HABER

Tarihi değiştiren başarısızlıklar

Tarihi değiştiren başarısızlıklar

Tarihe damga vuran her ismin yaşamı elbette baştan sona başarı hikâyeleriyle dolu değildir. Herkes gibi onların da başarısızlıkla sonuçlanan girişimleri, acı dolu deneyimleri olmuştur. Ancak bunlardan bazıları var ki, ilk tercih ettikleri yolda başarısız oldukları için hayat onları ikinci bir tercih yapmaya zorlamış ve bu da onları, tüm insanlık tarihini veya bazı toplumların tarihini etkileyebilecek kadar önemli birer insan haline getirmiştir. Bu kişiler seçtikleri ilk yolda yenilgiye uğramasalardı belki de tarih çok farklı yazılacaktı ve biz onları hiç tanımayacaktık. Donald D. Besore’un Aykırı Yayıncılık tarafından yayımlanan “Tarihi Değiştiren Başarısızlıklar” (Success from Failure) adlı kitabı işte bu “büyük” adamların, kaderin cilvesi olarak tanımlayabileceğimiz, başarısızlıklarını ortaya koyuyor.


**Joseph Stalin –

**veya okuldaki arkadaşlarının ona taktığı adıyla Soso – aslında bir papaz okuluna gidiyordu. Ancak bir dini okul için fazlasıyla asi bir öğrenciydi. Tolstoy ve Marx gibi “sakıncalı” yazarların eserlerini okuyor; bunları başka öğrencilerle paylaşıyor; iktidar, zenginlik ve bunlarla ne yapılabileceğine ilişkin dualar ediyordu. Bu ve buna benzer davranışları nedeniyle de sık sık okul müdürü tarafından hücre hapsine gönderiliyordu.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Ancak bu cezalar Stalin’i yıldıracağına daha da fazla hırslandırıyordu. Soso, okul içindeki bir grubun lideri olarak eylemlerine devam ediyordu. Grup üyeleri, müdürün otoritesini her geçen gün daha fazla sorgulamaya başlamışlardı. Tüm bunların sonucunda okuldan kovulması ve papazlık hakkının elinden alınması kaçınılmazdı. Daha sonraları annesi sağlık nedenleriyle oğlunu okuldan aldığını iddia edecekti ama Soso, ateist, yurtsever ve sosyalist eğilimli bir grup olan “Mesame Dasi”nin lideri olduğu için kovulduğunu biliyordu.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Eğer Soso’ya papazlar ve Tiflis’teki dini okulun müdürü Germogen daha farklı davransaydı 20. yüzyılın tarihi inanılmaz ölçüde değişebilirdi. Stalin’in hırsı Ortodoks Kilisesi’nde bir rahip olmaya yönlendirilseydi, bunun o dönemin Rusyası için çok önemli sonuçları olabilirdi.


**Oliver Wendell Holmes

**1861-1865 yılları arasında Kuzey ve Güney Amerika arasında gerçekleşen Amerikan İç Savaşı’nda Massachusetts 20. Piyade Alayı’na bağlı bir asker olarak savaşan Oliver Wendell Holmes, savaşın kaybedenler tarafında yer alıyordu. Alaylarının başındaki General Hooker’ın başarısız komuta stratejisi yüzünden 97 bin askerden 16 bini hayatını kaybetmişti.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Holmes aslında, Amerika’nın en önemli hukukçularından biriydi. Meslek olarak askerliği seçmemişti. Çağının bir ürünüydü. Amerikan İç Savaşı’nın girdabına yakalanmıştı. New England’da doğmuş ve büyümüştü. Davasına inanıyordu. Zamanın yazarları ile kölelik karşıtı olan birçok kişi kendi rızaları ile onunla çalışmışlardı.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Uzun süren hayatında, savaşın ekonomik ve ulusal gerçeklerini kabul etmiş, ancak insanlığa getirdiği acılardan da nefret etmişti. Savaştan sonra Harvard’a dönüp çok ünlü bir yazar ve akademisyen oldu. Massachusetts Baş Yargıçlığı’na yükseldikten sonra ABD Anayasa Mahkemesi yedek hâkimi oldu. ABD hukuk tarihinde, görevinde en uzun süre kalan kişidir. Holmes, 1935 yılında, arkasında bugün hâlâ birçok davada atıfta bulunulan görüşlerini miras bırakarak 94 yaşında öldü.


