Senaryoyu büyük kıskançlıkla yazıyorum rolleri yabancıya gitmesin diye sevdiklerime veriyorum.
Çekimleri başladığından bu yana merakla beklenen Cem Yılmaz’ın “Yahşi Batı”sı nihayet izleyicisiyle buluşmaya hazır. İşte Cem Yılmaz’la Yahşi Batı, mizah, müzik, arabalar, para, kadınlar ve milli piyango!
1 Ocak’ta Yahşi Batı vizyona giriyor. O gün Cem Yılmaz için nasıl geçer?
Ayın 30’unda iki gösterimimiz var. Filmi o gün sinema yazarları, gazeteci arkadaşlarımızla izleyeceğiz. 30’unda heyecanı üzerimizden biraz olsun atmış oluruz.
Çaktırmadan sinema salonlarını kontrol etmez misiniz?
Onu zamanında çok yaptım. Filmi seyirciyle izlemek önemli. Mesela Avrupa’da bir merkez seçiyoruz. Çoğu zaman Almanya’da bir şehir oluyor. Orada da İstanbul’dakilerden kalabalık bir seyirci oluyor. Bunu mesela 2 Ocak’ta Berlin’de yaşayacağız. 1 Ocak şöyle geçer; eğer alabilirsek insanlar gidiyor mu, izliyor mu diye bir iki haber alırız. Ama 5 Ocak’ta neler olacağını çok iyi biliyorum. Çünkü ilk üç gün rakamları açıklanıyor. Ondan sonra rekorlar, şunlar bunlarla haşır neşir olunuyor. Yani işin eğlence bölümü bu.
Film daha vizyona girmeden insanların kafasında “Cem Yılmaz yine yapmıştır yapacağını” fikri oluştu. Bu beklenti sizi geriyor mu?
Beklentiler beni germiyor. Zaten benden iyi bir şey bekliyorlarsa bu mutluluk verici. Ama ben basının, film beklentisiyle ilgili birazcık yardımcı olmasını istiyorum. Yani seyirciye yardımcı olmamız lazım. Amacını iyi duyurabilirsek, filmin amacını duyururken oyuncu mesela komedyense bu anlamda bir şey beklenmesini durdurmamız lazım. Bunu tüm samimiyetimle söylüyorum. Mesela Vavien çok övülmeye değer bir film. Ancak bir gazetede “Engin Günaydın komedi yapmalı bence” diye bir yazı okudum.
Şimdi bunu bir kanı gibi, tavsiye gibi, büyük fikir gibi empoze etmek iyi değil. Bence Engin’in yaptığı film çok muhteşem, çok desteklenmeli.
Sizin için de “Cem Yılmaz komik film yapmalı” diye düşünce var mı?
Ben bunu kırdığımı düşünüyorum. Çeşit çeşit film yaptım. Her Şey Çok Güzel Olacak benim ilk filmim. Bir komedi filmi, ancak içinde bir sürü dram da var. Dolayısıyla benim başlangıcım.
Sizinle ilgili hep bir komik olma beklentisi var ama...
Benim en çok şaşırdığım bir televizyon haberinde “Cem Yılmaz o gün kırdı geçirdi” başlıklı haberler. Halbuki ben orada yalnızca ayakta duruyorum. Şimdi bu tip haber komedyenle ilgili seyirciyi irite ediyor. Bu adam niye kırdı, ne zaman geçirdi, biraz daha kıracak mı? Şimdi bu beklentiyi yaratmak çok doğru değil. Benim insanlara Yahşi Batı için söyleyeceğim şey, gerçekten salonda eğlenerek, hep beraber izleyecekleri eğlenceli komik bir film.
**Kadın olaydım da Demet’in rolünü oynayaydım
Kovboy filmi merakı nereden çıktı?**
Eğlence, eğlenme merakından çıktı. Birinci olarak öyle. Biz başka kılıklara girmekten çok hoşlanıyoruz. Çocuksu bir yanım var, bir de çok uzun zaman olmuş bizim perdede Western yapılmayalı. 40 yıldan fazla. 68, 69, 70 bunların başladığı Yılmaz Köksal, Süleyman Turanlar’ın “Maskeli Beşler”, “Çiko”, Erol Taş’ın, Danyal Topatanlar’ın... Yeşilçam’da çok örnekleri var. Şimdi biz bu tip miraslara önem veriyoruz. GORA’da benim ana karakter Arif’in başka bir gezegene giderken Sadri Alışık izliyor olması zaten öyle bir işaret. Yani ben öyle filmlerin varlığını hatırladığımızı vurgulamak için öyle işaretler koyuyorum. Şimdi yakın zamanda birisi Arif karekteri için yorum yapmış; “Sadri Alışık’ın çakması gibi bir karakter o” diyor. Bu doğru bir tespit değil. O bir sevginin, vurgunun belirtisi.
