Opet'in ''Tarihe Saygı Projesi'' kapsamında yürüttüğü ''57. Alay Şehitliği Yenileme Projesi''nin Tarih Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Burhan Sayılır yaptığı açıklamada, 57. Alay 2. Tabur 6. Bölük Komutanı Zabit Namzedi İbrahim Ethem Efendi'nin, Türk taarruzunda Mustafa Kemal'in emrinde çarpışmalara katıldığını ve burada şehit olduğunu söyledi.
1992 yılında Kültür Bakanlığı tarafından yapılan 57. Alay Şehitliği'ndeki şehit isimleri arasında İbrahim Ethem'in adına yer verilmediğini belirten Sayılır, ''Bunun üzerine şehit İbrahim Ethem'in yeğeni ki adı şehit amcasından dolayı verilmiştir, Etem Ruhi Üngör, amcasının adının şehitlikte yer alması talebiyle birçok kez ilgili mercilere başvurmuş, ancak bir sonuç alamamıştır. 1994'te Gelibolu Yarımadası'ndaki büyük yangında şehitlik zarar görmüş ve yenileme çalışmaları yapılmıştır. Etem Ruhi Üngör bu sırada da ilgili mercilere başvurmuş ancak yine bir sonuç alamamıştır'' diye konuştu.
Sayılır, 17 yıl şehit amcasının adını 57. Piyade Alayı Şehitliğine yazdırmaya uğraşan Etem Ruhi Üngör'ün 2009 yılında hayata veda ettiğini ve vasiyeti üzerine amcasının şehit olduğu topraklarda, Alçıtepe'de toprağa verildiğini hatırlattı.
Etem Ruhi Üngör'ün ölümünden 2 yıl, şehitliğin yapımından 19 yıl sonra amcası Zabit Namzedi İbrahim Ethem'in adının Opet'in 'Tarihe Saygı Projesi' kapsamında şehitliğe konulduğunu ifade eden Sayılır, ''Böylece hem Çanakkale şehidinin ruhu şad edildi, hem de Etem Ruhi Üngör'ün vasiyeti yerine getirildi'' dedi.
ETEM RUHİ ÜNGÖR KİMDİR?
İstanbul'da 1922 yılında doğan Etem Ruhi Üngör'e, Çanakkale şehidi olan amcası Muallim İbrahim Ethem'in adı verildi. İstanbul Belediye Konservatuvarı'ndaki eğitimini tamamladıktan sonra 1955-1968 yılları arasında konservatuvarlarda, müzik derneklerinde ve özel okullarda öğretmenlik yapan Üngör, 1967-1976 yılları arasında Türkiye'yi kapsayan bir çalgı inceleme gezisi yaptı ve bu gezinin ardından kendisini bütünüyle müzikolojik araştırmalara adadı.
Batı müziğine de ilgi duyan Üngör, koro şefi Hulusi Öktem'in çok sesli korosunda uzun yıllar görev aldı ve bu toplulukla Fransa'nın Poitiers ve Rpoen uluslararası festivallerine katıldı.
Etem Ruhi Üngör, katıldığı uluslararası müzik kongreleri, forum ve sempozyumlarında 24 bildiri sundu. Üngör, Türk Askeri Müziği alanındaki uzmanlığı dolayısıyla birçok batı ülkesinin radyo ve televizyonunda bu müziği tanıtan programlar yaptı.
Türk çalgıları konusundaki uzmanlığıyla tanınan Üngör, dünyanın en zengin Türk Müziği çalgıları koleksiyonunun sahibiydi. Üngör'ün evinde sergilediği koleksiyonda, Tamburi Cemil Bey'in tamburu, Şeyh Nasır Abdülbaki Dede ve Kazasker Mustafa İzzet'in neyleri, Neyzen Tevfik'in hastanede alkol tedavisi gördüğü sırada diğer hastaların kıramaması için karyola demirinden yaptığı metal ney, Sultan Abdülaziz'in lavtası ve Anadolu ile yurt dışından birçok nadide enstrüman bulunuyor.
