FAHRETTİN GÖK - Anadolu'nun en eski yerleşim merkezlerinden olan ve geçmişten bugüne bölgeler arası ulaşım imkanlarını sağladığı için doğu ile batının kilit noktası olarak adlandırılan Erzurum, sahip olduğu tarihi eserleriyle ziyaretçilerine zamanda yolculuk yaptırıyor.
Zengin su kaynakları ve tahıl üretimi için müsait ovalarıyla yerleşim merkezlerinin tarihi milattan önce 4000'lere kadar giden Erzurum, coğrafi konumu itibarıyla yüzyıllardır pek çok devlet ve medeniyete ev sahipliği yaptı.
Erzurum'un, doğu ile batının kilit noktasında yer alması dolayısıyla Hattilere kadar giden bir geçmişe sahip olmasına rağmen günümüze kadar görkemiyle ayakta kalan en eski tarihi yapısı, Roma İmparatorluğu (Bizans) döneminde yapılan ve imparator Theodosius'un isminin verildiği 5. yüzyıla ait Erzurum Kalesi oldu.
Roma dönemi sonrası Gürcüler, Saltuklular, Moğollar, İlhanlılar, Karakoyunlular, Akkoyunlular ve Osmanlıların hakim olduğu şehir, o dönemlere ait çok sayıda eseri bünyesinde barındırıyor.
Erzurum, tarihi kalesinin yanı sıra Çifte Minareli Medrese, Ulu Cami, Üç Kümbetler, Yakutiye Medresesi, Aziziye ve Mecidiye'nin de aralarında olduğu 20 tabya, "Doğu'nun Ayasofyası" olarak adlandırılan Öşvank Kilisesi ile Meryemana Kilisesi, kervansaray, han, hamam, çeşme, cami, medrese ve kümbetlerden oluşan kültürel mirasıyla tarihe ışık tutuyor.
Farklı dönemlerde inşa edildikleri için her biri tarihten ayrı bir kesit sunan ve yapılan restorasyonlar sonucu bir çoğu aslına uygun hale getirilen, bazılarında ise restorasyon çalışmaları devam eden bu yapılar, İslamın kilidi anlamına gelen "Erzurum Kilidi Mülki İslam'ın" olarak adlandırılan şehir, her yıl on binlerce turist tarafından ziyaret ediliyor.
Yöresel yemekleri, tarihi ve kültürel eserlerinin yanı sıra doğal güzellikleri ile ziyaretçilerini cezbeden Erzurum, özellikle tarihi yapıları ile ziyaretçilerine tarihte yolculuk yaptırıyor.
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Hüseyin Yurttaş, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Erzurum'un bugünkü şekli itibarıyla kuruluşunun Doğu Roma İmparatorluğuna, yani 5. yüzyıla kadar gittiğini belirtti.
O döneme ait herhangi bir kitabe ve belgenin günümüze ulaşmadığını ancak Erzurum'un hem iç kalesinde hem de şehri sınırlayan sur duvarlarında mutlaka bu dönemin izlerinin bulunduğunu aktaran Yurttaş, şöyle devam etti:
"Sonra peşi sıra Erzurum'a hakim olan Saltuklu dönemi, Türk dönemi için Erzurum'un en büyük imar faaliyetlerinde bulunan devlet veya beyliktir. Ardından İlhanlılar, Akkoyunlular, Karakoyunlular var ama onlardan günümüze pek fazla eser ulaşmamış. 16. yüzyıldan itibaren de Yavuz Sultan Selim dönemiyle başlayan ama asıl imar faaliyetlerinin Kanuni Sultan Süleyman döneminde başladığını bildiğimiz bir yapılaşma var ki bu yapılaşma artık günümüze kadar gelen Osmanlı dönemi eserleri için bir başlangıç noktası."
Osmanlının son döneminde Erzurum'da yapım faaliyetlerinin devam ettiğini aktaran Yurttaş, "Okulların yapılması, taş ambarların inşa edilmesi ve cumhuriyet döneminin ilk yapıları var. Erzurum tarihi dokusuyla gelecek nesillere aktarılması önemli. Tarihi dokuyu korumak, yaşatmak, yaşanabilir hale getirmek gerçekten önemli bir husus. Bu da bizlere ve bütün Erzurum halkına ve her yöre için söylüyorum Türkiye vatandaşlarına düşen bir görevdir." diye konuştu.
- "Anadolu'ya ve Erzurum'a sahip çıkmamız lazım"
Yurttaş, Erzurum'un tarih boyunca Anadolu'nun en güzide yerleşim alanlarından olduğunu vurgulayarak, şunları kaydetti:
"Erzurum Doğu'nun ve Anadolu'nun kapısı, kilit noktasıdır. 'Erzurum'a sahip olan milletler Anadolu'ya da sahip olur' diye bir söz vardır. Bu nedenle çeşitli devletler bu alana yerleşmişlerdir. Erzurum'u iyi bir şekilde müdafaa ettiğiniz zaman Anadolu'yu da korumuş oluyorsunuz. Anadolu'ya geçişe de müsaade etmiyorsunuz. İslamiyetin en büyük bayraktarı Türk milletidir. Dolayısıyla Anadolu'ya ve Erzurum'a sahip çıkmamız lazım. Ata yadigarı olan eserlerin de bu yüzden korunması gerekiyor. Yoksa dikmiş olduğumuz beton yapılarla, yeni oluşturduğumuz mahalleler ile şehirlere kimlik veremeyiz. Bu tarihi eserler korunduğu sürece bir anlam ifade ediyor, şehirler bu sayede anlam kazanıyor."