Tarihin gördüğü en dehşet verici savaşlardan biri olarak kabul edilen ve zaferle sonuçlanan Çanakkale Savaşı'nın 90. yıl dönümü çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.. Türk Ordusu ve milletinin göğsünü siper ederek kazandığı zafer, aradan 90 yıl geçmesine rağmen hala hafızalardaki tazeliğini koruyor.
Törenler, sabah 09.00'da Cumhuriyet Meydanı'ndaki Atatürk Anıtı'na çelenklerin konulup saygı duruşu eşliğinde göndere bayrağın çekilmesiyle başlandı.
Törene Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Deniz Kuvvetlere Komutanı Oramiral Özden Örnek, Kuzey Deniz Saha Komutanı Koramiral Metin Ataç, Boğaz ve Garnizon Komutanı Tümamiral Veysel Kösele, Vali Süleyman Kamçı ve Belediye Başkanı Ülgün Gökhan ile birlikte çok sayıda kişi katıldı.
Türkler'e karşı savaşan milletlerin dahi hayranlıkla karşıladığı Çanakkale Zaferi'nin ibret verici tarihçesi şu şekilde:
20. yüzyılın başlarında Avrupa sınırlarından taşıyordu. Ekonomik rekabet, sömürgecilik ve milliyetçilik akımları Avrupa'yı ikiye bölüyordu. Almanya-Fransa ve Rusya-Avusturya arasındaki çekişmeler gerginliğe dönüşüyordu. 28 Haziran 1914'te Avusturya-Macaristan İmparatorluğu Veliahdı Arşidük Ferdinand'ın bir Sırp milliyetçisi tarafından öldürülmesi bu gerginliğe son noktayı koydu. Avusturya'nın 28 Temmuz 1914'te Sırbistan'a seferberlik ilanının ardından 1. Dünya Savaşı başladı. Bir yandan Almanya, Avusturya-Macaristan ve İtalya'dan oluşan üçlü İttifak Devletleri, bir yanda da İngiltere, Fransa ve Rusya'dan oluşan Üçlü İtilaf Devletleri sonunda Avrupa'yı ikiye bölmüşlerdi. Savaş ilanlarının ardından İtalya tarafsızlığını ilan ettiyse de 1 yıl sonra İtilaf Devletleri'ne katıldı.
Osmanlı İmparatorluğu tarihin gördüğü en geniş sınırlara sahip olmuş, her çeşit milleti ve inanışı içinde barındırmış ve yaklaşık 600 yıl süren saltanatını 20. yüzyılın başında kaybediyordu. Dışta ve içte yaşadığı mücadeleler Osmanlı Devleti'ni çökertiyor, topraklarını ve gücünü dağıtıyordu. Son olarak Trablusgarp ve Balkan Savaşları ile arka arkaya yenilgiler alan Osmanlı Devleti, Doğu Trakya dışında Avrupa'daki bütün topraklarını kaybetmiş, saygınlığını ve gücünü yitirmişti. Artık Osmanlı Devleti'nin ölümü bekleniyor ve diğer ülkeler tarafından paylaşım planları hazırlanıyordu.
DÜŞMAN DEVLETLERİN PLANLARI
Rusya, boğazları ele geçirip sıcak denizlere inmeyi hedeflerken, İngiltere Süveyş Kanalı ve Hint yolunun güvenliği için Filistin'i ele geçirmeyi tasarlıyor, Fransa; Lübnan, Suriye ve Kilikya'nın kontrolünü düşlüyor; Almanlar doğuya yayılma politikası güdüyor, İtalyanlar ise Antalya'ya sahip olmayı istiyorlardı.
