HABER

"Sinemada evrensel bir tema yakalamak gerekiyor"

Yönetmen, senarist ve görüntü yönetmeni Emre Konuk: - "Kameranın başında olmak ve yazmak beni mutlu hissettiriyordu. İşin içine girince de sinemada bir şey anlatmak gerekiyordu. O dert kısmı sonradan başladı. Bir kitle hikayesi yerine küçük insan hikayesi anlatmayı düşündüm" - "Çırak, ölüm korkusu yaşayan bir adamın hikayesi. Uşak, ölümle yüz yüze kalmış yaşlı bir adamın hikayesi. Doktor da oğlunu kaybetmiş doktorun hikayesi. Bunların senaryosu en baştan hazırdı" - "Festival müthiş bir ortam. Yeni insanlarla, senaristlerle, yönetmenlerle tanışıyorsunuz. Belki bir sonraki filminizin yapımcısıyla tanışıyorsunuz. Festivaller olumlu kullanıldığında çok güzel ortamlar bence"

HİLAL UŞTUK - ORHAN YOLDAŞ - Yönetmen, senarist ve görüntü yönetmeni Emre Konuk, "Filmleri yazarken evrensel olmayı önceliyorum. Doğru konuyu seçerseniz bütün insanlara dokunabiliyor. Sinema yaparken ince nokta bence evrensel bir tema yakalayabilmek. Yerel bir konuyu evrensel bir dille anlatabilirsiniz." dedi.

Ödüllü yönetmen Konuk, AA muhabirine yaptığı açıklamada, lise yıllarında kitap okuyup öykü yazdığını dile getirerek, daha sonra yazdığı hikayeleri film olarak çekmeye karar verdiğini anlattı.

İlk çekimlerinin başarısız olduğunu ifade eden Konuk, üniversitede Radyo, Televizyon ve Sinema Bölümü'nde okuduğunu dile getirerek, "En başında anladım ki ben sahada olmalıydım. Çok beğendiğim filmlerin beğendiğim sahnelerini maket yapardım. Örneğin iki kişi masada yemek yiyorsa maketini yapar benzer ışıklar yapmaya çalışırdım. Böylelikle tekniğe merakım arttı ve teknikle ilgili ilerlemeye başladım. Ailemin desteğiyle küçük bir kamera aldım ve teknik çekimlere başladım. Biraz ilerleyince dramayla ilgili bir şeyler yapmaya ihtiyaç duydum ve üniversitede kısa filmler çekmeye başladım. Serüven bu günlere kadar geldi." diye konuştu.

Konuk, sinemacı olma fikrinin, annesi dışında ailesinde hoş karşılanmadığını vurgulayarak, "Annemle birçok şeye o dönem göğüs gerdim. Okula burslu başlamıştım, devamsızlıktan bursu kaybettim. Hem çalıştım hem de sinema yapmaya gayret ettim ve bugünkü noktaya geldim." ifadelerini kullandı.

İlk filminde babaannesini ele aldığını dile getiren Konuk, "Babaannem felçliydi. Onun hareket edememesi dikkatimi çekiyordu. Bir drama hissediyordum. Babaannemin günlük hayatını çekmeye başlamıştım. Amatör film diyemeyiz de belki bir belgesel gibiydi. İlk babaannemle ilgili videolar için kayda bastım." dedi.

- "Uşak'ı yaz mevsiminde çekeceğiz"

Emre Konuk, sinemaya sanatsal bir eğilimle başladığının altını çizerek, şu bilgileri verdi:

"Kameranın başında olmak ve yazmak beni mutlu hissettiriyordu. İşin içine girince de sinemada bir şey anlatmak gerekiyordu. O dert kısmı sonradan başladı. Bir kitle hikayesi yerine küçük insan hikayesi anlatmayı düşündüm. Kısa filmlerim de öyleydi. İlk filmim 'Çırak', bir terzi çırağının hikayesi. Çok dallanıp budaklanmayan, bir karakteri takip ettiğimiz bir senaryo. Planlarım arasında hep yazdığım filmleri çekmek vardı. (Son film) 'Tahta Kılıç'ın senaryosu bana geldiğinde çok etkilendim. Kosova'nın 1998-1999 yıllarında yaşadığı o savaş ortamı ve yetim kalan çocukların hikayesi beni etkiledi. Güçlü bir senaryoydu. Senaristle çalıştıktan sonra ikimizin de ortak noktaya geldiği metne kavuştuk. Geçtiğimiz yaz bu filmi çektik. Etkileyici bir film olduğunu hissediyorum. Kurgusunu bitirdik. İzlerken beni etkiliyor, umarım insanları da etkiler. Üçüncü filmim de 'Uşak' olacak. Kültür ve Turizm Bakanlığı'ndan destek çıktı. Önümüzdeki yaz çekeceğiz. Tahta Kılıç'ın ise şu an post prodüksiyon aşaması sürüyor ancak sonraki adım festival."