Bütün filmlerinizde hep Ozan Güven, Zafer Algöz, Özkan Uğur var. Niye aynı kadro?
Geriye dönüp baktığım zaman bu soruyla çok karşılaşıyorum. Ama Zafer Abi hangi filmde olursa olsun, Zafer Abi’dir. Beraber çalışıyor olmak benim şansım yani. Bence insanlar algıyı şuna bağlarlarsa iyi olur. İyi oyuncuyu izlemekten hoşlanıyorsa ki bu bir seyirci kalibresidir, herkes iyi oyuncuyu izlemekten hoşlanır. Dolayısıyla bizde var olandır. Bizim filmler çok hüner istiyor rollerde, yani yapacak bir şey yok. Özellikle en başında oynamayı bırakın, espriyi paylaşıyor olmayı istiyor. Onu paylaşmadığın arkadaşlarınla mekanik olarak canlandırmak çok zor. Ama “Sen burada şerifi oynuyorsun” diyeceğim insanla espriyi paylaşmıyorsan yalnızca oynar ve gidersin. Abim bana “Bu filmde ben de oynacağım” dedi. “Nasıl yani sen oyuncu değilsin ki” demiştim. Bir gece senaryoyu yazdığımız zaman kısık sesle, kimse yokken bana “Bir şey soracağım sen niye oynuyorsun?” dedi. Sonra ben de abi kardeş olunca, mesleki unvanlar gidince, bir anda hak verdim adama. Filmde oynattım.
Senaryoyu yazarken “Ben bu filmde olmayayım” deyip, sonra dayanamayıp girdiğin oluyor mu?
Örneğin ben filmde replikleri notlar halinde çalışıyorum, sonra herkese anlatırken oynayarak anlatıyorum. Oynayarak anlatırken de, “Ahhh kadın olaydım da şu Demet’in rolünü oynayaydım” diye içimden geçiyor tabii. Hepsi için öyle.
Büyük bir kıskançlıkla yazıyorsun. Niye paylaştığın, sevdiğin insanlarla yapmak istiyorsun... Yabancıya gitmesin diye.
Size en çok hangi film kazandırdı?
AROG çok kazandırdı. Hokkabaz’ın gişesi çok düşük olmasına rağmen oran olarak o da kazandırdı. Ama gözlemlediğim kadarıyla en çok kazandıran Yahşi Batı olur. Öyle görünüyor.
“Bu film için gişe 3 milyonun altına düşmez” dediniz.
Artık ben gişeye takmıyorum yani benim için geçmişte kalan bir şey bu. En çok izlenen film olma meselesi muhasebe meselesidir. Dünyada da box office denilen şey kişiyle ölçülen bir şey değil, gelirle ölçülür, bu film şu kadar kazandı diye. Dolayısıyla ben ticari olarak çok şanslılardan birisiyim, bunu sıkıntı edecek bir ruh halinde hiçbir zaman olmadım. Hatırlıyorum en çok sevdiğim yönetmenlerle mukayese edip, bizi galip yapıyorlardı. Bundan vicdani rahatsızlık duyuyordum. Benden, Zeki Demirkubuz’dan daha iyi bir film yaptığım için 4 milyon kişi izliyor hissiyatına kapılmamı nasıl beklersin? Nuri Bilge Ceylan’ın en çok izlenen filmi Üç Maymun sanırım. Ama “Nuriciğim bizim de GORA var olur mu?” denir mi? Bu bir ahlak problemi olur, bu sinema bilmemek olur, ayıp olur. Bu insanlarla karşı karşıya gelmemizi sinema sanatı adına saçma bulurum.
Bu eleştiriler moralinizi bozuluyor mu?
Bu eleştirilerden bir kazanım edinmedim şimdiye kadar. Yalnızca adam tanıdım. Moralim bozulmuyor ama merhamet diye de bir şey var hayatta. İnsan merhamet ediyor. Bir insanın tiki var ve onu devamlı dürterler. Yazık değil mi o adama, kim burada suçlu, tiki olan mı? Yoksa dürten mi? Kimin ahlak sorunu var o zaman? E şimdi benim tikim var diyelim. Niye dürtüyorsun devamlı: “Bu böyle şeylere çok gıcık oluyor, o zaman devam dürtelim.” Ee yazık değil mi? Ben komedyen olarak birinin tiki var diye, devamlı bıdı bıdı yapıp onu devamlı küfür ettirmekten hiç hoşlanmam.
