Eşen Çayı’nın bir kolu olan Karaçay Deresi’nin kayaları aşındırması ile oluşan kanyon adeta bir açık hava müzesi.
Yolu bilmek ve o yolda ilerlemek çok farklı şeylerdir.
Bedenimizi belirli bir tecrübeye erişmeden kanyon içinde asla özgürleştiremeyiz, bu çok tehlikelidir.
Kanyonda zihin gerçeği kabul etmekte zorlanır. Bunu daha önce birçok kez gördüm ve yaşadım.
Kanyon sporunda uçmaya başladığın zaman farkında olmadan daha da yükseğe çıkarsın.
Aşağıda sana yapamazsın edemezsin diyenleri görebilirsin, gülümseyip yükselmeye devam etmelisin.
Seydikemer kaymakamlığı ve Seydikemer Belediyesi ile irtibata geçerek ilk yazışmalarımı yaptım.
Amacımız Kanyonu kalıcı boldlayarak olası kazalara karşı daha hızlı müdahale edilmesini sağlamaktı.
Bu Cennet kanyon kazalar ile değil içerideki açık hava müzesi gibi güzellikleriyle adını duyurmalıydı.
Ekibin oluşması yarım saat sürmedi bile. Yedi kişi olmuştuk, en ideal sayıydı bu.
İstanbul’dan ben Haydar, Mustafa, Hakan, Ayşenur ve Bursa’dan Berna ve Umut İzmir’ den Bengü ile ekibi tamamlamıştık.
Ekipteki herkes defalarca kanyon geçişi yapmış ve eğitimleri tamdı, sadece Ayşenur salon ve teorik eğitimlerini tamamlamış fakat Ankara’ da yaşadığı için pratik eğitimi tamamlayamamıştı.
Onun ekibe dahil olmasını uygun gördüm çünkü azimli başarılı ve mücadeleci bir karakteri vardı. 26 yaşına 52 yıl sığdırmış gibiydi.
Annen baban kanyona gideceğim dediğinde ne dediler diye sordum. Babam yok deyince o görevi üstlenmemiz gerektiğini düşündüm.
Kanyona girmeden bir hafta önce İstanbul'a geldi ve son derece azimle tüm eğitimlerini de tamamladı.
Olası aksi bir durumda onun için ayrıca B planım vardı.
Kanyon sporu için sadece cesaret yeterli değildir, pratiklik ve hızlı zeka da gereklidir.
Çantam hazır, erzaklarım tam, ipim omzumda, yüzüm güleç, kalbim güm güm ben ancak bu durumda mutluluktan ölürdüm.
Seydikemer Belediyesinden Ramazan Yantır Müdürüm lojistik destek vereceğini söyleyince hiç bir eksiğimiz kalmamıştı.
Ve O büyük gün geldi çattı. Kalıcı boldlama için malzememiz tam mod’umuz zirvedeydi.
Dernek merkezinde buluşarak Saklıkente doğru yolculuğumuza başladık.
Bizi Belediyeden Mesut Çoban ve Alperen Küçükekiz kanyon çıkışında karşıladı, daha önceki senelerde de kanyon girişine kadar tüm lojistiğimizi sağlamıştı.
Basından gelen arkadaşlar ile küçük bir röportaj sonrası hemen ilk iniş için istasyonumuzu kurdum.
İniş yapmadan önce motivasyon ve dikkat edilmesi gereken konular hakkında bilgiler verdim.
40m olan çelik köprüden ilk inişi ben yaptım. Ekip arkadaşlarım da hızlı bir şekilde inişlerini tamamlayarak kanyon tabanına geldiler.
Tüm ekip köprüden aşağı indiğinde yaban hayvanlarına karşı nasıl mücadele edeceğimizi ve tutumumuzun ne olacağını anlattım.
Bunu anlatırken çok kısa bir süre sonra işimize yarayacağını hiç düşünmemiştim.
Güle oynaya, hayran hayran kanyon duvarlarına bakarak ilerlerken kanyonun ortasında yüksekten düşmüş bir domuz ile karşılaştık.
Devam ederken çok daha dikkat etmemiz gerektiğini anlamıştım. 2dk ilerlememiştik ki bir domuz süratle Ayşenur’un yanından geçerek üzerimize doğru gelmeye başladı.