1. Dünya Savaşı'nın patlamasının ardından Osmanlı Devleti önce İtilaf Devletleri ile birlikte olmaya niyetlendiyse de, Rusya'nın bu duruma soğuk bakması Osmanlı'yı Almanya'ya doğru yönlendirdi ve 2 Ağustos 1914'te yapılan gizli bir antlaşma ile Alman-Türk ittifakı kesinleşti. Bu tarihten sonra, güvenliği açısından seferberlik ve silahlı tarafsızlık ilan eden Osmanlı Devleti, 10 Ağustos 1914'te İngiliz donanmasından kaçan GOEBEN ve BRESLAU adlı Alman savaş gemilerinin boğazlardan geçmesine izin verdi ve boğazları tüm yabancı gemilere kapattı.
GOEBEN ve BRESLAU'ın boğazlardan geçmesi itilaf devletlerinin tepkisine yol açtı. Bunun üzerine Osmanlı Devleti, bu iki gemiyi, daha önce İngilizler'e sipariş ettikleri ve hatta parasını ödedikleri halde alamadıkları iki gemi yerine satın aldıklarını açıkladı.
Böylece, 'Yavuz' ve 'Midilli' adı verilen bu iki savaş gemisi Osmanlı Donanması'na katıldı. 27 Eylül 1914'te Amiral Souchon komutasındaki Yavuz, tatbikat amacıyla çıktığı Karadeniz'de Ruslar'a ait Sivastapol ve Novorosisk limanlarını bombalayınca 1 Kasım 1914'te Ruslar Kafkasya'da sınırı geçerek fiilen savaş başlattı ve Osmanlı Devleti de sıcak savaşın içine çekilmiş oldu.
BOĞAZLAR AVRUPA İÇİN ÖNEM TAŞIYORDU
Osmanlı Devleti'nin elinde bulunan boğazlar, konumları nedeniyle özellikle Avrupa için çok büyük bir önem taşıyorlardı. Tarih boyunca uğurlarında nice savaşlar verilen boğazlar stratejik, ekonomik ve kültürel açıdan paha biçilmez değerdeydi. İtilaf Devletleri'nin boğazları açma nedenlerinin başında boğazların stratejik önemi yatıyordu. Rusya'ya yardım edebilmek hedefiyle yapılanan bu düşünce; aynı zamanda Almanya'dan yeterli yardım alamayacağı ve fazla direnemeyeceği düşünülen Osmanlı'yı tek başına ve planlanmış bir barışa mahkum etmeyi planlıyordu.
Ayrıca boğazları kazanmak demek, İstanbul'u ele geçirip Osmanlı ve tüm Avrupa üzerinde manevi bir yıkıma sebep olmak demekti. Tarafsız kalan pek çok ülke bu başarıya kayıtsız kalamayacak ve İtilaf Devletleri'ne katıldıklarını açıklayacaklardı. Boğazlardan geçilebilirse, kazanılacak olan başarı tüm Müslüman sömürgeleri sindirecek, güneyde sömürge devletlerini rahatsız eden hiçbir şey yaşanmayacaktı. Bu düşünceyle İngiltere 28 Ocak 1915'te Osmanlı'ya savaş kararı aldı ve bu karara Fransa da katıldı.
DENİZ HAREKATI
"Denizlere hakim olan dünyaya hakim olur" düşüncesiyle hareket eden İngilizler, boğazları ele geçirmek için donanmanın yeterli olacağına inanıyorlardı. Bahriye Nazırı Churchill'in planları Akdeniz filosu komutanı Amiral Carden tarafından da desteklenince, Lord Fisher'ın şüpheli gördüğü bu harekatın donanma ile yapılmasına karar verildi. Tarihinde hiçbir yenilgi almamış olan İngiliz donanmasının silah, teknoloji ve başarı açısından kendine güveniyordu. Düşman tamdı. Dünyanın yenilmez donanması, Fransa'nın da desteği ile dünyanın en büyük armadasını oluşturuyordu. Bu donanmaya karşı gelebilecek hiçbir güç düşünülemezdi. Hele ki yıpranmış, teknoloji açısından zayıf ve parçalanmak üzere olan Osmanlı, bu armada ile asla baş edemezdi.
