Şu sıralar yeni açtığı kafesiye gündemde olan Acun IlIcalı'nın eşi Şeyma Subaşı, Ayşe Arman'a konuştu. 2.8 milyon takipçisi olan, hem sevilen hem nefret edilen Şeyma Subaşı içini Ayşe Arman'a döktü. İşte o söyleşiden satır başları:
"Sen hep mi böyleydin?
- Evet. Hep kafamın dikine giderdim. Acun’dan önce de... Annem ve babam, “Şeyma şunu yapma!” dediklerinde, ben yapmak istiyorsam yapardım. “Bu iyi bir şeydir!” demiyorum. Kimseye de “Benim gibi yapın!” demiyorum. Ama ben böyleyim. Özgür bir ruhum. Kafasına eseni yapanım. Ve ne hissediyorsam takır tukur söylerim. Başıma iş de açıyor bu kadar direkt ve açıksözlü olmam.
Peki sence başkalarının olmanı istediği kadın nasıl biri?
- Galiba bu kadar gezip tozmayan, daha gizli saklı, korunaklı ve hayatını milyonların önünde yaşamayan... Ama onlar öyle istiyor diye gezmekten, dans etmekten vazgeçecek değilim! Çünkü seviyorum. İnsanlar Instagram’da gerçek Şeyma’yı görüyor. Asıl başka türlü davranırsam sahte olur. Dobralık başıma bela.
Meşhurluğun kitabını yazabilir misin?
- Böyle dediğim için de sinir olacaklar ama evet, yazabilirim! Bu çağda, bu dünyada, meşhur olmak çok kolay aslında. Ama tabii bir süreliğine... Sosyal medya sayesinde Holywood yıldızları bile artık yakın. Bir yorum yazıp onlara bile ulaşabiliriz. Çıplak fotoğraf verirsin, bilmem ne yaparsın... Evet, rezil de olursun ama nihayetinde ‘ünlü’ olursun! Sabun köpüğü gibi gider ama ‘şöhret’ denilen şeyi bir süreliğine yaşamış olursun. Mesele ünlü olmak değil, o ünü sürekli kılabilmek. Besleyebilmek ve devam ettirebilmek.
Peki sen kendi durumunu nasıl değerlendiriyorsun?
- Ben hep söylüyorum: “Beni ünlü yapan sizsiniz!” diyorum. Yoksa kendimi yırtmadım ünlü olayım diye. Taktik maktik gütmedim. Kendimi olmadığım gibi göstermeye de çalışmadım. Instagram’da gerçek hayatımı yansıttım. Orada sahte hiçbir şey yok. Onlar da bunu sevdiler, takip ettiler, ediyorlar. Kızım Melisa’yı koydum, sporumu koydum, günlük yaşadığım hayatı koydum. Partiye gittim, kulübe gittim, festivale gittim, dansımı koydum. Kıyafetlerimi koydum. Çünkü ben böyle giyiniyorum. Sen bana sığ diyorsan diyebilirsin ama 2 milyon 800 bin kişiye de sığ demiş oluyorsun!
Sanki Acun’dan bağımsız bir marka oldun. Bu sana zevk veriyor mu?
- Beni insanlar tabii ki Acun’la tanıdı. Ama sonrasında kendi tarzımı, sosyalliğimi, enerjimi sevdiler. Belki başta dediler ki, “Acun gibi herkesin hayran olduğu biri bu kıza neden âşık oldu?” Ama sonra onlar da takılı kaldı bana.
Hâlâ emin misin Acun’un sana çok âşık olduğundan?
- Acun bana çok âşık. Çok çok âşık.
Seni kıskanıyor mudur çaktırmadan?
- İşle alakalı mı? Bence gurur duyuyor. Acun gerçekten çok özel biri. Hiçbir kıskançlık duygusu olmayan, insanları hep teşvik eden biri. Benim gelişmem, kendi başıma bir şeyler yapmam onu ancak mutlu eder.
Peki seni kadın olarak kıskanıyor mudur?
GECELERİ YATAKTA AĞLARKEN YANIMDALAR MIYDI?
Âşık olduğun evli bir adamdan hamile kaldın. Başa dönmek istemiyorum ama mutlu sonla biten bu hikâye bile eski normlara aykırı.
- Elbette. Bizim durumumuzda bu hikâyedeki kadın taşlanmalıydı. Ortalıkta çok görünmemeliydi. Ama ne oldu? Bana medyadan destek veren olmasa da sonunda Şeyma’nın bilmem kaç milyon takipçisi oldu! Şeyma şu anda dışarıda fotoğraf çektirmekten yürüyemiyor. Bu arada hep nefret edenlerden söz ediyoruz ama benim çok sevenim de var. Gençler çok seviyor beni. Normalde gençler kimlere hayran oluyor? Ya dizi oyuncularına ya sanatçılara, değil mi? Ama dizi oyuncuları, onlara verilen karakteri canlandırıyorlar. Ve gençler de aslında o karaktere hayran oluyor. O oyuncunun ya da sanatçının gerçek karakterinin nasıl olduğunu bile bilmiyorlar. Tamam ben bir oyuncu değilim, sanatçı değilim ama ben birebir kendimi yansıtıyorum. O yüzden bu kadar takipçim var!
Bir şeylere emeksiz ve kolay yoldan ulaştığını düşünenlere verecek cevabın nedir?
- Benim emek vermediğimi nereden biliyorlar? Ya da acı çekmediğimi? Geceleri yatakta ağlarken yanımdalar mıydı? Yaşadığım onca şeyde ne kadar üzüldüğümü, neler çektiğimi biliyorlar mı? Öyle kolay olmadı hiçbir şey. Bu önyargı. Bunu anlayabiliyorum. Ama nefrete dönüşmesini anlayamıyorum.