Elimizdeki çantalarla kendimizi koruyarak bağırmaya başladık. Saldırıdan vazgeçen domuz geri dönerek dik kanyon duvarından saniyeler içinde tırmanarak arkadaşlarının yanına gitti.
Benim asıl korkum domuzlar değil ayılardı. Kamp alanının çok yakınında bir in vardı ve tam da önünden geçiyorduk aynı zamanda kamp alanında yemek yiyeceğimiz için kokusunun ayıları cezbedeceğini biliyordum.
Kamp alanına beş büyük iniş, iki mağara bir de bataklık içinde karanlık bölge geçişi vardı.
Soğuk suya girdiğimiz ve hemen kuruyamadığımız için Ayşenur hipotermi başlangıcına yakalanmıştı. Çok erken ve hiç beklemediğim bir durumdu bu.
Elbette B planım hazırdı ama tek düşüncem onun keyif yaparak iniş yapmasıydı. Aslında hiç bu kadar az su seviyesinde bu kanyona girmemiştim.
İkinci inişte Ayşenur kilitlendi, ona yardım etmek için hızlıca aşağı indim ve ipimiz yukarıda istasyona bağlı kaldı.
O ipe ihtiyacımız vardı, mutlaka geri almalıydım. Normal şartlarda artçı olmadığım için hep zihnimde benden sonra birileri var diye düşünüyordum. Geri yukarıya çıkmak zorundaydım.
Tırmanış ekipmanlarının yardımıyla, şelalenin altında uzun uğraşlar sonucunda tırmanmayı başardım, ne kadar dikkatli olmamız gerektiğinin ilk mesajını çok net almıştım.
İpi kurtardık ve inişimi tamamladım.
Arka arkaya şaşkınlıklar yaşamaya başladım. Aradaki iki iniş sel’in etkisiyle yok olmuştu ve hızlı adımlarla ilerlediğimiz için mağara bölgesine çabucak gelmiştik.
Çok tehlikeli ve ekstra dikkat edilmesi gereken bir bölgeydi. Mağara girişinde de bir sifon vardı. Ona kapılırsak ölüm kaçınılmazdı.
Önceki sene iniş yapmak için çaktığım bold da yerinden kopmuştu. Hızlıca kalıcı epoksili boldu ve iniş yapacağımız istasyonu hazırladık.
Bengü önceki kanyonlardan tecrübeli olduğu için ben bir el aleti istemeden hemen yardımcı ekipmanları hazırlıyordu, işte o zaman bu geçişin keyifli ve kolay olacağını düşünmüştüm.
Saklıkent kanyonunun kalbine girerek incitmeden biraz mutluluk biraz da adrenalin çalıp çıkacaktık.
Her şey hazırdı istasyonu kurdum ve ipi mağaranın içine attım iki ucunun da suya değdiğini görünce Hakan'la göz göze geldik o çoktan hazırlanmıştı bile.
Her zaman olduğu gibi Hakan’a güvenim tamdı aşağı indikten sonra kanyonun sağ duvarında bir çıkıntı olduğunu onun üzerine çıkıp beklemesi gerektiğini söyledim öyle de yaptı.
Şimdi beni bekliyordu heybetli Ejderha.
Daha önceki geçişlerimizde dev kazanlarında bizleri sağa sola çarpan hırçın suyundan zerre eser kalmamıştı.
Mağaranın içi karanlık olduğundan içerideki su inanılmaz soğuktu parmaklarınızı hissedemeyeceğimiz kadar titriyorduk.
Hakan’ın arkasından Mustafa ve Umut iniş yaptı ben hızlıca aşağı inerek istasyonu kuracaktım ama öyle olmadı.
Aşağıya indiğimde arkadaşlarımın hipotermi eşiğinde olduğunu gördüm mağaranın içi daha önceki senelerde bu kadar derin değildi.
Sel kayaları çok derin oymuştu.
Ben de onlar kadar üşüyordum su içinde beklemek bizi çok zora sokmuştu. Üşüdüğümü arkadaşlarıma hissettirmemek için hızlı hızlı hareket ediyordum.