İtilaf Devletleri'nin deniz harekatı 19 Şubat 1915'te başladı. 13 Mart 1915'e kadar düşman gemileri tabyaları top ateşine tuttu, mayın tarama gemileri olabildiğince yol açtı. Boğazları zorlayarak geçebileceklerine inanan düşman kuvvetlerinin, kararlı ve dirençli bir karşılık almaları bu işin o kadar da kolay olmadığını gösteriyordu. Bir ay boyunca yapılan binlerce mermi atışının ardından çok da büyük bir gelişme elde edilememişti.
TABYALAR TAHRİP EDİLDİ
18 Mart'a kadar geçen bu dönemde boğazın girişinde bulunan Rumeli yakasındaki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları ile Anadolu yakasındaki Kumkale ve Orhaniye tabyaları tahrip edilmişti. Boğaza giriş kapıları aralanmış; ama hala ilerde olacaklar belirsizdi. 18 Mart 1915 sabahı geldiğinde kimse günün sonunda neyle karşılaşacağını bilmiyordu. 17 Mart 1915'te Amiral Carden'in yerine Amiral de Robeck'in atanmasıyla 18 Mart'ta gerçekleşecek plan uygulamaya konuldu.
Plana göre; 18 Mart sabahı 3 deniz tümeninden oluşan düşman filosu boğazda belirdi. Filonun en güçlü gemilerinden oluşan 1. Tümen bizzat Amiral de Robeck tarafından kumanda ediliyordu. Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson muharebe gemileri ve Inflexible muharebe kruvazöründe oluşan 1. Tümen, saat 10.30'da boğazdan içeri girdi. Filonun önündeki muhripler savaş alanını tanıyorlardı. Planlanan noktaya ulaşıldığında Queen Elizabeth'in hedefi Rumeli Mecidiye Tabyası, Lord Nelson'un hedefi Namazgah Tabyası, İnflexible'in hedefi ise Rumeli Hamidiye Tabyası idi. "A Savaş Hattı" olarak adlandırılan bu plan 11.30'da uygulanmaya başlandı ve 11.30'da merkez tabyalarına ateş başladı.
OBÜSLER ATEŞ YAĞDIRDI
Bu arada, düşman gemileri Kumkale'den gelen tedirgin edici ateş hattına da girmişlerdi. Obüslerden üstlerine ateş yağıyordu. Yine de mesafe uzak olduğundan Türk bataryaları savaş gemilerine karşılık veremiyordu. Saat 12.00 sularında Çimenlik, Rumeli Hamidiye ve Anadolu Hamidiye ateş almıştı. B Hattı diye adlandırılan Amiral Guepratte komutasındaki 3. Tümen Suffren, Bouvet, Goulois, Charlemagne adlı 4 Fransız gemisiyle Triumph ve Prince George adlı 2 İngiliz muharebe gemisinden oluşuyordu.
Plana göre bu tümen 1. Tümen'in arkasından harekete geçti ve B Hattı önündeki yerini aldı. Yavaş yavaş yaklaşan gemiler bu cesurane ilerleyişlerinde Türk bataryalarından düşen mermi ateşi altında B hattına vardılar. Şiddetli yapılan karşılıklı çatışmalarda aradaki bataryalar sustuysa da merkez bataryalar ateşe devam ediyorlardı. 900 yarda kadar içeri sokulduklarından şiddetli ateş bu gemilerin üzerine yağıyordu. 3. Tümen'e ait olan 2 İngiliz gemisi Triumph ve Prince George A Hattı'nın kuyruk omuzluklarında yerlerini almış, Rumeli Mesudiye ve Yıldız tabyalarını hedeflemişlerdi. Rumeli merkez bataryaları çok yoğun ateş altındaydı. Mermilerin çoğu tabyalar içine düşmüş, telefon hatlarını bozmuş, yangınlar çıkarmıştı.
İNGİLİZLER ŞOK GEÇİRDİ
Planın 2. aşamasında Türk bataryaları üzerinde yeteri kadar üstünlük sağlanabilirse Albay Hayes Sadler komutasındaki 2. Tümen devreye girecekti. Ocean, İrresistible, Albion, Vengeance, Swiftsun ve Majestic'ten oluşan 2. Tümen, 3. Tümen'in yerini alacak ve B Hattı'ndan son olarak yakın muharebe yapılarak tabyalar içinde olmayıp mayın hatlarını savunan toplar tahrip edilerek bombardımandan hemen sonra mayın tarama işlemlerine başlanacaktı. Fakat 3. Tümen'in yerini alacak 2. Tümen gelmeden önce beklenmedik bir şey oldu. Saat 14.00'e doğru Suffren büyük bir hızla boğazı terk etmekte ve Bouvet de onu izlemekteydi. A Hattı'nı geçmek üzereyken Fransız gemisi Bouvet'te bir-iki patlama oldu ve Anadolu Hamidiye Tabyası'nca ateş altındayken 3 dakikada suların altına gömüldü. Derin bir şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elzabeth ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kestiler. Muhripler ve istimbotlar personeli kurtarmaya gittiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi sulara gömülmüştü.
Bu arada saat 12.30 sularında Goulois isabet almış ve ağır yaralarla boğazı terk ediyordu. Saat 15.30 sularında mayına çarpan Inflexible'ın durumu kötüydü; ama yoğun çabayla Bozcaada'ya ulaştı. 2. Tümen İngiliz gemileri, 3. Tümen'in yerini aldığında bu manzara ile karşılaşmıştı. Saat 14.30'da ateşe başlayarak 10 yardaya kadar yaklaştılar. Namazgah Tabyası bombardıman edildi. Saat 15.00'te Rumeli Hamidiye, daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş dışına kaldı.
NUSRET'İN MAYIN SÜRPRİZİ
Anadolu Hamidiye Tabyası hasar görmemişti ve İrrisistible'a ateş ediyordu. Saat 15.14'te İrrisistible'ın yanında korkunç bir patlama duyuldu. Saat 16.15'te tabyalarda uzaklaşmak isterken bir mayına çarptı. Bu bölgede bir gece önce Nusret'in döktüğü mayınlar hiç hesapta yokken can alıyordu. Bölgenin mayınlı olduğunu anlayan Amiral de Robeck, 2. Tümen'in geri çekilmesi için emir verdi. Saat 18.05'te geri çekilirken Ocean da mayına çarpmıştı. Güçlü top ateşine rağmen Ocean'ın personeli muhripler tarafından boşaltıldı. 18 Mart'ta yaşananlar şaşkınlık meydana getirdi. Lord Fisher gibi ordusuz bir donanmanın başarıya ulaşamayacağını söyleyenler haklı çıkıyor, de Robeck ve Churchill gibi hala donanma ile boğazları zorlayıp İstanbul'a çıkılabileceği düşüncesi yeni hareket planları doğuruyordu.
KARA SAVAŞLARI
Çanakkale Savaşları'nda Deniz Harekatı'nın başarısızlığı umutları Kara Harekatı'na çevirmişti. Daha 1 Mart'ta Yunanistan, Gelibolu yarımadasını işgal etmek, mümkün olduğu takdirde İstanbul üzerine yürümek üzere İngiltere'ye 3 tümenlik bir kuvvet önermişti. İngiliz ve Fransızlar'a kalsa öneri kabul edilebilirdi. Ancak Rus Çarı, İngiliz Büyükelçisi'ne, hiçbir şart altında Yunan askerinin İstanbul'a girmesine izin vermeyeceğini bildirerek bu tasarıyı önledi. Londra'da ise, harekatı donanma yalnız mı yapsın, yoksa kara ordusu ile birlikte mi hareket etsin tartışması yapılmaktaydı. Bir kara ordusuna ihtiyaç olduğunu savunanların arasında Lord Fisher geliyordu. Bununla beraber son karar, Savaş Bakanı (Harbiye Nazırı) Lord Kitchener'indi. O ise, ısrarla elinde birlik olmadığını söylüyordu.
Nihayet Mart'ta Kitchener, 29. Tümen'in Ege'ye sevk edileceğini, Çanakkale'de bulunan Deniz Piyadelerine Gelibolu Yarımadası'nın temizlenmesinde yardım edeceğini açıkladı. Bu haber Fransa cephesinde bulunan İngiliz generallerinin öylesine büyük tepkisine yol açtı ki, Mareşal sözünü geri alarak 18 Şubat'ta bu birliğin yerine o sırada Mısır'da bulunan Avustralya ve Yeni Zelanda Tümenlerinin gideceğini bildirmek zorunda kaldı.
Askeri durumu tetkik için Çanakkale'ye gönderilen General Sir William Birdwood, 5 Mart'ta Kitchener'a gönderdiği raporda, donanmanın tek başına boğazdan geçemeyeceğine inandığını, kuvvetli bir ordunun karadan donanmayı desteklemesi gerektiğini bildiriyordu. Bu rapor Kitchener'in bütün tereddütlerini giderdi. 10 Mart'ta 29. Tümen'in Ege'ye gönderileceğini açıkladı. Ayrıca bir Tümen de kendilerinin göndermeleri için Fransızları ikna edeceğini ilave ediyordu. Böylece Mısır'daki Anzak Tümenleri ile birlikte 70 bin kişilik bir kolordu bu işe ayrılmış oluyordu. Birdwood'un raporuna rağmen, hala donanmanın tek başına boğazı geçebileceğini düşünenler vardı. Bu karışıklık içinde kara kuvveti hazır olana kadar donanmanın harekatını geri bırakmasını, bu suretle kara ve deniz kuvvetlerinin müşterek harekata başlamasının en iyisi olacağını hiç kimse aklına getiremiyordu.
İSTANBUL ÜZERİNE YÜRÜME PLANI
O sıralarda Londra'ya hakim olan bu kargaşalık ve belirsizliği, ne yapacağı belli olmayan Sefer Kuvveti'nin komutanlığına yapılan atamadan anlamak mümkündür. Bu komutan, Kitchener'in Güney Afrika savaşlarından eski bir arkadaşı General Sir Ian Hamilton'du. Donanma asıl saldırısını yapana kadar, Hamilton'un birlikleri işe karışmayacaktı. Eğer deneme başarıya ulaşmazsa Hamilton Gelibolu yarımadasına çıkarma yapacak, başarıya ulaşırsa yarımadaya zayıf bir kuvvet bırakıp doğrudan doğruya İstanbul üzerine yürüyecekti. Oradan İstanbul Boğazı'na çıkarılmış bir Rus Birliği ile birleşmesi umuluyordu.
Türk tarafı ise, 18 Mart'ta kazandığı zaferden dolayı kendisine olan güvenini tazelemiş, Çanakkale'nin boğazlardan geçilemeyeceğini tüm dünyaya göstermişti. Bu zaferin ardından, müttefiklerin kaçınılmaz kara harekatına karşı Türk tarafı da son sürat hazırlıklara başlamıştı. Çanakkale'de 5. Ordu oluşturulmuş, başına da Mareşal Liman von Sanders getirilmişti. Kıyılara dikenli tellerle çevriliyor, birlikler önemli yerlere yerleştiriliyor, müttefiklerin her hareketi gözleniyordu. Müttefik çıkarmasını bekleyen bir başka kişi ise 19. İhtiyat Tümeni'nin başında bulunan Yarbay Mustafa Kemal'di.
HAVA HAREKATI
İlk motorlu uçağın uçuşundan 7 yıl gibi kısa bir süre geçtikten sonra 1910 yılında uçaklardan askeri amaçlarla yararlanma düşüncesi ortaya çıkmış ve takip eden yıllarda uçak, yeryüzünde etkin bir taarruz silahı olarak kullanılmaya başlanmıştı. Dünyadaki bu gelişmeyi yakından izleyen ve önemini değerlendiren zamanın Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa'nın direktifiyle, 1911 yılında, Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde askeri havacılıkla ilgili bir şube oluşturuldu ve Türk Askeri Havacılığı'nın temeli olan teşkilat kuruldu.
