Hadi Avrupa’ya gidelim deyince aklınıza gelen ilk yerlerden birinin Slovenya olmadığını biliyoruz. Aslına bakarsanız küçücük, minicik ve pek de popüler olmayan bir ülke olduğu için kendisini haritada konumlandırmakta bile güçlük çekebilirsiniz, sizi bu konuda kınayacak değiliz. Açıkçası oralara ayak basana kadar biz de Slovenya hakkında çok büyük bir bilgi sahibi değildik.
Sonra günü geldi, şu promosyon biletini görüp durduğumuz, ama adını okumaya acayip çekindiğimiz için gitmekte de tereddüt ettiğimiz Ljubljana’yı görme kararı aldık. E oralara gitmişken birkaç bölgesini daha keşfetmekten zarar gelmez dedik ve Ljubljana çevresinde de görmedik yer bırakmadık.
Sonuç? Efenim, Slovenya’yı hafife aldığımıza mı kızalım, bu zamana dek oraya hak ettiği ilgiyi göstermediğimize mi sinirlenelim, inanın biz de bilemiyoruz. İnanmıyor musunuz? Abartıyor muyuz? Ayıp ediyorsunuz, aşağıda size kanıtlarla geleceğiz!
Ljubljana’nın adı kulağa internette bol bol kullandığımız rastgele gülme efekti gibi geliyor olabilir, normaldir. (Bkz. asdjasf) Lakin, aslında bu şehir size bir hafta sonu koştur koştur gitmek, hatta “Ah keşke bir gün daha kalsaydık” dedirtmek için bir sürü alternatif sunuyor. Şunun şurasında iki milyon kadar nüfusu olan bir ülkenin 300.000 civarı nüfusa sahip, bir gördüğünüzü ertesi gün bir daha görme ihtimalinizin yüksek olduğu başkentinden bahsediyor olabiliriz, fark etmez, burada yapacak çok şey var!
Avrupa’nın en yeşil başkentlerinden biri olmasını bir kenara koyacak olursak, türlü türlü müzesi, eğlenceli gece hayatı, doğru yerlerde yemeyi başardığınız takdirde hemen benimseyeceğiniz ülkeler karması mutfağı ve inanılmaz sıcakkanlı insanları ile Ljubljana, gerçekten sempati puanlarını topluyor.
Gitmişken görmeden dönmemeniz gereken yerleri de atlamayalım tabii: Dragon Köprüsü (Çünkü şehrin simgesi dragon), Modern Sanat Müzesi, Ulusal Galeri ve Cooperative Bank Binası kaçmaz! Ljubljanica Nehri kenarında eğlenmek ve Tivoli Park’ın içinde çimlere bayılmak da adettendir, affetmeyiniz.
Bir masalın içinde mi yaşamak istiyorsunuz? Evlenme teklifi etmek için çılgın bir proje peşinde misiniz? Yoksa sevgilinizle romantizmin doruklarına çıkarak yalnız olanların sinirini bozmayı misyon mu edindiniz? Bu sorulardan herhangi birine evet cevabı veriyorsanız istikamet Bled Gölü. Ljubljana’ya yaklaşık 50 km uzaklıkta olan Bled Gölü, Slovenya’nın en turistik noktası.
Bu kadar ünlü olmasının asıl sebebi ise inanılmaz güzellikte olmasından da öte, gölün ortasında bulunan ve ortamı iyice masalsı bir havaya bürüyen Bled Adası. Üzerinde yalnızca bir adet kilise barındıran Bled Adası’na Pletna adı verilen küçük kayıklarla ulaşabilir ve bir de adadan Bled’in geri kalanına bakabilirsiniz. Ancak tabii ki Bled bundan ibaret değil. Zira burası aynı zamanda göle tepeden bakan heybetli Bled Kalesi ile ve hiking rotaları ile de ünlü bir bölge.