Şelalenin sert akan su yüzünden beklediğimizden çok daha derinleşmiş olduğunu gördüm. İniş için bold çakamıyorduk ayakta duracak yer yoktu, su seviyesi boyumuzu aşıyordu akan şelalenin suyu Hilti’yi ıslatırsa sonraki işlerde mahsur kalabilirdik.
Hızlı hareketlerle zor da olsa duvara bir delik deldim ve istasyonu kurdum büyük iniş için ipleri daha önceden hazırlamıştım ve artık seri bir şekilde inişe başlamalıydık.
Daha önceki işlerde bu şelale 35 metreydi sonraki inişlerde 40 metre olduğunu gördük şimdi ne kadar derinleşmişti acaba hiçbir fikrim yoktu.
Bir insan kendini ne zaman çok güçlü hisseder biliyor musunuz?
Zayıflığını göstermeye cesaret ettiği zaman.
Ayşenur cesaret örneğini sergilemişti bize.
İpe girdim inişe başlayacaktım hemen B planı devreye girdi ve Ayşenur’u kendi bedenime bağlayarak aşağı indirmeye karar verdim.
Korkusunu yenerse bize çok yardımcı olabilirdi, karşılaştığımız yaban hayvanları onu epey ürkütmüştü.
Üşümesin diye her fırsatta Mustafa ona penguen yavrusu gibi sarılıyordu.
Üzerinde durduğumuz kaya aynı zamanda büyük şelalenin başlangıç noktasıydı 40m yüksekten dökülen kil ve su karışımının içinden inecektik.
Su yüzümüze içindeki kil parçacıklarından dolayı çok sert çarpıyordu. Bunun yanında Atlas Okyanusu’ndaki dalgalar bile daha yumuşak kalırdı. İnişe başladık bir süre sonra mekanizmam kilitlendi sandım, iki elimle iniş kolunu çekiyordum fakat inemiyorduk. Deniyorum deniyorum olmuyor, asılıyorum çekiyorum olmuyor, Ayşenur’un alttan panik ile ipi tuttuğunu fark ettim ve ipi elinden alınca rahat bir şekilde akıp kaymaya başladık.
Bir yandan da onu rahatlatmaya çalışıyordum merak etme güvendesin iniş yapacağımız yerdeki su dizimize kadar geliyor hemen ipten çıkıp dinleneceksin diye söylüyordum.
Ama öyle olmadı, şelale iniş yaptığımız kayayı tam 2m oymuş. Üzerimizdeki ekipmanlar bizi dibe çekiyordu. Bir ara dibe batarken gözlerindeki korku ile karşılaştım. Puahh diye bir nefes çekti ve dibe battı. Onu Kafasından yukarı kaldırarak sadece nefes almasını sağladım kendimi iki kaya arasına sıkıştırdığım için ben de pek güvende değildim.
Hemen benimle olan bağlantısını kesip onu rahatlatmam gerekiyordu. Karabinayı açtım artık güvendeydi ama çırpınmasından dolayı ipi bana dolamıştı bu kez o beni dibe çekiyordu. Suyun altında gözlerimi açamadan el yordamıyla karabinayı bulmaya çalışıyordum.
Başka bir kanyonda bambaşka bir şelalede gibiydim. İpte yeterli boşluk sağlayarak sıradaki sporcunun gelmesini sağladım.
En samimi sarılmalar otogarlarda olur ama bunlardan daha kuvvetli bir sarılma vardır ki o da sadece kanyonlarda olur.
Ayşenur’un bana sarılmasını asla unutamam, babasına sarılır gibiydi, hocam lütfen beni bırakma dediğinde içime kor alev düşmüştü.
Benim umutsuzluğa düştüğüm zamanlar da oluyor işte o zaman bir kurşun gibi korku saplanıyor yüreğime.
Fazla zamanımın olmadığını biliyorum nefesim kesilmek üzereydi ama kendime burası pes etmek için hiç de uygun bir yer değil diyorum, haydi Haydar devam et, ayağa kalk ve yürü diyorum.
İlk gelen Berna oldu. O da mekanizmasından çıkamadığı için benden destek almaya çalıştı dengem bozuldu ve bu kez üçümüz de dağıldık. Yatay iki kaya arasında kendimi iyice sıkıştırıp ayaklarıma oturarak ipten çıkmasını sağladım. Hemen çantasından kurtularak Ayşenur’u yakaladı ve sığ bir yere çekti.