Hüseyin Saadettin Arel'in 1948 yılında kurduğu ve Türkiye'nin 59 yıl boyunca kesintisiz yayınlanan tek dergisi Musiki Mecmuası'nı 41 yıl boyunca yayımlayan Etem Ruhi Üngör, 2007 yılında Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu tarafından belirlenen 101 Türk büyüğü arasında yer almaya hak kazandı ve 2008 yılında TBMM tarafından verilen Üstün Hizmet Ödülü'nü aldı.
ŞEHİT İBRAHİM ETHEM KİMDİR?
Mustafa Kemal'in komutasındaki 19. Tümene bağlı 57. Alay 2. Tabur 6. Bölük ihtiyat zabit namzetlerinden İbrahim Ethem, Çanakkale Savaşları'nda şehit oldu.
Konya vilayetinin Niğde sancağının Hacı Abdullah köyünden İbrahim Ethem, Süllüoğulları'ndan Hasan Fehmi Efendi ve Divrin'li Zeynep Hanım'ın dört oğlundan en büyüğüdür. Kardeşlerinden Ahmet Halit de Çanakkale cephesindeydi. Şevket İstanbul'da Darüşşafaka'da okumaktaydı. Hilmi ise henüz on yaşındaydı.
Ethem'in babası Hasan Fehmi, Beyazıt Rüştiyesi'nde Sarf-Nahiv hocalığı yaptı. Ethem'in çocukluk ve gençlik yılları Sultanahmet ve Beyazıt semtlerinde geçti. İlk ve orta tahsiline ait herhangi bir bilgi bulunmuyor. 1913-1914 yıllarında Beyazıt Nümune Mektebi muallimi ve Darülfünun Hukuk Mektebi ikinci sınıf talebesi iken gönüllü olarak askere gittiği ve Çanakkale muharebelerine katıldığını biliniyor.
İbrahim Ethem'in, şehit olmadan kısa bir süre önce Bigalı köyü yakınlarından annesine hitaben yazdığı, askerlik hayatının ilk ve son mektubu ile tanınıyor. Mektup, 'Çanakkale Ruhu'nu yansıtan en güzel metinlerden birisi olarak biliniyor.
İBRAHİM ETHEM'İN ANNESİNE YAZDIĞI MEKTUP
Valideciğim,
Dört asker doğurmakla müftehir şanlı Türk annesi!
Nasihat-amiz mektubunu, Divrin Ovası gibi güzel, yeşillik bir ovacığın ortasından geçen derenin kenarındaki armut ağacının sayesinde otururken aldım. Tabiatın yeşillikleri içinde mest olmuş ruhumu bir kat daha takviye etti. Okudum, okudukça büyük dersler aldım. Tekrar okudum. Şöyle güzel ve mukaddes bir vazifenin içinde bulunduğumdan sevindim. Gözlerimi açtım, uzaklara doğru baktım. Yeşil yeşil ekinlerin rüzgara mukavemet edemeyerek eğilmesi, bana, annemden gelen mektubu selamlıyor gibi geldi. Hepsi benden tarafa doğru eğilip kalkıyordu ve beni, annemden mektup geldi diyerek tebrik ediyorlardı.
Gözlerimi biraz sağa çevirdim güzel bir yamacın eteklerindeki muhteşem çam ağaçları kendilerine mahsus bir seda ile beni tebşir ediyorlardı. Nazarlarımı sola çevirdim cığıl cığıl akan dere, bana validemden gelen mektuptan dolayı gülüyor, oynuyor, köpürüyordu... Başımı kaldırdım, gölgesinde istirahat ettiğim ağacın yapraklarına baktım. Hepsi benim sevincime iştirak ettiğini, yaptıkları rakslarla anlatmak istiyordu. Diğer bir dalına baktım, güzel bir bülbül, tatlı sedasile beni teşhir ediyor ve hissiyatıma iştirak ettiğini ince gagalarını açarak göstermek istiyordu.