Olur da kendinizi yürüyüşe verirseniz, sonrasında Bled’e özgü lezzet patlaması Kremna Rezina’yı da denemeden dönmeyiniz deriz. Bu arada bu kadar Bled övmüşken çok yakınlarda bulunan Bled Gölü’nün büyük abisi Bohinj Gölü’ne uğramayı da değerlendirebilirsiniz. Zira kendisi Bled’in daha bakir, daha sakin ve çok daha büyük bir versiyonu olarak da nitelendirilebilir bir cennet simülasyonu diyebiliriz.
Slovenya'da yaklaşık 11.000 mağara var. Evet doğru okudunuz, sanki elinizi sallasanız mağara çıkacak gibi geliyor değil mi? Postojna Mağarası ise bu mağaralar içinde en turistik ve en büyük olanlarından birisi olarak biliniyor. Hem yer yüzünden normal bir nehir gibi, hem de yeraltından sinsi gibi ilerleyen Pivka Nehri’nin kayaları aşındırması sonucu oluşan ve çok acayip doğa olaylarına şahit olabileceğiniz bir mağara.
Postojna Mağarası, Slovenya’da görmeden dönmemeniz gereken yerler listesinde zirveyi zorlar. Mağaranın en enteresan yanlarından birini de söylemeden geçmeyelim: Oldukça büyük bir mağara olduğu için belli bir noktaya kadar üstü açık bir trende, son derece eğlenceli bir yolculuk yapmanız gerekiyor. Eğlenceli diyoruz, çünkü yolculuk boyunca birçok noktayı milimetrik şekilde geçtiğiniz hatta uzun boyluysanız yer yer kafanızı eğmenizi gerektirecek bir yolculuktan bahsediyoruz.
Bu size yetmediyse özel turlardan satın alarak mağara içinde macera turları yapabilmeniz de mümkün. He bir de unutmadan! Slovenya dahil yalnızca birkaç Avrupa ülkesinde rastlanan ve mağaralarda yaşamını sürdüren Mağara Semenderi’ni de Postojna Mağarası içinde görebilirsiniz. Kendisinin gözleri olmadığını, ortalama 100 yıl yaşadığını ve çok uzun süre beslenmeden durabildiğini biliyor muydunuz?
Çok yüksek ihtimalle daha önce “Dünyanın en ilginç bilmem kaç şatosu” listelerinde karşılaştığınız ama “Benim orada ne işim olacak yeaeaa” diyerek zihninizin derinliklerine ittiğiniz şatolardan birisi Predjama. Fakat boşuna öyle düşünmüşsünüz, çünkü aslında size 1,5 saatlik uçuş mesafesinde bir yerlerde, ziyaret edilmeyi bekliyor.
Kayaların içine yerleşmiş, acayip mistik görünümlü, Game of Thrones’da görseniz şaşırmayacağınız cinsten inanılmaz bir şatodan bahsediyoruz. 12. yüzyılda inşa edilen Predjama Şatosu’nda yıllar boyu soylu aileler yaşamış ve günümüzde gidip gezebileceğiniz turistik bir alan olarak hizmet veriyor.
Bu arada şato ile ilgili bir takım mistik meseleler olduğunu ve açıklanamayan olaylar yaşandığına dair bir dedikodunun ortalıkta kol gezdiğini de hatırlatalım. Öyle ki burada konuyla ilgili belgeseller bile çekilmiş, sonra gidip de acayip olaylar yaşarsanız burayı OitheBlog önermişti, vay efendim niye geldik demeyin, sorumluluk kabul etmiyoruz.
