Trepanasyonun tarihi modernliğin adımlarından biri olarak gözükse de yazının bulunmasından öncesine kadar uzanıyor. Trepenasyon işlemine dair ulaşılan en eski kanıtlar 6500 yıl öncesine dayanıyor. Fransa topraklarında bulunan verilere göre teknik pek çok hastalığın tedavi edilmesinde kullanıldı.
Trepanasyona dair çizilen mağara resimleri incelendiğinde yöntemin epilepsi, migren ve akıl hastalıklarını iyileştirmek için kullanıldığı tahmin ediliyor. Kafatasından alınan kemik parçaları insanlar tarafından saklanıyordu. Kişilerin kafatasına taşla bir delik açılıyordu ve kötü ruhların bu delikten uzaklaşarak gitmesi bekleniyordu. Trepanasyon uygulanan hastaların büyük bir bölümü hayatını kaybediyordu, felç kalıyordu ya da başka hastalıklarla mücadele etmek zorundaydı. Bu cerrahi işlem sırasında kurtulan kişiler kutsal olarak kabul ediliyor ve bu insanlar için tapınak bile yapılmıştı.
Trepanasyon akımı 1960’lı yıllarda bir kez daha ortaya çıktı. Günümüzde tıp dünyasının mesafeli durduğu bu uygulamaya inanların sayısı bir hayli fazlaydı. Trepanasyonun modern dünyadaki ilk temsilcisi Bart Hunghes’ti. Ona göre kafatasının tamamen kapalı olması omurilik sıvısı ve beyne giden kan miktarı arasında bir dengesizliğe sebep oluyordu. Bu da insan beyninin yeterli miktarda oksijen alamamasına sebep oluyordu. Bu duruma çare bulmak isteyen Hughes, elektrikli matkap kullanarak kendi kendine trepanasyon uyguladı.
Aydınlanma umuduyla kendi kendine trepanasyon uygulayan bir başka isimse Amanda Feilding'di. 1970 yılında Hughes’i izleyerek kendisine trepanasyon uygulayan ve bu anı kameraya çekerek belgesel haline getiren Feilding, “Heartbeat in the Brain” filminde bu işlemi tasvir etmişti.