İşte bu geçen dakikalar anında, hizmet eri:
-Efendim, çayınız, buyurunuz, içiniz, dedi.
-Pekala, dedim. Aldım baktım, sütlü çay...
-Mustafa bu sütü nereden aldın? dedim.
-Efendim, şu derenin kenarında yayıla yayıla giden sürü yok mu?
-Evet, dedim. Evet ne kadar güzel.
-İşte onun çobanından 10 paraya aldım.
Valideciğim, on paraya yüz dirhem süt, hem de su katılmamış. Koyundan şimdi sağılmış, aldım ve içtim.
Fakat bu sırada düşünüyorum. Ben validemin sayesinde onun gönderdiği para ile böyle süt içeyim de, annem içmesin, olur mu? Şevket neden içmiyor?
Fakat yukarıdaki bülbül bağırıyordu: ''Validen kaderine küssün, ne yapalım. O da erkek olsaydı, bu çiçeklerden koklayacak, bu sütten içecek, bu ekinlerin secdelerini görecek ve derenin aheste akışını tetkik edecek ve çıkardığı sesleri duyacak idi.''
Şevket merak etmesin, o görür, belki de daha güzellerini görür.
Fakat valideciğim, sen yine müteessir olma. Ben seni, evet seni mutlaka buralara getireceğim. Ve şu tabii manzarayı göstereceğim. Şevket, Hilmi de senin sayende görecektir.
O güzel çayırın koyu yeşil bir tarafında, çamaşır yıkayan askerlerim saf saf dizilmişler. Gayet güzel sesli biri ezan okuyordu.
Ey Allah'ım, bu ovada onun sesi be kadar güzeldi. Bülbül bile sustu, ekinler bile hareketten kesildi, dere bile sesini çıkarmıyordu.
Herkes, her şey, bütün mevcudat onu, o mukaddes sesi dinliyordu. Ezan bitti. O dereden ben de bir abdest aldım. Cemaat ile namazı kıldık. O güzel yeşil çayırların üzerine diz çöktüm.
Bütün dünyanın dağdağa ve debdebelerini unuttum.
Ellerimi kaldırdım, gözlerimi yukarı diktim, ağzımı açtım ve dedim :
-Ey Türklerin Ulu Tanrısı! Ey şu öten kuşun, şu gezen ve meleyen koyunun, şu secde eden yeşil ekin ve otların, şu heybetli dağların Halikı! Sen bütün bunları Türklere verdin. Yine Türklerde bırak. Çünkü böyle güzel yerler, seni takdis eden ve seni ulu tanıyan Türklere mahsustur.
''Ey benim Yarabbim! Şu kahraman askerlerin bütün dilekleri; İsm-i Celalini İngilizlere ve Fransızlara tanıtmaktır. Sen bu şerefli dileği ihsan eyle ve huzurunda titreyerek böyle güzel ve sakin bir yerde sana dua eden biz askerlerin süngülerini keskin, düşmanlarını zaten kahrettin ya, bütün bütün mahveyle!''
Diyerek bir dua ettim ve kalktım. Artık benim kadar mes'ut, benim kadar mesrur bir kimse tasavvur edilemezdi.
Dünyanın en güzel yerleri burası imiş. Yalnız bu memleketlerde düğün olmuyor. İnşallah düşman asker çıkarır da, bizi de götürürler, bir düğün yaparız, olmaz mı?
Kadir'e mektup yazdım.
Valideciğim, evdeki senet vesaireyi kimselere kat'iyyen vermeyin ve sorarlarsa 'biz bilmiyoruz' deyin.
Çantayı al, sandığa koy. Ben sana vaktiyle anlatmış idim., bu dünya böyledir.
Fakat sen merak etme. O parayı vermese, adliyedeki adam vermezdi. Hani nasıl aldık. Yalnız zaman ister.
Valideciğim, çamaşır falan istemem, paralarım duruyor, Allah razı olsun.
Oğlun
Hasan Ethem
4 Nisan 1331
(17 Nisan 1915)
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz