunmaya çalışıyorlar. 3 yaşından daha büyük ise korku hissi ön planda oluyor; hattâ ailelerinin yokluğundan kendilerini sorumlu tutmaya başlıyorlar… Bu korku ve suçluluk duygusu ile emirleri düşünmeden uygulamaya çalışan, sessiz, içine kapanık bireylere dönüşüyorlar.
Savaşı 12-18 yaşları esnasında görmüş çocuklarda bunalım, endişe, umutsuzluk, yas, öfke ve korku hisleri uzun yıllar geçse de kaybolmuyor.
Ailelerinin ölümlerine şahitlik eden çocuklarda ise durum daha vahim… Aileleri gözü önünde öldürülen çocuklarda sıkça majör depresif bozukluk görülürken, yaklaşık üçte ikisinin aklına, ailelerinin ölümünden 3 ay gibi kısa bir süre sonra intihara düşüncesi yerleşiyor. Bu ölümlerden yıllar sonra bile öfke ve korku nöbetleri bu çocukların peşlerini bırakmıyor.
Savaşta sakat kalan çocuklar hakkında ise pek az psikolojik araştırma yapılmış durumda… Bu araştırmalardan gördüğümüz ise; onlar için hayatın, büyüyüp bir yetişkin haline gelmenin anlamsızlaştığı, hem kendilerine hem de başka insanlara olan saygılarını yitirdikleri, ve terörist organizasyonlara katılmakta bir beis görmedikleri… Şiddet, artık onlar için ‘normal’ bir kavram haline geliyor.
2. Dünya Savaşı’nın ardından son derece sıkı bir psikolojik tedavi süreci uygulayan Japonya’da bile atom bombaları ile sakat kalan çocuklarda uzun süreli post-travmatik stres bozukluğu, ilerleyen yaşlarda ise intihar eğilimi görülmüş. Yani savaşın etkilerinden kaçış, ne yazık ki mümkün değil.
Yardım?
Hepimizin bildiği gibi, savaş yardımlarında genellikle somut şeylere yoğunlaşılıyor; yiyecek, ilaç, sığınak gibi… Bu çocukların savaştan sonraki onlarca yılını çalacak, hayatı onlar için daha da gaddar haline getirecek psikolojik travmalar ise öncelik sıralamasında ne yazık ki alt sıralarda. Uluslararası Kızılay ve Kızılhaç Dernekleri Federasyonu 2003 yılından bu yana birlikte çalışarak bu sorunlara çare olabilecek uzun soluklu planlar uyguluyorlar.
Yeterli mi? Henüz bilmiyoruz…
Peki ya Türkiye?
Ülkemizde bugün UNICEF verilerine göre 2.8 milyon Suriyeli mülteci barınıyor, bunlardan 1.2 milyonu ise çocuk yaşlarda. Yaklaşık 860.000 çocuk okul çağında, 490.000 çocuk ise okula gidebiliyor. Türkiye’nin gerek devlet kurumlarıyla, gerekse yardımsever vatandaşlarıyla Suriyeli mülteci çocuklar için elinden geleni yaptığını söylemek mümkün; ancak elbette bu yardımlar Suriyeli mültecilerin %90’ının kamp dışında yaşamasını, kamp dışındaki çocukların büyük çoğunluğunun okullara gidememesini engelleyemiyor.
Bu noktada UNICEF gibi uluslararası örgütlerin de desteği mevcut. UNICEF, halktan gelen yardımlarla Suriyeli çocuklar için ‘Geçici Eğitim Merkezleri’ kuruyor, onların yalnızca gıda ve kıyafet ihtiyaçları ile değil, aynı zamanda psiko-sosyal ihtiyaçlarıyla da ilgileniyor…
Peki yeterli mi? Ne yazık ki bilmiyoruz.
Ama yeterli olmasına katkıda bulunabiliriz:
UNICEF’e aylık ya da bir seferlik bağış yapmak, Suriyeli çocukların eğitimine katkıda bulunmak için tıklayın.
Tüm GSM operatörleri üzerinden kolaylıkla bağış yapabileceğiniz Türk Kızılayı Bağış Kampanyası için ise sizleri buraya alalım.
_Kaynaklar: borgenmagazine.com, astro.umd.edu, psychologytoday.com, redcross.int, apa.org, wikipedia.org_