Yukarıda fazla bekleme olduğu için gelen her arkadaşım titreyerek iniş yapıyordu.
Mustafa ve Umut da bizim olduğumuz güvenli bölgeye gelmişlerdi.
Yukarıda sadece Bengü ve Hakan kalmıştı. İp emniyeti bendeydi acil şekerli bir şeyler yememiz gerekiyordu.
Mustafa’nın herkesin ağzına bir parça protein bar koyduğunu gördüm. Çikolata dilime değer değmez faydasını hissetmiştim.
İçimden kendime sürekli dikkat et, sağlam dur, örnek ol, sakin kal diyordum. Kafam yukarıda gelecek sporcuyu beklerken ipte anlamsız bir dalgalanma ve gerginlik fark ettim.
Yukarısı tam görünmüyordu, uyarı olsun, sporcu hızlı iniş yapmasın diye ipi çekip emniyet pozisyonuna aldım ve bir kaç saniye sonra eski haline iniş pozisyonuna getirdim.
O sırada Bengü’nün ipten düşmüş olabileceği aklımın ucundan bile geçmemişti. Ben emniyet pozisyonu alınca o da kendini toparlamıştı. Aşağı indiğinde yukarıda yaşadıklarını gözlerinden anlamak hiç de zor değildi.
Hakan da aşağı indi ve artık mağarayı terk etme zamanımız gelmişti.
Karanlık bölge ilk geçtiğim zamanki gibi kil dolmuştu yürümek zor değil neredeyse imkansızdı. Durduğun yerde dibe batıyordun.
Önden yol aça aça ilerledim hep beraber bölgeyi geçtik ve kayalara basınca Umut dan önden giderek yol açmasını istedim.
Herkesin kafa lambası vardı. Ayrıca iki çok güçlü projektör lamba daha getirmiştim, buna rağmen mutlak karanlığı aydınlatamıyorduk.
Bataklık yürümemizi çok zorlaştırıyordu. Bölgeyi geçince dev kayalar yolumuzu daralttı.
Yaklaşık 1,5 saatlik yürüyüşün ardından kamp alanına gelmiştik. Herkes üzerindeki ekipmanları çıkararak hiç soluklanmadan odun toplamaya başladık.
Önce küçük bir ateş yakarak başlangıç yaptık, yavaşça ateşi güçlendirerek büyüttük.
Ateşin varlığı bile bize güç vermişti. Büyük kökler toplamaya başladık
Mustafa ve Hakan’ın omuzunda dev bir kütük vardı sosyal hayatta o odunu asla taşıyabileceklerini sanmıyorum, bedenlerinin neredeyse iki katıydı.
Her adımlarında kuma batıyorlardı. Herkes bir yana dağılmış odun topluyordu, yavaş hareket ettiğimiz için mağarada çok üşümüştük.
Ateşin sıcaklığı ruhumuzu bile ısıtmıştı. Yorgunluktan dolayı kimseden çıt çıkmıyordu. 15dk moladan sonra enerji için yemek yapmalıydık.
Herkes çantasındaki yiyecekleri çıkardı ve ortak yemeğimizi hazırlamaya başladık.
Berna bende kavurma var dedi o an gözlerim açılmıştı, domates, yumurta ve soğanımız da vardı.
Ayşenur o kadar acıkmıştı ki her şeyini çıkarmıştı çantasından. Büyük bir kısmı ertesi gün lazım olacaktı.
Küçük ateşte harika bir menemen yaptık biber salatalık da derken herkes yeterince besin almıştı.
Umut çay olsa ne güzel olurdu deyince Bengü çantasında sağlam kalmış çay paketini çıkardı.
Bu keyif dünyanın hiç bir mecrasında yaşanamazdı. Ben de minik çaydanlığımı çıkardım ve iki seferde herkesin içini ısıtacak kadar çay içtik.
Bir belirsizlik içindeydik ama keyfimiz yerindeydi.