**Dwight David Eisenhower

**Küçük Eisenhower, hem ağabeyinin öğrenimini karşılayacak hem de kendisinin Deniz Harp Akademisi’nde okumasını sağlayacak parayı bir araya getirmek için bir süthanede çalışıyordu. Bu arada çok sıkı bir şekilde akademinin sınavına hazırlanıyordu. Sonuçta sınavı gerçekten de iyi bir dereceyle geçti, ancak yirmi yaşında olduğu için koşulları Annapolis’e, yani ABD Deniz Kuvvetleri Akademisi’ne girmeye yetmiyordu. Ama West Point’teki kara harp okuluna kabul edilmişti.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Dostluk ve öğrenme arzusu ile amiral olmak ya da donanmada meslek edinmek isteyen bu dinç ve kuvvetli genç adam, bir general, tarihteki en büyük silahlı kuvvetlerin komutanı ve ABD’nin 34’üncü Başkanı olarak biliniyor. Eğitim konusunda ne kadar kararlı olduğunu ve Annapolist’e girse orada da başarılı olacağını tahmin edebiliriz.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Ne olursa olsun, askerler için zor geçen 1920’ler ve 1930’larda kariyerine devam edip yükselirdi. Askeri akademide de sınıf birincisi olmuştu. Ancak Annapolis’e kabul edilseydi ve Donanma Komutanı olsaydı belki de hiçbir zaman Amerikan Başkanı unvanını alamayacaktı.


**Harry S. Truman

**ABD’nin 33. Başkanı olan Harry S. Truman, Kansas City Üniversitesi’nde okuduğu Hukuk Bölümü’nden mezun olamadı. Buna rağmen, girişkenliği ve lider ruhu sayesinde kısa sürede kendini gösterdi ve 1922 yılında Jackson Bölgesi politika lideri Tom Pendergast önderliğinde bölge yargıcı oldu. Ancak 1924 yılında tekrarlanan seçimleri, dönemin etkili ırkçı örgütü Klu Klux Klan’ın üyelerini kızdıran ve onların oylarını istemediğine dair bir konuşma yapması sonucu, kaybetti.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Yargıç Harry S. Truman bundan sonraki siyasi hayatında hiçbir seçimi kaybetmedi. 1926’da yargıçlığa geri döndü ve 1934’te Missouri’den senatör seçildi. Tanınmış bir aileye mensup olması ve partisine karşı sadakati Demokrat Parti içinde yükselmesini, önem kazanmasını ve saygı görmesini sağladı.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Amerikan Başkanı Roosevelt’in, görevi devam ederken vefat etmesinin ardından ABD Başkanı seçildi. Başkanlığı boyunca, Japonya’ya atom bombası atılması, Kore Savaşı’nın başlatılması, Marshall Planı’nın uygulamaya konulması gibi dünya tarihini etkileyen kararlara imza attı.


**John J. Sirica

**Tanınmış bir boksör olmak için yanıp tutuşan John Sirica, ailesinin tüm itirazlarına rağmen Georgetown’daki evini bırakıp Miami’ye, hayalinin peşinden koşmaya gelmişti. Gerçekten de her şey istediği gibi gidiyordu, iyi bir boksör olma yolunda emin adımlarla ilerliyordu. Ta ki Miami’ye gelmeden önce girdiği avukatlık sınavını geçtiğini öğrenene kadar…


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Oysa Sirica sınavda başarılı olabileceğine hiç ihtimal vermemişti. Ailesine karşı duyduğu sorumluluk duygusu da baskın geldiği için kariyerine hukuk alanında devam etmeye karar verdi.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Genç boksör John J. Sirica, Washington’da ABD Bölge Hukuk Mahkemesi Baş Yargıcı olacak ve sansasyon yaratan birçok siyasi rüşvet ve ağır ceza davalarına başkanlık ederek tüm bu davaların altından başarı ile kalkacaktı. Tarih hiçbir zaman, Watergate davasına Sirica’dan başkası başkanlık etseydi ne olabilirdi sorusunun cevabını veremeyecek.


**Ulysses S. Grant

**ABD’nin 18. Başkanı olan Ulysses S. Grant, gençliğinde bir çiftçiydi. Kayınpederinden kalan toprakları değerlendirmeye çalışıyordu, fakat bu meslekte geçirdiği birkaç sene içinde, gerek kuraklık, gerekse fazla yağmur yüzünden başarısız olmuş, mahsulleri zarar gördüğü için çok da para kaybetmişti. Son olarak çiftliğinin yakınında çıkan yangın, bardaktaki son damlayı da taşırdı: Grant artık çiftçilik yapmayacaktı.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Aslında Grant’in hayatı adeta bir pembe dizi gibi geçmişti. West Point Askeri Akademisi’ni kazanmıştı, fakat okuldaki notları disiplin ve akademik başarı yoksunluğunu gösteriyordu. Buna rağmen binicilik ve eskrimde çok başarılıydı. Askerleri idare etmede de belirli bir yeteneği vardı. İçki ile olan ilişkisi efsane haline gelmişti. Ordudan da içki alışkanlığı yüzünden uzaklaştırılmıştı. Çiftçilik macerası da bundan sonra başlamıştı. Ancak kader onu yine ilk mesleğine döndürdü.


İç Savaş başladığında Kuzey ordusu, Illinois’den gelen gönüllülere komutanlık yapmak üzere albaylık rütbesiyle Grant’i geri aldı. General Grant girdiği tüm çarpışmaları zaferle bitiriyordu. Sonuçta Kuzey ordularının başkomutanlığına kadar yükseldi. Savaş sonrası yeniden yapılanmanın karmaşasında Grant Amerikan başkanlığına adaylığını koydu. Ancak 8 yıllık görevi boyunca Amerika’nın gördüğü en beceriksiz başkanlarından biri olmuştur. Savaşta insanları çok iyi değerlendirdiği halde aynı yeteneği politikada gösteremedi.


**Georges Clemenceau

**Babası tarafından, tıp okuması için ailesinden uzağa, Paris’e gelmişti. Ancak onun bütün gayesi, kendisi gibi düşünen arkadaşlarıyla birlikte Fransa’daki imparatorluk rejimi yerine cumhuriyeti getirmekti. Genç öğrenci tıp eğitimini sürdürürken radikal eylemlerine ve yandaşlarının sayısını artırmaya da devam ediyordu. Bu durum hükümetin bile dikkatini çekmişti. Gizli polis peşinde dolaşmaya başlamıştı. Zamanla daha da cesurlaştı ve Le Travail adında bir gazete kurdu. Rejimi yeren yazılarından dolayı sonunda hapse atıldı. 73 gün sonra serbest bırakılan genç Fransız, dava arkadaşlarıyla temasa geçerek kraliyet yönetimini devirmek üzere devrimci eylemlerine devam etti.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Fakat tıp eğitimini tamamlamak için eylemlere aktif katılımdan vazgeçmek zorunda kalmıştı. Diplomasını aldıktan bir süre sonra Amerika’ya yerleşti. Sedan’ın düşerek rejimin değişmesinden hemen sonra Paris’e döndü ve siyasi hayata yavaş yavaş adım attı.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Yazdığı başyazılardan dolayı “Kaplan” (le Tigre) lakabını alan doktor, Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransa Başbakanı olan Georges Clemenceau idi. Clemenceau, siyasi bir kişilik ve deneyimli bir devlet adamı olmanın ötesinde değerlere sahipti. Günümüzde, Birinci Dünya Savaşı sırasındaki bombardımanda Paris’in yaşadığı zor günlerde Fransız halkının en büyük yol göstericisi olarak hatırlanmaktadır. Ayrıca Versailles Barış Antlaşması'nın yapılmasında önemli bir rol oynamıştır. 1894 yılında, Yahudi bir Fransız subayının casuslukla suçlandığı Alfred Dreyfus Davası’nın yeniden açılmasını sağlayarak başarısının doruğuna ulaştı.


