YEMEK

Siyahın Adı Varsa, Yeşilin de Tadı Var…

Kimi kaynaklara göre, çayın keşfedilmesi tamamen bir rastlantıya dayanır. MÖ 2700 dolaylarında hüküm sürdüğü sanılan bir Çin imparatorunun, Chen Nung’un, içmek üzere hazırlatmakta olduğu kaynamış suyun üzerine, yakındaki çay bitkisinden tesadüfen bir-iki yaprağın düşmesiyle oluşan içecek o kadar hoşuna gider ki, imparator derhal her yere bu mucize bitkiden ektirir.

Siyahın Adı Varsa, Yeşilin de Tadı Var…

Bu tür efsanelere inansanız da, inanmasanız da, değişmeyen bir gerçek var: Çay, Çin’den Batıya gelmeden önce uzun yıllar, Asya ülkelerinde “suyun basit lezzetine daha üstün bir seçenek” olarak, sürekli tüketilmiştir. Anavatanı Çin’den çıktıktan sonra çay, önce Asya’da yayılır. Daha sonra, Hindistan’daki yaygın kullanımı sonucunda, İngilizlerin tutkusu haline gelir ve bu kanalla Avrupa’ya ulaşır.

Doğudan gelen tüm diğer egzotik tatlar gibi, kısa sürede bir ticaret ve güç unsuru haline gelir. Çayın Batıya ulaşması sayesinde de, çocukluğumuzdan beri hafızamıza kazılmış olan birçok egzotik yer ismi, günlük sözcük dağarcığımıza katılır; Seylan gibi, Siyam gibi… Örneğin ben hâlâ, çayın gizemli kimliğine olan tutkumdan mıdır nedir, yalnızca çayla ilgili sohbetlere mahsus olmak üzere, Sri Lanka ve Tayland yerine, bu isimleri kullanmayı seviyorum.

Kısa süre sonra, çaya olan alışkanlık ve rağbetin arttığını gören İngilizler, bu konuda tüm kontrolü elde edebilmek için, sömürge ülkelerinde kendi plantasyonlarını oluştururlar. Aslında bugün severek içtiğimiz pek çok egzotik çay türü de, örneğin Darjeeling ve Assam, daha eski dönemlerden değil, işte bu dönemden beri üretilmekte. Derken, 19. yüzyılda çay plantasyonlarının sayısı artar ve giderek, çay ticareti tarihteki en etkin ticaretlerden birisi haline gelir. Çoğunluğu İngiliz olmak üzere, pek çok çay şirketi büyüyerek, güçlü “çay imparatorlukları” haline gelir.

İngiltere, Hint kültürüyle etkileşiminden ötürü çayı bu denli benimsemiş olsa da, çay nihayet Batıya ulaştığında, öyle sanılacağı gibi, hemen kabul görmez. Örneğin, Fransa’daki kahve içme geleneği yüzünden, yalnızca bir “elit içkisi” olarak kalır ve uzun süre İngiltere’dekinin ancak onda biri miktarında tüketilir. Bu arada, pek çok başka benzer madde gibi, önceleri ilaç niyetine kullanılır. Gerçekte de, hazım için yararı ve yatıştırıcı etkisi, inkâr edilmeyecek kadar yüksek.

Bugün bile, örneğin göz yorgunluğuna karşı en hızlı çözüm, çayla ıslatılmış pamuk değil mi? Yani her halükarda, çayın çok güçlü bir dinlendirici etkisi olduğu kesin. Burada, eski İngiltere başbakanlarından Herbert John Gladstone’un bir sözünü anmadan geçemeyeceğim: “Eğer üşüyorsanız, çay sizi ısıtır. Eğer çok sıcaksa, çay sizi serinletir. Eğer keyifsizseniz, çay sizi hareketlendirir. Eğer fazla heyecanlıysanız, çay sizi yatıştırır.” Eh, daha ne yapsın içeni mutlu etmek için çay?!


Asya’nın bazı yörelerinde, çay yapraklarıyla pişirilen yemeklere de rastlanıyor. Birmanya’da leppet ve Tayland’da miang bu yemekler için en güzel örnekler. Ayrıca yine Asya’daki bazı ülkelerde, çay yaprakları tütün gibi de tüketiliyor yani bunlardan sigara sarılıp içiliyor.