Bengü’nün getirdiği büyük paket karabiberi kamp alanının etrafına ve yakın çevresine serperek yaban hayvanlarından korunmayı planlamıştım. Karabiberin ayıları uzak tuttuğunu biliyordum. Ayıları kendimizden uzak tutmak için kamp alanının uzağına serptik ve ateşi iyice güçlendirdik. Ortamı aydınlatmak için de farklı noktalarda da ateş yaktık.
Artık o zorlu mücadelenin yerini kahkahalar almıştı. Ayşenur atlattığı zorlu mücadeleyi kendi gözünden gülerek anlatıyordu.
Ekip birliği mükemmeldi. Berna ve Bengü kendilerini unutmuş tek hedefleri sadece Ayşenur’u rahat ettirmek olmuştu.
Saat 01:00 olmuştu ve 05:00 de kalkacaktık. Biraz geç kalkmanın herkese iyi geleceğini düşündüm ve arkadaşlar saatlerinizi 08:00 e ayarlayın dedim.
O anki coşkuyu görmeliydiniz. Bu tam bir doping etkisi oldu. Gece çok soğuktu fakat ateşimiz çok kuvvetli olduğu için hiç üşümedik.
Yıldızlar tepemizde battaniye gibi bizi sarmıştı.
Geceleyin içeride hiçliğin sesini duyarsın, koca, koskoca bir hiç.
Rüzgar yok, Ağustos böcekleri ötmüyor, temiz su yok, güvenlik zayıf, habitatın ortasındasın ve doğa sana özel ilgiyle davranmaz, bunun için kanyonda ilk yapman gereken üşümemek olacaktır.
Mustafa’nın uyku tulumu ıslanmış olmasına rağmen ateş başında 2 saatte kurumuştu.
Hep beraber güzel bir uykuya daldık. Berna ve Mustafa sabaha kadar sırayla ateşi beslediler.
Sabah herkes tam saatinde uyandı. Gece yamaçtan ayının düşürdüğü taş seslerini bir tek ben duymamıştım. Bengü de uyanmıştı.
Sakin olan sporcuya tüm kanyon teslim olur.
Ama asıl mesele bunu becerebilmek ve yönetebilmekte.
Bir sevdadır böylesine yaşamak, gece uzun olur, gece karanlık, gece soğuk, gece ayaz fakat bütün korkulardan uzak…
Bazen hayat seni öyle zorlar ki dönüşmek istediğin şeye kendiliğinden dönüşürsün içinde bulunduğun şartlar seni o mertebeye getirir ve olmak istediğin şey olursun.
Bu sınav ekibe çok şey katmıştı.
Kahvaltı hazırdı bende bal, çikolata ve kangal acılı sucuk vardı Umut da bir kalıp peynir çıkardı, Bengü’nün haşlanmış yumurtalar ile tam bir ziyafet gibi geldi bize.
Hızlıca giyinip yola çıkmalıydık, kamp alanımızın etrafına baktığımda Ayı’nın dibimize kadar geldiğini ayak izlerinden fark ettim, karabiber kesin işe yaramıştı.
Öyle bir adama dönüş ki olumsuzluklar seni etkilemesin, kanyona geldiğin zaman yine bu deli adam ve ekibi geldi desin.
Kanyonlar öyle kimseye tek kalemde yolları kapatmaz mutlaka önceden sinyaller verir eğer sen zayıfsan güçlü değilsen ve azmin yoksa tüm yolları kapatır ama ekip ruhunu ve azmini görürse sana kalbini açar sen de parmak uçlarınla kalbine dokunarak akar gidersin.
Umut önden yol açarak aslanlar gibi heybetli bir şekilde ilerliyordu, bir tek yeleleri yoktu.
Ara ara gelen sıcak hava akımı bizi çok mutlu ediyordu.
Arkadan ekibi topladığım için Umut’un her adımını görebiliyordum, iniş yapılacak yerleri iyice kontrol ederek riskli bölgelerde göz göze geliyorduk.
Bold çakarak yada küçük 3m’lik ip yardımıyla arkadaşları ben aşağı indiriyordum, daha sonra da onla aşağıdan inmem için bana destek oluyorlardı.
Küçük de olsa o mesafe insanın içini ürpertiyordu.