**Adolf Hitler

**1900’lü yılların başlarında, sanatla uğraşan iki genç adam, şanslarını aramak ve eğitim almak için Viyana’ya geldiler ve birlikte bir oda tuttular. Müzisyen olan Gus, giriş sınavlarını verdiği Müzik Akademisi’ne kaydını yaptırmıştı, ancak ressam olan Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne kabul edilmedi. Bu da onu kıskanç ve öfkeli biri haline getirdi. 1908 yılında şansını tekrar denedi, ancak Akademi’den yine ret cevabı aldı. Ressam bundan sonra Viyana sokaklarında sefil bir hayat yaşamaya başladı. Başını yaslayacak nereyi bulursa orada uyuyordu. Bir süre sonra akıl sağlığını bile yitirir gibi olmuştu. Az da olsa para biriktirerek hayata tutunabilmek için kar küremeyi, bavul taşımayı ve hatta dilenmeyi bile denedi, ama beceremedi.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Sonunda, kaldığı barınakta kendisi gibi bir ressamla tanıştı. Beraber iş yapmaya karar verdiler. Bunun için genç ressam ilk defa ailesinden borç para istedi. Küçük bir otel odası tutarak çizimlerini yapmaya başladı. Kaldığı yerde başka insanlarla tanıştı ve kendini çok geçmeden siyasi tartışmaların ortasında buldu. Uzun süredir uyuşmuş olan düşünceleri, bir tartışma grubunun lideri olana kadar gelişti. Yeni aşkına kendini o kadar kaptırmıştı ki ortaklığı bozulmuştu.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Ressam, Viyana’da beş buçuk yıl kaldı. Burada arkadaşsız, umutsuz ve parasız geçirdiği yıllar boyunca dibin de dibine vurmuştu. Fakat şehri terk ettiğinde sertleşmiş, politika ateşiyle yanan bir adam haline gelmişti. Bu ressam, tarihin en gaddar ve en kötü adamı olarak kabul edilen Adolf Hitler’den başkası değildi. Hitler, birçok ülkenin nüfusundan da fazla sayıda insanın ölümünden sorumluydu. Tek başına karar vererek bir ırka, Musevilere karşı soykırımı resmi hükümet politikası yaptı. Viyana’da Güzel Sanatlar Akademisi tarafından yetenekli bulunsaydı belki de bu talihsizliklerin hiçbirisi yaşanmayacaktı.


