O çaresizlikleri gördükten sonra omuzlarım çökmüş, bacaklarım da vücudumu taşımakta güçlük çekiyordu.
Depremin dördüncü günü yine acılarla dolmuştu. Uykusuz aç susuz dolu dolu tam dört koca gün.
Çığlıkların birbirine karıştığı, ağlamaların ağıtlara dönüştüğü, gözyaşlarının kuruduğu bir güne yürek acısıyla, “Oof off !!!” diyerek mücadelemize yeniden başladık.
Gözüme takılan ilk enkaza yöneldim. İçeriden ses alındığı ve enkaza girmenin neredeyse imkânsız olduğu bir kâbusun orta yerine gelmiştim.
Uzun süren sessiz dinleme ve kazazede ile sesli iletişimden sonra çalışma yapacağımız bölgeyi belirledik.
Birçok engel çıksa da, yılmadan mücadele ettik. Çevredeki insanların umursamazlığı ve her işe karışan kendini bilmez insanlara rağmen yaralıya ulaşmamıza ramak kalmıştı.
Aralıksız altı saatin sonunda mental gücüm ve enerjim tükendiği için sürüne sürüne dışarı çıktım.
Görev değişimi istedim. “Haydi bir babayiğit devam etsin” dedim.
İçeri girecek ekip sadece bir kirişi kıracak ve arkasından yaralıyı çekip alacaktı.
Artık tamamdı. Buradan da bir canı hayata bağlayacaktık.
Dışarı çıkalı daha iki dakika geçmemişti ki, Pınar ile göz göze geldik ve “Haydar hocam şu ileride enkaz altında bir çocuk sesi duydum. Şu anda ses kesildi ama sesi kesin duydum. Sen de bakar mısın?” deyince hiç ikilemedim. Terim sırtımdan süzülmemişti bile, yeni oturduğum yerden kalkarak hızlıca o enkaza gittik.
Enkaz başındaki arama kurtarmacılar dinleme yaptıklarını fakat artık ses gelmediğini söylediler.
Biz oraya giden yedi ya da sekizinci ekiptik. İçeride hipotermi ya da dehidratasyon sorunu olabilirdi.
Pınar sesi kesin duymuştu ve bu benim için büyük bir umuttu.
Bazı şeyleri sesli söylemeye gerek yoktur. Hareketler, bakışlar her şeyi anlatır. Arkamda beni yalnız bırakmayan ekip arkadaşlarım “haydi başlayalım!” diyordu.
Hızlıca yol almak gerekiyordu. Enkaza kafamın gireceği ilk delikten uzanarak ‘’Sesimi duyan var mı?’’ diye bağırdım.
Çıt yok...
Tekrar tekrar bağırdım en ufak bir belirti yok…
Artık eylem yapma zamanı gelmişti, hızlıca enkaza girebileceğimiz yeri tespit ettim. Ses alamamıştım ama bir yerden işe başlayacaktık. Nedensiz, ama içimde yeni bir hayat umudu vardı.
Daha önce yarım bırakılmış, kırılmış ama tam açılamamış bir delikten içeri girebileceğimizi gördüm.
O bölümü temizleyerek kendimize güvenli yaşam alanı oluşturdum.
Bu arada sık sık bağırıyordum; “Sesimi duyan var mı?” diye ama hiçbirinden geri dönüş alamamıştım.
Pınar duymuştu sesi ve o kadar emindi ki, yüzündeki umut bana her şeyi anlatıyordu.
İlk bölümü kırarak küçük bir delikten içeriye girdik. İkinci, üçüncü derken dördüncü bölüme kadar girdik.
Alan çok dardı, çok fazla tozma oluyordu. Nefes almak çok zor ve hareket etmek imkansızdı.
Tabla v şeklinde aşağı doğru da kırılmıştı, üzerinde duracağımız güvenli bir yer yoktu.
