yazı: Turan ÇETİN
Çoğumuzun belgesellerde aslanlarla mücadele ederken seyrettiği sırtlanlar, aslında yanı başımızdaki bozkırla kayalık alanların arasında yaşamaya sessizce devam ediyor. Ülkemizdeki sırtlanların Afrika belgesellerindeki sırtlanlardan farkı benekli değil de çizgili olmaları. Genelde geceleri tek başlarına dışarı çıkar, leşlerle (ölü hayvanlar), incir, karpuz, kavun gibi geniş bir yemek menüsüyle beslenirler. Bugün hâlâ yeryüzünü terk etmemelerinin, hayatta kalmalarının en büyük nedenlerinden birisi budur. Leşlerle beslendiği için ölü hayvanlarda meydana gelen mikropları da önlerler. Aslında doğanın çöpçüleri, temizleyicisidirler.
Doğa Derneği sırtlanların pilot alanlarda yuvalarını tespit etmiş ve yok olmamaları için yöre halkıyla beraber çalışmalar yürütmeye on yıl önce başlamıştır. Bu bağlamda ilk defa ülkemizde sırtlanların kamera görüntüleri alındı ve yuvaları tespit edilerek koruma çalışmaları hızlandırıldı. Hem alanın resmi koruma statüsü kazanması (Yaban Hayatı Geliştirme Sahası) hem de yerel halk tabanlı koruma çalışmalarının gerçekleşmesi için çalıştı.
Koruma çalışmalarını yaptığımız Urfa’nın Bozkır Köyü Muhtarı Salih Amca, sırtlana bozkırın efendisi diyor; “bu dağlar, tepeler ondan sorulur, atalarından böyle öğrenmiş...” Arada bir onları uzaktan görmek de kendisini çok mutlu ediyor. Muhtar haklı, bulunduğumuz yüzyılda dağların ve tepelerin gözle görülen en güçlü canlısı olarak sırtlan kaldı. Önceki yüzyıllarda Anadolu’da aslanlar, leoparlar, çitalar varken bu bölgede kalan en büyük yırtıcı maalesef yalnızca çizgili sırtlanlar. Muhtarın oğlu Mikail, “dört çocuğum var, üçü evde, diğeriyse ilk evladım” diyerek bana sırtlanların inlerini gösteriyor. “Çocuklarım neyse sırtlanlar da öyledir” diyor. Mikail gönüllü olarak sırtlanların korunması ve izlenmesi için var gücüyle çalışıyor. Avcıların gelmemesi ve denetlenmesi için sınavlara girerek fahri av müfettişi bile olmuş. Bazen düşünüyorum, nesli tehlike altında ve tükenmek üzere olanlar, sırtlanlar mıdır yoksa Mikail gibiler mi?
Diğer alanlardaysa özellikle sırtlanların yuvalarının yakınlarındaki köylerde yaşayan yerel halkın sahiplenmesi bölgede en küçük bir sırtlan olayının bizlere bildirmesiyle sonuçlanıyor. Çoğu zaman gördükleri halde sadece seyrediyor ve birbirlerini uyarıyorlar. Son beş yıldır bölgede tüfekle vurulan sırtlan kaydı hiç yok.
Bir keresinde koruma çalışmalarında yoğun ve başarılı olduğumuz Bozkır Köyü’nde puhukuşu (kanat açıklığı 1,5 metre boyu 70 santim civarında) arazisine, gözlem yapmak ve kayıt almak için gitmiştik. Gittiğimiz yer derin bir vadiydi, aynı zamanda sırtlan yuvalarının olduğu bir bölgeydi. Üç kişiydik. Arazide ilerlemeye başladıkça etraf insansızlaşmaya başlıyordu. Bir süre sonra tepeden, omzunda tek kırma tüfeği olan biri bağırmaya başladı: “Buraya girmek yasaktır!”
Aslında alanda yasak olacak bir statü olmadığını biliyordum. Koşar adımlarla yaklaşmaya başladı, yanımdaki arkadaşların tedirgin olduğunu anladım, sanırım bir sorun çıkacaktı. Yanımıza geldiğinde alana girilmesinin yasak olduğunu, sebep olarak da bu alanda önemli canlıların yaşadığını Urfa şivesiyle bize sertçe söyledi. Alan yıllardır Doğa Derneği’nin köylülerle çalıştığı bir bölgeydi. Genç arkadaş beni tanımıyor ama köy muhtarı amcasının tembihleriyle alanı cansiperane koruyordu. Amacımızı ve kendimizi tanıtınca genç kardeşimizin yüzü mahcupça güldü.
Bu aslında, yaptığımız çalışmaların doğru yolda olduğunu, alanı en iyi koruyanların ve sahiplenenlerin o alanda yaşayan kişiler olduğunu bir kez daha göstermişti.