**Charles De Gaulle

**Askeri Akademi mezunu Charles De Gaulle, I. Dünya Savaşı sonrasında katıldığı Polonya-Sovyet Savaşı’nda edindiği tecrübelerden yola çıkarak birçok kitap yazdı. Fransa'da rağbet gören statik savunma doktrini yerine, mekanize ve zırhlı birliklerden olaşacak modern bir ordunun kurulması gerektiğini savundu. Ancak görüşleri, askeri otoriteler tarafından hoş karşılanmadı. Bu nedenle de De Gaulle, savaş arası dönemde kariyerinde çok yavaş ilerledi. II. Dünya Savaşı başladığında henüz albay rütbesindeydi.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Sanayi Devrimi’nin ardından tüm dünya sıkıntılı ve zor günler yaşıyordu. Milyonlarca kişi işsizdi. 1934 yılında, Fransa’da çeşitli meslek gruplarından binlerce insan işsizliği ve hayat pahalılığını protesto etmek için Concorde Meydanı’nda toplandı. Eylem başarısızlıkla sonuçlanmıştı. O günün akşamı yazar De Gaulle ve arkadaşları, başbakanın istifa etmesi için baskı kurmaya ve Cumhurbaşkanı’nın Mareşali göreve çağırması gerektiğine karar verdiler.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Fransız ordusunda 1930’ların ortalarında reform yapmaya çalışan bu yazar ve asker, II. Dünya Savaşı sırasında Özgür Fransa’nın lideri, sonranın Fransız Cumhurbaşkanı olacaktı. De Gaulle, Fransız halkına güçlü bir irade ve yeni bir anayasa sağlamış ve uzun süredir tanık olunan en sarsılmaz hükümeti kurmuştu.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">De Gaulle, II. Dünya Savaşı sırasında hayatının en önemli kararını alacaktı: 1940 Haziranında Fransa’nın düşüşünden sonra, yasallığını kabul etmediği Petain hükümetinin Almanya ile yaptığı ateşkese karşı çıkarak savaşa tek başına devam etmeye karar verdi. İngiltere’de sürgünde Özgür Fransa Kuvvetleri adı altında kendi ordusunu ve hükümetini kurdu. Gerçekten de bu yeni örgütlenme Fransa’ya hâkim oldu. Büyük zaferin ardından ulusunu yönetti fakat bu dönem kısa sürdü. Daha sonra, 1958’de Fransa, imparatorluğu yeniden kurmaya niyetlenip Vietnam ve Cezayir’i topraklarına katmaya kalkışınca, çıkan karmaşayı çözmesi için De Gaulle’e başvuracaklardı. Kendisine duyulan güven sayesinde olağanüstü yetkiler alarak bu görevin de altından başarıyla kalkacaktı.


**James Abbott McNeill Whistler

**West Point Akademisi’nin disiplinsiz ve başarısız bir öğrencisiydi. Sürekli olarak kuralları çiğniyor, okul arazisinden sıvışıp çiftçilerin uğradığı bir tavernaya gidiyordu. Akademideki ordu yetkililerinin, fotoğraf bilimini ciddiye almaya karar vererek tanınmış bir ressamı ders vermek üzere işe almalarıyla harp akademisi öğrencisinin de hayatı bambaşka bir yola girdi.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Genç öğrenciyi, savaş alanı çizimleri ve haritalarının hazırlanması işi büyülemişti. Çalışmaları profesörün beğenisini kazandığı için ona çizimlerini yapacağı özel bir oda bile verildi. Çizim ve taslaklar içinde kendini kaybettiğinden sınıf derecesi gittikçe düşmeye başlamıştı. Derslerdeki durumunun dışında çok sayıda ihtar da alıyordu. İhtarların sayısı üst sınırı geçtiği için, her türlü çabasına rağmen, okuldan atıldı. Ancak hayatının geri kalanında West Point’teki günlerinden söz ederken hep mezun olduğunu söyleyecekti.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">1850’lerde West Point’in kendisine çok yabancı olan dünyasına düşen genç öğrenci, Amerika’nın en ünlü ve önemli ressamlarından biri olan James Abbott McNeill Whistler’dı. Whistler, resim için harcadığı enerjiyi askeri kariyerine vermiş olsaydı herhalde döneminin ve İç Savaş’ın önemli isimleriyle bir arada anılırdı. Savaş sırasında büyük bir olasılıkla öldürülürdü, ama ondaki cürete sahip olanların savaşlarda ilginç ve renkli hayatlarının olduğunu da unutmamalıyız.


