İlk kez 1974 yılında yaşanan bir olaydan sonra isimlendirilen Stockholm sendromu oldukça merak uyandıran durumlardan biridir. Stockholm sendromu nedir, tedavisi var mıdır? İşte konu hakkında en sık sorulan sorular ve cevapları...
İlk kez duyanların Stockholm sendromu ne demek diye merak ettiği söz konusu olgu, en kısa tabiriyle rehin alınan kişinin kendisini alıkoyan kişiye duygusal olarak bağlamasıdır. Ülkemizde de zaman zaman gündeme gelen ve ünlü isimlerin hayatlarına da konu olan Stockholm sendromu, aslında kişilerin kendisini zora sokan ve üzen koşulları benimsemesidir. Sendrom yaşayan kişi, içinde bulunduğu şartları görmez ve ezenin yanında yer alır.
Stockholm sendromunun ortaya çıkmasının temel nedeni aslında kişinin hayatta kalma içgüdüsü olarak tanımlanabilir. Dış dünya ile iletişimi keserek tamamen soyutlanan kurban, kendisine baskı yapan kişiye ihtiyaçları için bağımlı olduğunu düşünmeye başlar. Hatta zamanla baskı yapan kişinin yaptığı küçük jestler dahi gözünde büyür ve zamanla kendisini zorbalık yapan kişinin yerine koymaya başlayarak olayları onun tarafından yorumlar. Belirli bir zaman sonra ise bu süreç devam ettikçe kurban, zorbalık yapan ve kendisini alıkoyan kişinin yaptıklarına hak vermeye başlar ve içinde bulunduğu durumu tehlike olarak görmeyi bırakır. Dahası kurban, o an tek olumlu olan ilişkisinin zorbalık yapan kişi ile kendi arasında olduğunu düşündüğünden sahip olduğu bu ilişkiyi kaybetmek istemez ve zorbadan da ayrılması giderek güçleşir.
Stockholm sendromunun temel belirtileri arasında en ufak bir iyiliğe dahi minnet duygusu hissetme, rasyonalizasyon, şiddet varlığını inkar etme, durumun varlığından ve saldırıdan dolayı kendini suçlama, saldırgan kişinin şiddetini azaltması için onu memnun etmeye çalışma, kendisini zamanla saldırgan kişinin bakış açısı ile değerlendirmedir.
Stockholm sendromuna yatkınlık yaratan durumların genellikle aile içi şiddet nedeniyle ortaya çıktığı belirtilir. Bu gibi durumlarda şiddet gören kurban, saldırgan kişi ile özdeşim kurma eğilimindedir. Bu nedenle onu kışkırtacak ya da öfkelendirecek herhangi bir şey yapmamaya çalışır. Hatta onun takdirini kazanmaya çalışması ve onun tarafındaymış gibi davranması da zamanla olağan hale gelir. Saldırgan kişi ile özdeşim kuran kurbanın da kişiliği zamanla değişime uğramaya başlar. Kısaca özetlemek gerekirse, Stockholm sendromuna yatkınlık yaratan durumlar genellikle hayati tehlike altında olma durumu, dış çevreden soyutlanma hali, bulunduğu ortam ve durumdan kaçamayacağına inanmışlık ve saldırganın bazı anlarda arkadaşça davranmasıdır.
Stockholm sendromunun görüldüğü bazı temel gruplar vardır. Savaş esirleri, toplama kamplarında kalanlar, tecavüze uğrayanlar, ensest ilişki mağduru çocuklar, pazarlanan seks işçileri, yoğun dini baskıya maruz kalan ya da beyni farklı amaçlarla yıkanan kişiler, uzun süre hapishanede kalan mahkumlar ve ev hapsine zorunlu bırakılmış kişiler bu gruplar arasındadır.
Stockholm sendromunun tedavisi için ilk önce psikoterapi yöntemine başvurulması gerekir. Saldırganca davranışlar ortaya koyan kişinin bu davranışlarının nedenleri ve hangi düşünceye hizmet ettiği konusunda kurbana detaylı bilgi verilmelidir. Daha sonra kurbanın kendi hayatı ile yeniden barışabileceği ortam hazırlanmalı ve adapte olabilmesi için de kendisine belirli bir süre tanınmalıdır. Bununla birlikte kişinin öncelikle bu sendroma yakalanmış olduğunu kabul etmesi ve tedavi ile düzeleceğine inanması gerekir. Özellikle hastalığın erken evrelerinde tedaviye başlamak, sendromun ilerleyerek içinden çıkılamaz bir hâl almasının da önüne geçer.
Hastanın dış dünyaya yeniden adapte olma sürecinde kendisine destek verecek bir dayanışma grubuna sahip olması önemlidir. Bu kişilerin nezaketli davranışlar ile durumu hastaya anlatması, hastanın güvendiği kişilerden de aynı değerlendirmeleri duyarak durumun sınırlarını sorgulamasını sağlar.
Stockholm sendromu örnekleri tarih boyunca pek çok kez yaşanmıştır. Bunlardan en bilineni 1974 yılında bir grup terörist tarafından kaçırılmış bir kadındır. Teröristler ile birlikte iki ay geçiren kadın, daha sonra kendisini kaçıran grupla birlikte bir banka soygununda yakalanmış ve hapse girmiştir. Diğer bir çarpıcı örnek ise 2001 yılında Afganistan'da Taliban tarafından kaçırılan bir gazeteciye aittir. 11 gün boyunca kendisini kaçıranlarla savaşan ve anlaşamayan gazeteci, onlarla sürekli kavga eder. Hatta olayı protesto etmek için uzun süre yemek yemez. Kendisini bırakan zorbalar ona şart olarak İslamiyet'i inceleme şartı koşar. Ardından gerçekten de İslam'a ilgi duymaya başlayan kadın 2003 yılında tamamen Müslüman olur.
Bu hastalığın iyice tanınması ardından bu konuya dikkat çekebilmek için Stockholm sendromu konulu filmler de çekilmiş ve büyük bir ilgi ile izlenmiştir. İlk çekimleri 1933 yılında yapılan ve dev bir gorilin canavar bir kıza kurban edilmek üzere sarışın bir kızı kurtarmasını konu alan King Kong filminde, kızın zamanla gorile aşık olması Stockholm sendromuna örnek gösterilmiştir. Bu konuda birçok film de beyaz perdede gösterime girmiştir. İşte Stockholm sendromu ile ilgili filmler:
Türk sinemasında da pek çok filmde Stockholm sendromu konu edilmiştir. Bunlar arasında Seni Seviyorum, Fırtına ve Gırgır Ali gibi filmler ilgiyle izlenenler arasındadır.