Çayın yeryüzünde yayılma serüvenine, kaldığımız yerden devam edecek olursak, bu konudaki en ilginç öykülerden birisine geliyor sıra; çayın Amerika macerasına. Çay İngiltere’ye geldikten kısa bir süre sonra, tüm diğer İngiliz kültür özellikleriyle birlikte, Amerika’ya da taşınır ama burada, başka hiçbir ülkede yapmadığı bir şeyi de yapar; Amerika’nın özgürlük savaşını başlatır!

Tarihte Boston Tea Party (Boston Çay Partisi) diye anılan bir olay sonucu, Amerikalılar İngilizlere karşı özgürlük savaşının uzun zamandır beklenen başlama işaretini verirler. Londra’daki yönetim, çay satış yetkisini, East India Company adlı bir şirkete monopol olarak verince, isyan eden Amerikalılar, tam üç gemi dolusu çay yükünü denize dökerler ve böylece Amerika’nın özgürlük savaşına giden süreç başlamış olur.

Tarihte imparatorluklar kurmuş, özgürlük savaşları başlatmış, kültür oluşturmuş bir bitki ve onun içeceği olan çay, macerasını, günümüzde de, yeryüzünde sudan sonra en fazla tüketilen ve yine sudan sonra en ucuz içki olarak son derece özgün ve saygın bir biçimde sürdürmekte. Dünyada, günde ortalama üç milyar fincandan fazla çay tüketildiğine bakılırsa, sonsuza kadar da sürdürecek gibi de görünüyor.

“Çay” kelimesinin başka pek fazla maddenin ismine nasip olmayan bir özelliği de var; dünyanın pek çok birbiriyle ilgisiz dilinde değişmeden kullanılan az sayıda kelimeden birisi. Bu durum, çayın kökeninin Çin olduğuna dair başka bir gösterge olma özelliği de taşıyor. Çincedeki cha’i kelimesi, Türkçeden Lehçeye kadar birçok dilde hep aynı anlama geliyor.

Çayın beni çok etkileyen bir diğer özelliği de, sosyal boyutu. Misafir ağırlamak, birisiyle baş başa bir şeyler konuşmak veya bir dostunuza bir ikramda bulunmak, tüm içecekler arasından en fazla çayla ilintili gibi sanki. “Çay saati” kavramı, bunun en güzel göstergesi. İlginç olan, bu tür çaylı toplantıların daha ziyade kadınlarla özdeşleşmiş olması; biraz dedikodu, biraz havadis, biraz hasret giderme derken, nedense çay, sosyal kültüre, daha ziyade kadınlara özgü bir olgu olarak geçmişe benziyor.

Liseden mezun olduğumdan beri, eski sınıf arkadaşlarımla, yani “kızlar”la buluşmanın en güzel şekli; annemle ve teyzemle türlü çeşit yeni kurabiye pişirmeyi denemek için en geçerli bahane; kızımla sohbet etmek için en keyifli arkadaş… Böyle “çay durumlarını” bir bir sayınca, size de sanki erkekler hiç çay sohbeti yapmazmış gibi gelmiyor mu? Veya en azından erkekler çayı daha ziyade ev dışında, kadınların fazla gitmediği kahvehanelerde veya çay bahçelerinde içtikleri için, sohbetleri de orada kalıyor. “Bu acaba Türk veya Orta Doğu nitelikli bir özellik midir?” diye araştırınca, bu durumun, çok da evrensel bir durum olduğunu keşfediyor insan. Örneğin, Avrupa’da 19. yüzyılın sonundan itibaren belirli bir dönem, çayı yalnızca kadınlar, erkekler içki içerken içerlermiş. Sanki kahve erkeksi bir içki de, çay daha kadınsı, zarif, ince ve narin. Doğrusunu isterseniz, bu durum, benim çaya olan sevgimi daha da arttırıyor.