Kamp alanını terk ettik ve sağ yamaçtan doğru ilerlemeye başladık. Umut enerjisini iyi almış olacak ki çok sağ tarafa yukarıya doğru ilerlemeye başladı.
Oraya gitme ayı ini var diyemedim bile.
Tüm ekibi orada görünce kalbim yerinden çıkacak gibi oldu. Umut’a seslendim beni duydu bu tarafa gel kanyon tabanından doğru ilerleyeceğiz dedim ama çoktan o tehlikeli bölgeye varmıştı bile.
Hızlı adımlarla yaklaştım Berna; bak Haydar burada bir ayı mağarası var önü de kemik dolu dedi. Adımlarımız iyice hızlandı ve bir kaç yardımcı ip vasıtasıyla hemen zemine yaklaştık. Gözüm sürekli arkadaydı, tek korkum ayı saldırısı olduğu için buraya solo girmekte tereddüt ediyordum. Korktuğum başıma geldi ama neyse ki bir karşılaşma olmadı. 20m ilk bir inişten ardçı olarak inecektim arkada ekipman bırakmayalım diye bakınırken kayaların arasında onu gördüm, çenesini taşa yaslamış yukarıda güneşlenerek öylece bize bakıyordu. Hızlıca inişimi tamamladım arkadaşlar 5dk mola dediler, hayır ileride güzel bir yer var orada duracağız 15dk mola vereceğiz dedim.
Tek amacım oradan hızlıca uzaklaşmaktı.
Toparlanarak devam ettik 2-3 iniş derken bayağı yol almıştık. Çünkü yiyeceklerimizin kokusu da ona davet çıkarabilirdi.
Kimse endişe etmesin diye sadece Mustafa’ya ev sahibinin yukarıda olduğunu söyledim.
Dev kayalar tüm yolu kapatmış, geçişleri imkansız hale getirmişti.
Tüm kanyonun kapanmış olduğu bir yere geldik, ortadan suyun aktığı küçücük bir delik vardı. Tek tek ekip arkadaşlarım sürünerek o küçük delikten geçtiler.
Destek almadan geçmek neredeyse imkansızdı. En son sıra bana geldi ama geçemedim üzerimde çok fazla ekipman olduğu için takılmıştım.
Mustafa ve Hakanın yardımıyla takıldığım kayadan kurtuldum. Tam bir bataklık havuzuna girmiştik, temizlenmek için yine soğuk suya girmemiz gerekiyordu.
Her suya girişimizde hipotermi başlangıcı vücudumuzu sarsıp bizi dikkatli olmamız için uyarıyordu.
Hava henüz aydınlıktı ama kanyon birden bire zifiri karanlığa dönüştü, aslında karanlık bölgeyi geçmiştik böyle bir yer olmaması gerekiyordu. Burayı nasıl hatırlayamam diye kendi kendime konuşup duruyordum resmen karanlığın içinde bulduk kendimizi gökyüzü asla görünmüyordu hiçbir ışık belirtisi de yoktu. Ama dışarıda havanın aydınlık olduğunu da biliyordum. Yaklaşık bir saatlik yürüyüş sonunda gökyüzünde yıldızları görmeye başladık.
Sonradan yaptığım araştırmalara göre bu bölge sonradan oluşmuş daha önceki geçişlerimizde kanyonun üzeri tamamen açıktı yukardaki çökmeler kanyonun üst kısmını tamamen kapatmış ve bambaşka bir form almasını sağlamıştı.
Uzay çağında bir klan üyesi gibi hissediyorum kendimi. Yüküm ağır çok ağır.
Bir iniş vardı derin suya inip devam ediyorduk, soğuktan ve yorgunluktan bedenime hükmedemiyordum.
İnişimi yaptım ve farkında olmadan GoPro kameram elimden düştü, o an adeta beynimden alevler çıkıyordu, daldım baktım yok. Su çamurlu olduğu için göz gözü görmüyordu. Arkamdan hemen Hakan geldi, daldı baktı, denedi denedi ama bulamadı. Dip akıntısından ileriye sürüklenmiş olabilir mi acaba diye bir adım öteye daldı.
Yukarı çıktığında yüzünden anlamıştım kamerayı bulduğunu. Yoksa YouTube kanalımızda bu güzelim filmleri sizlere asla sunamayacaktık.