İçeride odanın dibinde bir ses duydum gibi geldi, sanki incecik biz tıkırtıydı. Varlığından emin olamadığım bir ses. Tüm ekip arkadaşlarımdan sessizlik isteyip dinleme yaptım, “Sesimi duyan var mı?” diye bağırdım. Tam 10 saat sonra hayatımın en büyük ödülünü almıştım.
“Abi buradayım, abi buradayım !!!
Çok sıkışık durumdayım, kollarımı hareket ettirebiliyorum beni almaya gelin.”
Nefesim düğümlendi. Ciğerlerimdeki havayı ne geri verebiliyordum ne de biraz nefes alabiliyordum. Yutkunmak imkansızdı. Nefes alsam ona haksızlık olacaktı, nefesimi versem sanki son nefesim olacakmış gibi hissediyordum.
Sesimin çıktığı kadar bağırarak; ‘’Tamam seni duydum. Merak etme, seni almadan buradan çıkmayacağız!’’ dedim.
Art arda artçı depremler oluyor, her artçı deprem olduğunda tepemizden molozlar dökülüyordu. Ama yılmak yoktu, mücadeleye devam etmeliydik.
Bir bölümü daha geçmiştik, küçük bir aradan yaralıya ulaşacağımızı sandım ama öyle olmadı. Kiriş ve yer betonu neredeyse birbirine yapışmıştı, karşı tarafa geçmek imkansızdı. Kendimi o kadar çaresiz hissetmiştim ki, sanki kolum kanadım kırılmıştı.
Derin bir nefes aldım, uzun bir süre içimde tuttum ve çok hızlı karar verip bir an önce sesin geldiği yöne doğru ulaşmaya çalıştım. Karşılıklı konuşmaya başladık, sesin nereden geldiğini tam olarak anlayamıyordum. Aşağıdan mı, yandan mı, çaprazdan mı? Her konuşmada ses başka bir taraftan geliyordu. Ne tarafa döneceğini bilmeyen deli koyunlara benziyordum. O daracık alanda kazazede ne tarafa doğru konuşursa ses dalgaları bir yerlere çarparak beni yanıltıyordu.
Baştan beri benim yanımda bana yardım eden, kovalara doldurduğum molozları dışarıya taşıyan ufak tefek bir çocuk vardı. Çalışırken bir yandan onunla sohbet ediyordum. Adı Emre imiş. Herkes üçüncü tur rotasyona gidiyordu ama ben başladığım savaşı bitirmeden dışarı çıkmayı hiç düşünmemiştim.
Emre içeride iki arkadaşının bulunduğunu ve onlar ile can bağının olduğunu söyledi. Çocukluklarını anlatırken gözlerinden akan yaş molozlara damlıyordu. Zaten nefes alamıyordum artık beynimde bir basınç hissetmeye de başladım.
Emre'nin gizli gizli ağlamaktan gözleri kan çanağı gibi olmuştu. “Merak etme arkadaşlarını çıkaracağız” dedim. Zorla da olsa beş dakika dışarı dinlenmeye gönderdim ama dayanamadı iki dakika sonra geri geldi.
Bu alanda kırıcı çalıştıramayacağımız için başka alternatifler denemeliydik. Bir çekiç istedim ve sağa sola vurmaya başladım. Yerdeki fayansların yerinden oynadığını fark ettim. Bir tanesini kaldırınca diğerleri de kendiliğinden sökülmeye başladı. Beş santimlik bir boşluğumuz oluşmuştu bile.
Biraz daha, biraz daha derken aşağıya doğru un ufak dökülen betonlar bize yaklaşık yirmi santimlik delik açtı. Önce Ali’nin kırılmış telefonu, kimliği ve okulundan biriktirdiği harçlıkları döküldü önüme. O küçücük delikten kafamı sokmaya çalıştım ama içerideki yatak geçişimizi tamamen engelliyordu.
Küçük demir makası ile yatağının tellerini tek tek parça parça kestik. Uzun uğraşılar ile deliği genişlettik.