Ben yaptığı her işin ortasında kendini, “kalkıp bir çay demlesem” diye düşünürken bulanlardanım; çay içmenin vakti zamanı yok bana göre. Çoğu zaman Lewis Caroll’un ünlü klasiği “Alis Harikalar Diyarında”da, Alis’in nasıl bir türlü çay partisine yetişemediğini anımsayıp bu hayali kişilik için hayıflanırım. Herkes benim kadar keyifle özlemez çay içmeyi belki ama sanırım sıcak bir fincan çayın yanında sıcacık elmalı kurabiyeler ve iki ince limon dilimi karşısında kayıtsız kalacak insan çok azdır.

Usulünce demlenmiş sevdiği türden bir bardak çayı ince belli bir çay bardağına koyup yanına vazgeçilmez bir çay sohbetini veya fırından yeni çıkmış bir taze simidi katık etmek, kimsenin itiraz edeceği bir şey değildir bence. Bu türden bir çay keyfi, yeryüzünde belki de, mevsim ne olursa olsun, hem içinizi ısıtıp hem de gönlünüzü serinletebilecek tek şeydir!


Bir İçimlik “Siyah Çay”

Sürekli adını duyduğumuz ya da özelliklerini tam bilmeden içtiğimiz bir sürü değişik çay var mutlaka. Bunların en önemli grubunu, “siyah çaylar” denen, fırınlanmış çaylar oluşturuyor. İşte, en sık rastlanan “siyah çaylar” ve özellikleri:

English Breakfast - % 100 Çin Keemun çayından yapılan, güçlü ve düz lezzette bir çay.

Earl Grey - Hindistan ve Çin’den dört farklı tür çayın karışımına bergamot yağı emdirilmesiyle elde edilen aromalı bir çay.

Irish Breakfast - %100 Assam yöresi çaylarından yapılan, hafif malt kokulu, güçlü bir çay.

Darjeeling - Himalayalar’nın yüksek bölgelerinde yetişen bu çay, “çayların kraliçesi” sayılıyor. Fincanda güzel açık bir renk, burnumuzda da hafif bir muskat kokusu bırakıyor.

Assam - Hindistan’ın aynı adlı yöresinde yetiştirilen en “gizemli” çayı.

Orange Pekoe - En düz siyah çay harmanı. Diğer adı, Hint veya Seylan (Sri Lanka) harmanı.

Lapsang Souchong- Çin’den gelen, geniş yapraklı ve elde tütsülendiği için duman kokan farklı ve güçlü bir çay.

“Siyahın Adı Varsa, Yeşilin de Tadı Var…”

Özellikle son zamanlarda çok gündemde olan sağlıklı yeme-içme trendinin önemli bir boyutunu da, yeşil ve oolongçaylar oluşturuyor. Bu çayları geleneksel olarak siyah çaylar kadar tüketmesek de, giderek daha fazla isimlerini duyuyoruz. İşte belli başlı türleri kapsayan bir yeşil ve oolong çaylar listesi:

Gunpowder – Çin kökenli. Adını, elle sarılış biçiminden alıyor. Açık sarı ve üstün lezzetli bir çay. Üstelik, siyah çaya nazaran, çok daha az kafein içeriyor.
Moroccan Mint -Gunpowder çayla nane yapraklarının harmanı. Çok özel, buruk bir lezzet oluşturuyor.

Citron Green - Turunç kokulu ve portakal çiçekli bir “incelik”. Yeşil çayla tanışmanız için ideal bir başlangıç.

Gykuro- Japonya’nın en güzel ve en nadide çayı. Yüksek derecede kafein içeriyor. Yaprakları açık parlak yeşil olsun diye, yetiştiği bahçeler, hasat öncesinde sürekli gölgede tutuluyor.

Sencha- Yine Japonya’dan açık, parlak yeşil renkte ve az kafeinli. Sağlık açısından birçok yararlı özelliği olduğuna inanılıyor.

Bancha- Ve son Japonyalı yeşil; yeşil çayların en düz, basit ve saf olanı. Yani yeşil çaylar alfabesinin “A”sı.

"Güzin Yalın'ın Ruhun Gıdası Kitaplar tarafından yayınlanan "Mutfaktan, Tabaktan, Sokaktan" adlı kitabından alıntıdır.

Güzin Yalın'ın diğer yazıları için tıklayın.

En Çok Aranan Haberler