Healthyish tutar mı?
Yoksa üç gün sonra o kafeden sıkılacak mısın?
- Olur mu? Her şeyiyle bizzat uğraştım. Çok heyecanlıyım.
KARDASHIAN DİYENLER HAKLI
Sen ‘it girl’ müsün?
- Evet, öyleyim. Dünya çapında da olmaya başlıyorum. Amerika’dan ve çeşitli ülkelerden takipçilerim var.
Kardashian benzetmesi sana uyuyor mu?
- Uyuyor! Sev ya da sevme, ben de onların yaptığının benzerini yapıyorum. Onlar nasıl başladı? Snapchat’te sürekli video koyarak, o hayatı göstererek... Sonunda reality show’a dönüştü. Benim hayatım da öyle.
Bu güç seni de şaşırtıyor mu?
- Ayakları yere basan biriyim. Evet, süper lüks bir hayat yaşıyor, Kendall Jenner’larla aynı ortamda dans ediyor olabilirim ama yarın ne olacağını bilemem. Hayatta her şey hepimiz için. Ayağım burkulabilir, yüzüme kezzap yiyebilirim, ölebilirim... Yarın sıfırlanabilirim parasal anlamda. Bu benim enerjimi düşürür ama yine bir çıkış yolu bulurum kendime. Gücüm para değil benim, karakterim.
DAHA ÇOK KİTAP OKUMAK İSTERDİM
En çok nede zorlanıyorsun?
- Daha çok kitap okuyabilmek isterdim. Hiç okumuyor değilim ama istediğim kadar okuyamıyorum. Bazen uçaklarda okuyorum, yatmadan önce okuyorum. Ablam çok kitap okur mesela, kütüphanesi var.
Harika bir şey, ben de isterdim. Politika hakkında bir şeyler biliyor olmak isterdim.
“Her şeyi bırakalım, Acun’la baş başa olayım, ölümlü dünya. Bir program daha, bir format daha, bir milyon takipçi daha... Nereye kadar?” dediğin oluyor mu?
- Oluyor. Mesela şimdi baş başa Londra’ya gideceğiz. Bizim böyle Londra seyahatlerimiz oluyor baş başa. Ama artık başka bir şey olmuşuz. Nasıl anlatırım bilmiyorum. O zehri almışız. İkimiz de aynıyız, iş hayatından, bu tempodan, hareketten keyif alıyoruz. Acun her zaman söyler, “Sen benim kadın versiyonumsun!” diye. O işkolik, ben de gezmekolik. Bir de sosyal medya seviyorum. Birbirimizi çok güzel dengeliyoruz. İkimiz de mutlu olduğumuz şeyleri yapıp güzel yerlerde buluşup birbirimizi çok güzel mutlu edip yükseltip, sonra tekrar devam ediyoruz. Ayrı ayrı noktalarda, farklı farklı yaşadığımız keyiflerimiz var ama. Mesela Dominik’te oturup TV8 izliyoruz.
ANLATAYIM... O ŞEHİR EFSANESİNİN ASLI ŞÖYLE...
Bebek’te kafen açıldı...
- Evet, çok mutluyum. Acun’a iki senedir bunun iyi fikir olduğunu söylüyordum. Dünyanın her yerinde, L.A’de, Miami’de, New York’ta böyle sağlıklı yemeklerin ve salataların olduğu kafe trendi var. Ben de annemin şahane yağlı ama çok lezzetli yemekleriyle büyüdüm. Ama ne oluyor? İnsan gezdikçe, gördükçe, sağlıklı beslenmenin, kendini genç tutmanın, daha iyi bir vücuda sahip olmanın yollarını öğreniyor. “Şeyma Subaşı hiçbir şey yapmıyor, geziyor” diyorlar ya, aslında tabii ki kendime çok şey kattım. Kaliteli yaşamanın koşullarını öğrendim. Bizim kafedeki mönülerimiz tamamen sağlıklı. Ben 51 kiloyum. Yıllar içinde neyi, nasıl yemem gerektiğini, neyin bana iyi geldiğini, neyin yaramadığını öğrendim. Kafemde de herkese iyi gelecek sağlıklı şeyler var.
O şehir efsanesi doğru mu? Güya seni o kafeye almamışlar, sen de yıllar sonra kafeyi satın almışsın!
- Ben sana doğrusunu anlatayım: Bebek Şenliği’nin olduğu bir gün Bebek Parkı’ndaydım. Melisa 6 aylıktı. Yanımda da yardımcım vardı. Melisa kucağımdaydı. Elimizde çantalar, puset filan... Oturacak bir kafe aradık. Happly Ever After’a yürüdük, bütün masalar boştu, iki masa doluydu sadece. İşletme müdürüne “Burada oturabilir miyiz?” diye sordum. Ama o iki dolu masada, herkesin zannettiği kişi yoktu. Yani onun bu olayla bir alakası yok. Fakat bana “Hayır, oturamazsınız! Yerimiz yok!” dediler. Ben de oradan çıktım. Bir şey demedim. Ne diyeceğim? “Beni niye almıyorsunuz” mu? Ayşe Kucuroğlu da yoktu orada ama bir şekilde almadılar beni. Doğru yani kafeye alınmadığım. Ama yemin ediyorum, hatta kızım üzerine yemin ederim, “Göreceksiniz, ben burayı satın alacağım!” gibi bir düşünce aklımın köşesinden bile geçmedi. Ama hayat ilginç işte, o kafe sonunda benim oldu! Bu arada Ayşe’yle de gayet iyiyiz şu anda, hiçbir sorunumuz yok. O zaman öyle olması gerekiyordu demek ki. Ben takılmam bu tür şeylere.
SÖYLEŞİNİN DEVAMI İÇİN TIKLAYIN