O sırada bir şeye ihtiyacım vardı “Arkadaşlar bana” dedim ve öylece kaldım.
“Evet abi, sana ne verelim?” dediler. “Ben de bana ne lazım olduğunu bilmiyorum ki!” dedim.
Şimdi anlıyorum ki, bana bir sihirli değnek lazımdı…
Zamanı dört gün geriye alacak bir sihirli değnek.
Bu can pazarını durduracak, yaşananları sadece kötü bir kâbus olarak hatırlatacak bir sihirli değnek.
Artık o küçük delikten yaralı ile iletişimimizi güçlendirmeye başlamıştık.
“Adın ne?” dedim.
“Ali” dedi.
İçim cız etti. Kaybettiğim babam geldi gözlerimin önüne.
Ali'nin ne durumda olduğunu bilmiyordum. Bir yere sıkışmış olup olmadığı hakkında bilgi sahibi değildim. Ali zaman zaman kendinden geçiyordu. Hatta ara ara bilincini kaybediyor, sesi de kesiliyordu.
Bir yandan O’nu konuşturmaya çalışıyor, bir yandan da bedenimi o küçük delikten zorla içeri sokmaya çalışıyordum. Eğer Ali'ye ulaşabilirsem O’nu tutup çekebilirdim.
Yaklaşık 10 saat geçmişti. O kadar çok yorulmuştum ki, dün akşamdan beri bir şey yemediğimi hatırladım. Şekerim düşmüştü. Arkadaşlarımdan acilen şekerleme isteyerek enerji depoladım.
Uykusuzluk ve soğuk artık adrenalin pompalayan vücuduma etki etmiyordu.
Ali'nin biraz daha yakınına geldim, “Abi seni gördüm, sen de beni görüyor musun?” dedi. Ben göremiyordum ama motivasyonu bozulmasın diye “Evet. Tamam şimdi seni çok iyi görebiliyorum” dedim. O an Ali’yi görebilmek için sıkışıp uyuşan sol kolumu verebilirdim…
Soğuktan böbreklerim çatlarcasına şişmişti ancak geri çıkmam da imkansızdı. Arkadaşlarıma üzerime işeyeceğimi söyledim. Bu sonu gelmez bir mola gibi olmuştu bana. Çok rahatlamıştım…
Ali ile sürekli irtibatı sağlıyordum. Ses tonu Ali'nin enerjisinin ne kadar düşük olduğunu bana söylüyordu. Uyumaması lazımdı. Çok sık bilincini kaybediyordu. O’ndan ses gelmeyince kalbim yerinden çıkacakmış gibi oluyor, göğüs kafesimin içerisinde fırtınalar kopuyordu.
O küçücük delikten içeri girmenin imkânsız olduğunu elbette ben de biliyordum. Arkadaşlarıma beni içeriye itelemelerini söyledim. Ben kendimi zorlarken bir yandan da arkadaşlarım içeriye girebilmem için ayaklarıyla bana destek veriyorlardı. Sıkışıklıktan bacaklarım hissizleşmişti. Kirişin diğer tarafından onlara bacaklarımı hareket ettirmelerini söylüyordum.
Ali kendine geldikçe “Beni buradan ne zaman çıkartacaksınız?” diye soruyordu. Ben de her defasında bir saate kadar beraber çıkacağımızı söylüyordum. Çok susamıştı, su istiyordu ama iç kanama olma ihtimaline karşın sadece damar yolundan sıvı yüklenmeliydi.
Depremin dördüncü günündeydik fakat Ali bunun farkında değildi. “Abi iki gündür sıkıldım. Çok üşüyorum. Birçok kişi bağırdı ben onları duydum ama hiç kimse benim sesimi duymadı” dedi. Sadece iki gündür orada olduğunu sanıyordu. Oysa o beton yığınının içinde tam dört gündür beşik gibi sallanıyordu. Zaman kavramının doğru olmaması Ali'yi hayata bağlamıştı.