**Franklin Delano Roosevelt

**İsim yapmış ve çok sayıda müşterisi bulunan bir avukatlık bürosunun iki ortağından biri olan Franklin Roosevelt, başarılı kariyerine rağmen yaptığı işten yeterince keyif almıyordu. Zamanının çoğunu geleceği düşünerek geçiriyordu. Mesleği olan hukuk, çok fazla vaktini almıyordu. Hatta yatırımları ile ilgili yaptığı işler de zamanını doldurmuyordu. Hukuk firmasındaki günlerinin çoğunu, eyaletin ve ülkenin her köşesinden, farklı sınıflardan insanları dinleyerek, durum değerlendirmeleri yaparak geçiriyordu.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Hep büyük ideallerin hayallerini kuran bu avukat, ilerde ABD’ye dört kez başkan seçilecekti. Düşmanı ve dostunun kısaca FDR dediği Roosevelt’in Amerika üzerindeki etkisi 20. yüzyıldaki hiçbir başkanla kıyaslanamaz. Bu lider ruhlu adam, avukatlık mesleğini siyasi bağlantılar kurabilme yolunda değerlendirmiştir. Her ne kadar otuzlu yaşlarının başlarında çocuk felci geçirerek yürüyemez duruma gelse de, tüm bu yaşadığı acılar FDR’yi Amerika’nın karşı karşıya kaldığı krizde ve İkinci Dünya Savaşı sırasında yol gösterebilmesi için daha da güçlendirmişti. Ne kadar güçlü olduğunu, hiçbir zaman karamsarlığa kapılmayarak ve teslim olmayarak gösterdi.


1929 yılında ABD, Büyük Buhran adı verilen, tarihin en büyük ekonomik krizinin içine sürüklenmişti. FDR, tam da bu krizin yaşandığı günlerde (1933 yılında), güçlü bir liderliğe aç ve büyük bir şaşkınlık içinde olan Amerikan halkı tarafından, ezici bir çoğunlukla başkan seçildi. FDR ve teorisyenleri Büyük Buhran’a hiçbir zaman çözüm getiremediler ama FDR en zor günlerinde bile düzeni korumayı başarmış ve böylece ülkesine umut vermiştir.


**Lyndon B. Johnson

**Diplomasını yeni almış bir mezun olarak küçük bir kasabada öğretmen ve okul müdürü olarak göreve başlayan Lyndon B. Johnson, orada geçirdiği bir yıl boyunca öğretmenlikten çok daha fazlasını yapmıştı. Yoksul bir halkı olan kasabanın öğrencilerinin daha iyi beslenmeleri için elinden geleni yaptı, onları spora, dansa ve müziğe yönlendirdi ve bir münazara takımı kurdu. Üstelik ilk zamanlar, bütün bunları yaparken diğer öğretmenlerin desteğini de alamıyordu.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">ABD’nin hiçbir başkanı göreve geldiğinde öğretmen, senatör, başkan yardımcısı ve 36. Başkan Lyndon B. Johnson kadar iç politika ve hükümet işleri konusunda bilgili ve tecrübeli değildi. John F. Kennedy’nin ölümünden sonra sakin, saygıdeğer ve güçlü bir şekilde görevi devralışıyla zor durumda olan Amerika halkının güvenini kazanmıştı. Gerçekten çok sıkı bir şekilde çalışıyordu; Johnson için ufak ya da önemsiz hiçbir konu yoktu, her şeyler bizzat ilgileniyordu. 1964 yılındaki seçimlerde Goldwater’a karşı ezici bir zafer kazandıktan sonra etkisini daha da artıracaktı.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Toplumsal değişimleri temel alan “Büyük Toplum” adını verdiği bir porgramın uygulamasına başladı. Her ne kadar kendisi o sırada farkında olmasa da, Lyndon B. Johnson daima geri dönüşü olmayan kararlar verdi. En büyük hatası ise ABD’yi Vietnam’la savaşa sokması oldu. Johnson’ın savaş siyasetindeki ısrarcılığı Amerikan ekonomisini uzun yıllar istikrarsızlığa mahkûm etmiş ve ayrıca tüm dünyada yaşanan enerji krizi Amerikan yaşam standardına, kaldırması olanaksız yeni yükler getirmiştir.