Bazı ekipmanların ekstra yedekleri vardı çantamda ve istasyonları ben kurduğum için tüm Hilti takımını ben taşıyordum.
Herkesin yükü ağırdı Ayşenur’un çantasını Hakan taşıyordu Berna ve Bengü de ipleri taşıyorlardı Umut önden gittiği için her yolu iki bazen de üç kez dolanıyordu.
Hangi bölge daha güvenli diye her deliğe tek tek bakıyordu. Mustafa’nın çantası bizim için çok önemliydi. Herkes için bir gün daha idare edecek kadar yemek vardı.
Aynı zamanda her fırsatta beni indirmek için bedenini ayaklarımın altına basamak yapıyordu. Birçok yerden sayesinde rahatlıkla geçebilmiştim.
İçerde ne olabileceğini hayal edin, şelaleler, dar geçitler, dev kazanlar, sifonlar sadece hayal edin.
Cesaretiniz varsa içeri girin ve sessizce gözlemleyin…
Kendi bedenlerine hapsolmuş koca bedenler kendi yapamayacakları şeyleri senin de yapamayacağını sanır.
Sen onları duyma! Gül geç.
Hepimiz çok yorulmuştuk, zaten sırtımda bir çanta olduğu için Hilti çantasını taşımakta çok zorlanıyordum.
Gücüm kuvvetim yetene kadar devam edecektim, gücüm biterse sürünerek de olsa ilerleyecektim.
Herkes kanyona giremez, IQ’su yüksek insanlar hayalini kurar ve bunu gerçekleştirmek için harekete geçerler bu bir beceridir kişinin gelişmişlik düzeyini gösterir.
Başınıza gelen kötü şeyler boyun eğmeniz için değil, başınızı dik tutmanız içindir.
Tüm kazalar genelde operasyonun sonlarına doğru olur, her şey tamam diye gelen rehavet, dikkat dağınıklığı yaratır bu bilinçle hareket ederek son işimizi de tamamladık.
Arkadaşlara duvarlarda yazılar gördüğünüzde kanyon bitti demektir dedim artık turistlerin geçiş yaptığı bölgeye sağ salim gelmiştik.
Saat nerdeyse 23:00 olmuştu tahminlerimden 6 saat geç çıkış yapmıştık ama zaten sabah bunun üç saatini yorgunluktan uyuyarak geçirmiştik.
Yürüyüş yolu bittiğinde saat tam 24:00 olmuştu hemen lojistiğimizi sağlayan Kerim Selvili’yi çıkış yaptığımızı bildirmek için aradım.
O da bizim bu kadar geç çıkışımızdan endişe ettiği için aracını kanyona giriş için ipler, yedek istasyon için bold’lar ve teknik ekipmanlar ile doldurarak kanyona doğru hareket etme kararı almış.
Onunla birlikte eşi Pınar Selvili ve oğlu Yağız Selvili de 24:00 e kadar bekleme kararı almışlar. Sağlıklı dönüşümüz onları da çok rahatlatmıştı. Yaklaşık 25 kalıcı istasyon 25’e yakın da benden geçici istasyon kurarak geçişimizi tamamlamıştık.
Kanyon çıkışında bir araya geldiğimizde Ayşenur kanyonu tamamladığı için dedi ki; Bir turist görürsem diyeceğim ki
Siz giderken biz dönüyorduk…
Bir kanyonları bir de ormanları çok seviyorum, ikisinin de içinde olduğun kadarsındır.
Peki sen ne kadarsın?
Geçişimize destek veren
Seydikemer Belediyesi’ne
Saklıkent Müdürü
Ramazan YANTIR’a
Ulaşım desteği için
Mesut ÇOBAN
Alperen KÜÇÜKEKİZ’e
Lojistik destekleri için
Kerim SELVİLİ
Pınar SELVİLİ
Yağız SELVİLİ’ye
Ve
Kalıcı Bold destekleri için
ARGA SAFEYT
Özgür KAYA’ya
Teşekkür ederiz
KADAK
Kanyoning Türkiye
Kanyon ve Doğa Sporları
Arama Kurtarma Derneği Başkanı
Haydar DAŞTAN