Dışarıdaki bilinçsiz gürültü Ali’nin sesini bastırmış, O’nu karanlık odasında gün ışığından mahrum bırakmıştı.
Gövdemin yarısını delikten içeri sokabilmiştim. Artık o büyük an gelmişti. Ali ile yüz yüze gelecektik.
O’na doğru dönerken lamba elimden düştü ve Ali'ye doğru yuvarlandı gitti. “Abi tamam, lamba bana ulaştı” dedi Ali. Oysa yorgunluktan elimden düşmüştü lamba. Şimdi Ali'nin yüzünü çok net görebiliyordum.
Karşımda karlar altından çıkan bir çiğdem çiçeği gibi Hatay’a gelmiş, minik bedeni ile yaşama tutunmuş bir kahraman vardı. Uzun kıvırcık saçlı, tertemiz yüzlü bir çocuktu Ali.
Pırıl pırıl parlayan gözleri, incecik parmaklarıyla lambayı yüzüme tutarak bana “Hadi artık gidelim” diye bakıyordu.
İçeriye sürünerek girmem çok zaman alıyordu. Onunla konuşmaya çalışıyordum. Çok yakışıklı olduğunu söyleyerek, “Çıkınca fotoğraf çekilebilir miyim?” diye sordum. Tebessüm ile bana yaptığı iltifat tüm ağrılarımı alıp götürmüştü.
Hangi takımlı olduğunu sordum. “Galatasaraylıyım” dedi. Futbol ile zerre kadar alakam olmamasına rağmen ben de Galatasaraylı olduğumu, İstanbul’da beraber maça gideceğimizi söyledim.
Hatta bu konuda sözleştik bile…
Zaman zaman Ali’nin sesi kesiliyor kendine gelince de çok üşüdüğünü söylüyordu.
Ben milim milim Ali’ye yaklaşıyordum.
O’nu tutmama artık santimler kalmıştı. Kafamı kaldırdım ve o azimli, cesur, yürekli delikanlıya bakıyordum. Kısa bir bakışmadan sonra bana o içimi dağlayan efsane soruyu sordu.
-Abi, abi
~Efendim koçum
-Bir şey soracağım
~Sor canım benim
-Ben öldüm mü?
~Hayır sen çok iyisin elbette. Yaşıyorsun!..
Ali’m bu ızdıraptan dolayı öldüğünü sanıyordu.
Cehennem bundan daha kötü olabilir miydi?
Lambayı kendi yüzüne tutunca arkasında Ali’nin abisini gördüm. İşte o an ben öldüm…
Zaman geçmek bitmedi. Damarlarımdaki akan kandan ödünç enerji ile besleniyordum. Bir hayat kurtarmak, o kişinin o günden sonra yaşayacağı hayatı tüm sevdiklerine hediye etmektir.
Sadece o kişiyi mutlu etmiyorsun; sadece o kişiyi yeniden var etmiyorsun, o kişinin dokunduğu her şeyi yeni baştan inşa ediyorsun…
Ali’nin abisi Melek olmuş, Ali’yi ilk mücadelesinde korumuştu bile. Abisinin arkasında olduğunun farkında olmadığını konuştukça anladım. Bacakları bedeninin etrafında dolanmış, duruş şekli bozulmuştu. Bu yüzden canı çok acıyor, kımıldayamıyordu. Bunu O’na hissettirmemeliydim ama kendi etrafında da bir tam tur döndürmem gerekiyordu. Dört gündür o daracık yerde sıkışıp kalmıştı Ali.
“Şimdi ellerinden tutarak seni döndereceğim ama uzun süredir aynı yerde olduğun için başın dönebilir o yüzden gözlerini kapat ve ben tamam diyene kadar sakın açma” dedim. Öyle de yaptık. Normal duruş şekline gelince hızlı kan dolaşımından dolayı kramp girdi bacaklarına. Bu minik bedene bu ızdırap içimi
parçalıyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Deliğin dışında herkes heyecanla bekliyordu. Ali’nin ellerinden hiç bırakmamacasına tuttum, çektim ve oradan aldım.