Sahneye çıktığınız zaman, insanlar sizi görür görmez gülüyor. Bunun formülü ne?
Komedinin bin yıldır bilinen kurallarına biat ettim ben. Onlar da: Asla komedi ciddi bir iştir deme. Mizah bir silahtır deme... İşine bak işini yap. İşini yaptığın zaman zaten silahsa silahtır, değilse değildir. Ben sokaktaki adamla o mizahı paylaştığımı biliyorum. En entelektüeliyle, en yüzeysel yaklaşanının harmanlandığı 3 bin tane gösteri yapmışım. Koltukların birisinde bütün dünyadaki komedyenleri izlemiş adam oturuyor A2’de, diğeri A4’te bizim apartmandan Celal. “Bana bilet verir misin?” demiş, vermişim, önde onunla beraber oturuyor. İkisi de gülüyor. E şimdi bu şaka mı? Ortak bir payda var demek ki. Ona hürmet etmek lazım, hafife almamak lazım.
Sanatsal üretiminiz için nerelerden besleniyorsunuz. Mesela halkın arasına karışır mısınız, tedbili kıyafetle?
Benim çok doğal bir hayatım var. 13 yaşında ne kadar sosyalsem şimdi de o kadar sosyalim. Gece hayatım yoktur yani, hiç yoktur. Mazbut bir insanım. Bir otomobil merakım olduğundan bahsedilir ama benim seyahatimin yüzde 90’ı taksiyle olur.
Babanız için “Benden daha esprili” diyorsunuz, aklınıza gelen en baba esprisi ne?
Babamın annemle tanışma ve vakit geçirme planı şöyle: 1966’da açık hava sinemaları var İstanbul’da. Annemler ailece sinemaya giderken buluşuyor, tanışıyorlar. Beraber vakit geçirmek istiyorlar ama sinemaya da gidemiyorlar. O zamanki flört durumları öyle tabii. Babam annemin kız kardeşine diyor ki “Al bak bu da parası, bundan sonra sizin aileye bilet alırken 6 kişilik değil, 7 kişilik al.” Teyzem de 7 kişilik alıyor. A2, A4, A6 ve finaldeki biletin koçanını koparıp babama veriyor. Ailece filme gidiyorlar, yan koltukta babam oturuyor annemin yanında. Bir, iki, üç, beş artık 7’nci filmde anneannem diyor ki; “Lan devamlı aynı adamın yanına denk geliyoruz.” Bu adam benim babam işte (gülüyor).
Sanatsal üretiminiz için nerelerden besleniyorsunuz. Mesela halkın arasına karışır mısınız, tedbili kıyafetle?
Benim çok doğal bir hayatım var. 13 yaşında ne kadar sosyalsem şimdi de o kadar sosyalim. Gece hayatım yoktur yani, hiç yoktur. Mazbut bir insanım. Bir otomobil merakım olduğundan bahsedilir ama benim seyahatimin yüzde 90’ı taksiyle olur.
Babanız için “Benden daha esprili” diyorsunuz, aklınıza gelen en baba esprisi ne?
Babamın annemle tanışma ve vakit geçirme planı şöyle: 1966’da açık hava sinemaları var İstanbul’da. Annemler ailece sinemaya giderken buluşuyor, tanışıyorlar. Beraber vakit geçirmek istiyorlar ama sinemaya da gidemiyorlar. O zamanki flört durumları öyle tabii. Babam annemin kız kardeşine diyor ki “Al bak bu da parası, bundan sonra sizin aileye bilet alırken 6 kişilik değil, 7 kişilik al.” Teyzem de 7 kişilik alıyor. A2, A4, A6 ve finaldeki biletin koçanını koparıp babama veriyor. Ailece filme gidiyorlar, yan koltukta babam oturuyor annemin yanında. Bir, iki, üç, beş artık 7’nci filmde anneannem diyor ki; “Lan devamlı aynı adamın yanına denk geliyoruz.” Bu adam benim babam işte (gülüyor).
Birçok filme gala yaptınız. Bu galalarda herkes gittiği film için süper diyor. “Hiç film kötüydü” diyen olmuyor.
Garip değil mi?