"Uşak" filmiyle ilgili TRT ile ortak yapım için görüştüğünü aktaran Konuk, "Uşak'ın senaryosu Çırak'tan önce hazırdı. İlk film olarak Uşak'ı çekmeye korkuyordum çünkü zor bir film. Bu nedenle önce Çırak'ı çektim. Uşak, 1950'li yıllarda bir köşkün içinde, tek mekanda geçiyor. Gözümü korkutan da bu, yani tek mekanda izleyiciyi sıkmadan bir film ortaya çıkarabilmek. Bir de ilk film olduğu için biraz korkutucu geldi. Çırak, o duvarı kırmamı sağladı. 1950'li yıllarda geçen bir efendi-uşak hikayesi. Uşağın her hafta yemek hazırladığı efendisinin ve arkadaşlarının sohbetine kulak kesilmesi ve bir gün en büyük hayalinin o masaya oturmak olması üzerine kurulu bir hikaye. Çırak, Uşak ve Doktor üçleme. Tematik bir üçleme. Merkezlerinde ölüm var. Doktor'u da yazdım. Çırak, ölüm korkusu yaşayan bir adamın hikayesi. Uşak, ölümle yüz yüze kalmış yaşlı bir adamın hikayesi. Doktor da oğlunu kaybetmiş doktorun hikayesi. Bunların senaryosu en baştan hazırdı. Bundan sonrası için herhangi bir fikrim yok." değerlendirmesinde bulundu.

- "Çırak vizyona girse belki en fazla 10 kopyayla girebilirdi"

Payitaht Abdülhamid dizisinin de yönetmenliğini üstlenen Konuk, film festivallerinin, filmlerin seyirciyle buluşması açısından önemli olduğunu söyleyerek, şöyle devam etti:

"Çırak vizyona girse belki en fazla 10 kopyayla girebilirdi. Bu bir gerçek ve herkesin kabul ettiği bir durum. Festivallerin en büyük özelliği vizyonda şans bulamayan filmler orada büyük kitlelere ulaşabiliyor. Çırak, çok büyük festivallerde de yarıştı. Bizim gönüllü katıldığımız, insanlar bu filmi izlesin dediğimiz festivaller de oldu. Festival müthiş bir ortam. Yeni insanlarla, senaristlerle, yönetmenlerle tanışıyorsunuz. Belki bir sonraki filminizin yapımcısıyla tanışıyorsunuz. Festivaller olumlu kullanıldığında çok güzel ortamlar bence. Bir film çekiyorsunuz ve kurgusunu bitirirken en az 100 kere izliyorsunuz. Artık film sizin için bitiyor ve çok izlediğiniz için sıkıcı bir hal almaya başlıyor. 'İnsanlar ilk gösterimde filmi anlayabilecek mi? Düşündüğüm yerlerde, düşündüğüm reaksiyonu alabilecek miyim?' endişesi başlıyor, Yönetmen filmi izlemekten ziyade yanında ve arkasındaki insanı gözlemlemekle vaktini geçirir. İlk katıldığım festival olan Uluslararası Antalya Film Festivali, özgüvenimi sağladı. Filmde reaksiyon almam gereken belirlediğim 10 yer vardı. 10'da 10 oldu. Festival bittiğinde çok alkışlandı ve 'Çırak' olmuş dedim."

Malatya Film Festivali'nde izlediği kısa filmleri de değerlendiren Konuk, "Basit hikayeleri, yenilikçi bir dille anlatan filmler de vardı, hiç duymadığımız, bilmediğimiz hikayeleri anlatan filmler de. 10 filmden 8'i mini sinema filmi gibiydi. Bunun avantajı şu, kısa filmci birçok ödül aldıktan sonra kısa filmi bir zıplama tahtası olur. Belki sinema filminin kaynağını, yapımcısını bulacak. Kısa filmciler için festivaller güzel ortamlar. Değerlendirmeleri gerekiyor. İzlediğim kısa filmlerden gurur duydum. Teknik ve içerik olarak çok iyiydiler. " şeklinde konuştu.

Konuk, ortaya çıkan her eserde evrensel olmanın önemine vurgu yaparak, "Filmleri yazarken evrensel olmayı önceliyorum. Doğru konuyu seçerseniz bütün insanlara dokunabiliyor. Sinema yaparken ince nokta bence evrensel bir tema yakalayabilmek. Yerel bir konuyu evrensel bir dille anlatabilirsiniz. Mesela 'Çırak' panik atak hastası bir adamın hikayesiydi, dünyanın her yerinde panik atak hastaları var." ifadelerine yer verdi.

En Çok Aranan Haberler