**Henry Ford

**Genç Henry Ford, yaşadığı çiftlikten, iş olanaklarının bol olduğu şehir merkezine para kazanmak için gelmişti. Makine atölyelerinde çıraklık yaparak işe başladı. Kazandığı para geçimine yetmediği için bir mücevher dükkânı için saat tamiri de yapıyordu. Makine atölyesinde yeterince tecrübe kazandıktan sonra Drydock adında büyük bir gemi yapım şirketinde çırak olarak çalışmaya başladı. Burada kendi işini yaparken bir yandan da diğer işçileri izliyor, onların işlerini de öğrenmeye çalışıyordu. Sonuçta sadece makinistin görevlerini değil, üretim işleminin tüm yönlerini öğrenmişti. Dikkatle izlemenin yanı sıra sürekli sorular sorarak üretimi bütünüyle kavramaya çalışıyordu.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Bütün bu iş deneyiminin sonucunda artık ne olmak istediğine karar vermişti: çok fazla sayıda mal üretebilen bir üretici olmak istiyordu. Temel bilgisi vardı. Şimdi bilgisini bir konuda yoğunlaştırıp yapmak istediklerini ondan başka kimsenin beceremeyeceği bir şekilde ve doğru bir zamanda yapmanın sırasıydı.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Bir zamanların tersane işçisi, saat tamircisi, çiftçisi ve bıçkıhane operatörü olan genç tamirci, mühendis, araba üreticisi, yenilikçi ve mucit Henry Ford’du. Ford, mekaniğe karşı doğal zekâsı ve becerisini bu konuyu öğrenmek için kullanmış, enerjisini ve direncini bilimsel anlamda ilerleme yönünde değerlendirmişti. Ve bunların hepsini doğru bir zamanlamayla gerçekleştirmişti.


**Winston Leonard Spencer Churchill

**Artık tam anlamıyla emekliydi. Kendisi için hiçbir gelecek görmüyordu. En azından kendini yeniden iyi hissettirecek bir gelecek yoktu. İflasla karşı karşıyaydı. Aslında çok iyi para kazanmıştı. Özellikle son birkaç yıldır. Fakat gelirinden fazla harcıyordu. Evini satılığa çıkartmamak için arkadaşından borç para istemek zorunda kaldı. Asıl endişelendiği konu, yüklü harcamalarını halkın duymasıydı.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">İflasla flört eden bu adam Winston Leonard Spencer Churchill’di. Ressam, yazar, savaş muhabiri, asker, deniz kuvvetlerinde yönetici, politikacı, devlet adamı, tarihin koridorlarında adı sonsuza kadar yankılanacak bir adam. Batı medeniyetini karşı karşıya kaldığı en korkunç tehditten kurtardığı söylenen adam… İsa, Lincoln ve Napoleon’dan sonra belki de en fazla biyografisi yazılan kişi…


Churchill hayatında birçok siyasi yenilgi yaşamış, ama her zaman kendini kısa sürede toparlayıp tekrar düzlüğe çıkmayı da bilmişti. Ayrıca İngiliz dilinin belagati en güçlü kişiliklerinden biri olarak bilinir. Başbakan olduktan sonra ve savaşın sona ermesiyle birlikte, yazdıkları ona daha fazla kazanç getirmeye başladı. Para konusunda endişe duymadığı için de debdebeli yaşam tarzını sürdürmekte sakınca görmedi. Bu kadar uçarı ve parayla ilgili müsrif bir tutum sergilemesi, verdiği diğer kararların da yargılanmasına sebep olabilirdi. Bu, ulusal bir sorun haline geldiğinde parti liderleri de doğal olarak anlayış göstermeyeceklerdi.


<span style="font-size: 10pt; font-family: "Trebuchet MS","sans-serif";">Bu durum açığa çıksa ciddi bir siyasal ve sosyal çalkantıya yol açar ve başbakanlık Lord Halifax’a geçerdi. Tarih, Churchill başbakanlık koltuğunu bu şekilde kaybetseydi ne olurdu sorusunu yanıtlayamayacak, ama şu da bir gerçek ki; dünya yenilgiyi kabul etmeme iradesini gösteren bu adamı kolay kolay unutmayacaktır.

En Çok Aranan Haberler