Daha acayibi var. Galada sizi beğendiğini söyleyip gazeteye hiç beğenmediğini yazanlar da oluyor.
Siz galada kötü bir filme kötü der misiniz?
Dememeyi öğrettiler. Demeye gayret ettim. Çünkü en azından eşitlik karinesi... Bizimkilere neler söylediler. Ben de elimden geldiğince şu film pek parlak değil demeye çalıştım.
Ohoooo hiç öyle değilmiş. Kimse senden beklediği olgunluğu göstermiyormuş.
Çekimlerde seyisin ölmesi başımıza gelen en kötü şeydi
Türkiye’nin en komik kadını kim?
İçeriği bir uyarlama olmasına rağmen oyunculuk olarak ona çok şey kattığı için Demet Evgar’ı seviyorum. Bir de Gülse Birsel. Bir yazar olarak Gülse’yi de önemli buluyorum. Yoksunluktan mizah devşirme meselesine alternatif ürettiği için çok başarılı. En iyi yaptığı şey şehirli kadın bakış açısında hiç umulmadık gözlemler. İyi kadın yazar mutlaka var. Bir sürü dram da var ama mizah yazarı olarak onu çok önemsiyorum.
“80 yaşına kadar bu işi yaparım” diyorsunuz.
Yaparım. Örnek aldığım kişi de Aydın Boysan. 13-14 yaşında ilk okuduğum mizah yazarı Aydın Boysan. Ondan çok şey öğrendim. Gençlere tavsiye ediyorum.
Yahşi Batı’nın setinde bir seyis ölmüştü...
O üzüntüyü sizi anlatamam. Eğlenceli bir filmin içinde olabilecek en kötü şeylerden bir tanesi. Ama hayatın gerçeği. O konuda profesyonel bir duygu yok. Film sırasında elbette duyulmayan da birçok tatsız şeyler olabilir. Hayat durmuyor, biz dursun diye hayal ediyoruz. Filmler sırasında yollardayız. Fiziki bir sürü olaylar geçiyor. Doğa şartları. İnsanların sete gelip giderken yaşadığı trafik maceraları bile filme dahil.
Yine Yahşi Batı setinde hoş bir olay yaşanmış. Bir işçiye arabayı paketlemiş, süslemiş hediye etmişiniz.
Bir komiklik yaptık tabii. O kadar filmcilik olacak. Setteyiz orada doğal olan ne var ki? Arabayı tabii fiyonk yaparız, koca kasaba. Sürpriz yapmayı severim. Keanu Reeves bir keresinde Matrix’i çekerken 20 kişiye Harley Davidson motor almış. Ben de kendi gelirimi böldüm çarptım çıkardım matchbox’a (küçük oyuncak arabalar) denk geliyor.
Yeni proje...
Yahşi Doğu olabilir. Bizim filmin kahramanlarının başka maceraları olabilir.
**Mozart’ın 25’inci senfonisini çalışıyorum
Orkestra şefliğine gelelim...**
Bu teklifi kabul etme sebebim öncelikle yeteneğe hayranlığım olması. Bizim memlekette kulağından leblebi sokup ağzından çıkarmayı yetenek sanıyorlar. Benim en büyük hayalim 5 yaşında bir çocuğun şakır şakır keman çalması.
Provalar yapıyor musunuz? Müzisyenler gülüyor mu size?
Şu ana kadar bir tane prova yaptık. Gülerler tabii, çok komik adamlar. Komik olan ben değilim. “Bu ne?” diyorum “Viyola... Viyola kemanın dizeli” diyorlar. Adamlar böyle esprili çocuklar. “Biz Qarted’iz” diyorlar, ben de “Dört çeker yani” diyorum. Qarted’in bizdeki karşılığı dört çeker. Adam “Bu dizel kemanlar daha ağırdan alır” diyor.
Normalde konuk şef olmak için para veriliyor...
Benim de teklifim o yöndeydi ama kabul etmediler. Konuk şefler bir bağışta bulunuyor ama istemediler.
Eser belli oldu mu?
Evet... Mozart senfoni 25. Sol minör (gülüyor). Mozart en sevdiğim. Çünkü direkt neticeye gider.
Peki siz orkestrayı tanıtacak mısınız?
Tanıtacağım tabii. 14 tane birinci keman var. Bir de niye 1’inci keman? (gülüyor) Sanata hürmet, ona dikkat çekmek istiyorum. “Kabiliyet nedir?”le ilgili bir tespit, bir vurgu yapmam lazım.