Yavaşça, örselemeden, birlikte o alandan çıktık. Yukarıda ekipler ve Ali’nin sesini ilk duyan Pınar heyecanla bekliyordu. Kafamı yukarıya kaldırdığımda tepemde tüm heybeti ile duran UMKE ekiplerinden Nihal hemşireyi gördüm.
“Tamam” dedim. Ali artık emin ellere teslim.
Sonra mı?
Sonrasını hatırlamıyorum. Olduğum yerde bayılmışım yorgunluktan. İstediğimiz hedefe ulaşmış, zafere varmıştık. Ben oradan ne zaman, nasıl çıktım hatırlamıyorum.
Tam iki gün hastanede yatırılmış Ali. Kendisini iyi hissedince bana ulaşmış.
Cumartesi günü IRATA L3 Yüksekten Kurtarma Sınavı'na girecektim. Sınavıma dakikalar kala telefonuma bir mesaj geldi.
Aslında benim futbolu hiç alakam yok kendi kendime söz verdim oradan beraber sağ salim çıkarsak GS'li olacağım diye.
Bizden önce bir sürü ekip gelip burada kimse yok diye gitmişler.
Kafan yine düştü önüne o an benim ömrümden ömür gitti
Sen çok güçlü bir çocuksun çok
-Sen benim hayattaki birinci önceliğimisin
Ne olursa olsun saat kaç olursa olsun beni istediğin zaman istediğin saatte arayabilirsin beni
Bizim de işimiz bu Alim
-Seni oradan almadan çıkmayacaktık kardeşim.
Çok ince bir ses duydum emin olamadım vicdanım rahat etsin diye devam ettim.
Hayır, dışarıda çok ses olduğu için senin sesini duyamıyorduk.
Senden sonra ben ağlaya ağlaya çatladım mutluluktan ama gencecik bir delikanlı
bu ülkenin senin gibi zeki çalışkan dürüst gençlere ihtiyacı var
bu ülkeyi sizler kurtaracaksınız
Hani dolap vardı ya ayağımla vuruyordum ona tüm gücümle
Evet
Abi hatta
Sen
Şey diyordun
Dışarıdan çok ses geliyor konsantre olamıyorum!
İnanamıyorum bunların hepsini sen duydun mu?
Evet
Ben enkazda 4 - 5 kere en az sallandım
Abi 600 Konutlar'da tek beni mi çıkardın?
Yok oradan çok insan çıkardım
Helal sana be abi
Yaşlı bir amca çıkardım karı koca bir çift çıkardım.
Abi ben her şeyi hatırlıyorum
Hatta sana sırf hayal olmadığından emin olmak için adın ne dedim
Haydar dedin
Benim de Haydar diye tanıdığım olmadığı için hayal olamaz diye düşündüm
Sen kafanı kaldırdın ve bana dedin ki abi abi ben öldün mü hatırlıyor musun onu?
Abi kendimde değildim o zaman
Sen de dedin ki abi benim de çişim var
Ben de dedim ki sen üzerine yap bak ben de yaptım dedim.
Hatırlıyorum
Her yere yetişmeye çalıştım elimden geleni yaptım hatta canımdan geleni yaptım yetişemedim canlar için o kadar çok üzgünüm ki
Geceleri başka ekiplerle çalıştım ama yetmedik.
Sen elinden geleni yaptın abi
Abinin sevgisi seni hiç yalnız bırakmadı orada.
İlk günü yürüyemedim abi
Başım çok dönüyordu
Artık aramızda can bağı var Alim…
KADAK
Kanyoning Türkiye
Kanyon ve Doğa Sporları
Arama Kurtarma Derneği Başkanı
Haydar DAŞTAN