Yukarıda size Ljubljana övdük, ama bir yeri atladık. Atladık, çünkü orası daha detaylı bir anlatımı hak ediyor. Metelkova enteresan bir yer. 1900’lü yılların başlarından itibaren Avusturya Macaristan İmparatorluğu, sonrasında Yugoslavya tarafından kışla olarak kullanılmış bir alan. Bir dönem Naziler'in işgaline bile uğruyor. Ancak Slovenya’nın Yugoslavya’dan ayrılması sonucu burada işler değişiyor ve 200 kişilik bir ekipten oluşan “Network of Metelkova” adlı bir topluluğun bir araya gelmesi ile Metelkova’yı kültürel bir merkeze dönüştürme çalışmaları başlıyor.
Bunun için devletten izin isteniyor, ancak bir türlü geri dönüş alınamayınca söz konusu ekip burayı işgal ederek (#occupy kavramından bahsediyoruz) burayı özerk bir bölgeye çevirme kararı aldıklarını duyuruyorlar. Bu olay şu an gidip görebileceğiniz Metelkova’nın temellerini atıyor ve burası şehrin isyankar/öteki kesimlerinin sembolü haline geliyor.
Günümüzde 12.500 metrekareye yayılmış olan Metelkova’da birçok gece kulübü, sanat stüdyosu ve mekan yer alıyor, birçok etkinlik ve konser gerçekleştiriliyor. Slovenyalı gençlerin büyük bir kısmı hafta sonlarını burada geçiriyor, buraya bir bağlılık hissediyor ve aslında Metelkova kesinlikle şehrin isyankar tarafını yansıtıyor. Ancak buranın yasal varlığının söz konusu olup olmadığı meselesi aslında biraz karmaşık.
Burada yer alan mekanlara devlet tarafından herhangi bir ruhsat verilmiş durumda değil ve vergi ödeyip ödemedikleri bile muallakta. Peki bu Metelkova’ya gitmekten korkmanız gerektiği anlamına mı geliyor? Asla! Aksine Ljubljana’da eğlence peşindeyseniz Metelkova olmazsa olmaz. Topuklu ayakkabı ve minik el çantası ile gitmeye kalkışmazsanız daha iyi olur tabii, asi dedik, Demet Akalın çalıyor demedik.
Sizi küçük Slovenya sürprizlerimizle şaşırtmaya devam edelim mi? Bu sefer başka bir noktaya, Kamnik civarında doğru gidiyoruz. Kamnik, yaklaşık 10.000 nüfusu olan, Ljubljana’ya çok yakın minik bir kasaba. Çoğunlukla Ljubljana’nın kalabalığından(!) kaçmak isteyen, ama şehirle bağını koparmaya da niyeti olmayanların yaşadığı bir bölge.
Acayip şirin, küçük, tam bir “Tanısanız seversiniz” kasabası desek yeridir. Ancak buralarda ilginizi çekecek başka bir yer mevcut: Velika Planina! Burası dağın yaklaşık 1600 m yüksekliğinde bulunan ve çobanların yaşam alanı olarak bilinen küçük bir köy. Aslına bakarsanız küçük çaplı bir Hobbit köyü görünümünde diyebiliriz. Varoluşunun tarih öncesine kadar dayandığı söyleniyor, ancak evler İkinci Dünya Savaşı’nda yıkıldığı için köy tekrar inşa edilmiş ve günümüzdeki halini almış.
Tabii günümüzdeki hali öyle bildiğiniz köylerden değil, bayağı tuhaf bir yerden bahsediyoruz! Burası yukarıda da söz ettiğimiz gibi dağların tepesinde olduğu için zirveye füniküler ve teleferik kullanarak ulaşmanız gerekiyor. O kısmı da büyük bir macera ve yüksekten korkanlar için IMDB’de 8 puan alacak bir gerilim filmi tadında olmasına rağmen, aslında tüm bu deneyimin en eğlenceli parçalarından biri oluyor.
Eğer bu durum sizi ürkütüyorsa tepeye uzun bir hiking rotası izleyerek çıkmanız da mümkün. Ancak kar varsa ya da hava yağmurluysa Shining’deki Jack Nicholson’a dönebilirsiniz, o yüzden tedbirli gitmekte fayda var.