Müzisyenler çalarken size gülerse...
Gülmelerini istiyorum ben de... Mozart da gülen birisi. Klasik müzik öyle snobe edilecek bir şey değil. Klasik müzik devrinden dolayı klasik müzik. Adam onu ne neşe, dert içinde yazmış. Adı üstünde müzik. Yalnız dinleyenin kendinden menkul bir havası oluyor. Müzisyen gönlünü koymuş. Onu gereğinden fazla snobe eden olayı böyle egzajere eden, dinlerken kendini Mozart zanneden seyirciyle benim işim. Hürmet et, izle, abartma. Kendinden geçme. Bir tek sana ait zannetme. Müzik herkes için.
Televizyonun bozuk kumandasını şöminede yaktım
Yılbaşı gibi günler benim için çok bir şey ifade etmez. Geçen sene evde tek başımaydım. Televizyon kumandası da bozuktu, hiç kanal da değiştiremedim öyle kaldı. Hatta kumandayı şöminede yaktım, çalışmıyor çünkü. Her şeyim var ama bir kumandam yok.
**Muhabbet bittiği zaman ilişkimi bitiririm
Hiçbir kadın için aşk acısı çekmedim
Otomobillere çok düşkünsünüz...
Kim kadar mesela? Sana bir isim söyleyeceğim kaç arabası olduğunu duyunca dudağın uçuklayacak. Seinfeld’in 90 tane Porsche’si var. Jay Leno’nun da 250 tane arabası var. Ben trafikte çoğunlukla taksi ile geziyorum.
Otomobil konusunda çok seçicisiniz. Peki kadın?**
Ben gençliğimde dahi bu tufaya düşmedim. Hiç benim bir röportajımda “Esmer kadınlardan hoşlanırım, kadınlar bekleyin geliyorum” yoktur. Bir adam uyduruyorlar. Bu adamın ağzından “Bekleyin kadınlar geliyorum” dedirtiyorlar. Bunu bir başkasına soruyorlar. O da uydurulmuş lafa ders veriyor, “Terbiyesiz hayvan herif, senin neyine gerek?” diyor. Sonra öbürü de ona “Hayır bence Cem Yılmaz haklı. Kadınlar beni bekleyin diyorsa bir bildiği vardır” diyor. Bir diğeri de “Hayır haddini bilmeli” diyor. İyi ama ben böyle bir şey demedim ki dayı! 10-15 sene böyle geçti.
Bir ilişki sizin için ne zaman biter?
Muhabbet bittiği zaman ilişki de biter.
Bir kadının peşinden çok koştunuz mu?
Koşmadım.
Aşk acısı çektiniz mi?
Yok hiç çekmedim. Aşk acısı denilen şeyin ne demek olduğunu bilmiyorum.
Evliliği düşündüğüm oldu ama resmi olarak teklifte bulunmadım
Bir kadın için ağladınız mı?
Kadına niye ağlayayım, kendime ağlarım. Bütün insanlığa ağlıyorum ben (gülüyor). Benim için aşk acı bir şey değildir. Acı Aşk (gülüyor).
Aşkla ilgili konuşmayı sevmiyorsunuz?
Bu konular çok ince konular. Gerçekten bana özel hayatımla ilgili sorular sorulmasını istemiyorum. Magazinel olan, eğlenceli olan, aşk hayatı denilen şey aşk hayatı değil aslında, zamparalık hayatı. Benim hiç öyle bir hayatım olmadı. Bunlar daha çok partici tiplerin işi, ben hiç öyle olmadım.
Evlilik teklifi...
Bu “Evlilik vaadiyle kandırdınız mı?” sorusuyla aynı. Resmi olarak hayır. Düşündüğüm oldu ama resmi bir teklifte bulunmadım.
İlk aşkınızı hatırlıyor musunuz?
Hatırlıyorum, uğruna bir çocuğu dövmüştüm. İlkokul 3’te. Sıralarda örtü vardı ya. Her hafta bu örtüyü birisi yıkıyordu. Sıra kızda değilmiş, beraber oturduğu sıradaki çocuktaymış. Kavga ediyorlardı. Çocuk da örtüyü kızın önüne attı. “Ne oluyor burada?” dedim. Çocuğun elinde de iş eğitimi dersinde yaptığı küçük halı vardı. Ben de aldım onu kırdım. “Hanımefendi arkadaş sizi rahatsız ediyor mu?” ayakları yaptım. Kızı kurtardım.