Bu yeni silahın edinilmesine büyük önem veren Mahmut Şevket Paşa maaşının bir kısmını bağışlayarak uçak alımı için kampanya başlatmış ve bu kampanyaya başta padişah Sultan Reşat olmak üzere Donanma Cemiyeti, subaylar ve bazı zenginler iştirak etti. 2 uçaklık para, k ısa zamanda toplandı ve Fransa'dan biri 25 Beygirlik, biri de 50 Beygirlik 2 uçak satın alındı. Müteakiben, Yeşilköy Safra düzlüğünde Kara tayyare Mektebi, Yeşilköy Feneri yakınlarında da Deniz Tayyare Mektebi kuruldu ve havacı personel yetiştirilmek üzere ordu ve donanmadan istekli subaylar seçildi.
UÇAKLARIN ÇANAKKALE'YE SEVK EDİLMESİ
Çanakkale muharebeleri başladığı zaman dünya ve Türk askeri havacılığı mütevazı ve geliştirilmeye muhtaç bir durumda idi. Çanakkale muharebeleri havacılık yönünden, yeni silahın gerçek değerinin anlaşıldığı ve bugünkü modern hava kuvvetlerinin temelini atan kahramanları kavramaya çalışırken, icra edilen hava harekatının sadece o günkü müşterek harekata katkısı değil, aynı zamanda bugünkü havacılığımıza olan katkısı da düşünülmekte ve hava kuvvetlerinin temelinin atılarak, hava stratejisi ve taktiklerinin oluşturulmaya başlandığı bir harekat noktası olarak değerlendirilmektedir.
Havacılık açısından işte böyle bir ortam içinde, 2 Ağustos 1914 günü seferberlik ilan edildi ve buna paralel olarak Yeşilköy'de bulunan deniz uçaklarından 2'si İzmir, 1'isi de Çanakkale Müstahkem Mevzi Komutanlığı emrine verildi. 25 Ağustos 1914 tarihinde Çanakkale Nara Meydanı'na konuşlandırılan Nievport tipi deniz uçağı ile Deniz Yzb. Savmi, Üstğ. Fazıl ve Üstğ. Cemal'in yaptığı keşif uçuşları sayesinde, bölgedeki İngiliz ve Fransız gemilerinin faaliyetleri izlenmeye başlandı.
HAVADAN KEŞİF GÖREVLERİ
18 Mart 1915 tarihine kadar olan dönemde yapılan başarılı hava keşif görevleri hem düşmanın elindeki gemi tip ve miktarını tespit, hem de taarruz hazırlıklarını devamlı takip imkanı sağladı. 18 Mart 1915 günü, havacılarımız erken saatlerde yaptıkları keşif raporunu verdiler:
"Bozcaada önünde 40 düşman gemisi sayıldı. Bunlardan 19'u ağır, 3'ü hafif olmak üzere 22'si kruvazör, diğerleri şilep, destek gemisi ve uçak gemisidir. Sayıları tam olarak saptanamayan denizaltılar görülmüştür. 6 adet zırhlı İngiliz gemisi, muharebe düzeninde boğaza doğru ilerlemekte ve Fransız gemileri de demir almaktadır."
Bir süre sonra, boğaza giren ve kıyı bataryalarını şiddetle bombardıman eden düşman donanma topçusuna, Ark Royal uçak gemisinden havalanan İngiliz uçakları da ateş tanziminde geniş çapta yardım etti. 18 Mart günü öğleden sonra havacılarımıza Limni adası civarındaki düşman kuvvetlerinin durumunu keşfetmeleri emri verildi. Bir saat içinde görev bölgesine ulaşan pilotlar Mondros Koyu'nda 13 harp, 4 nakliye, 29 kömür gemisi olmak üzere toplam 46 geminin bulunduğunu, ayrıca Fransızların Gaulois gemisinin sahil topçumuzun ateşi ile Çanakkale ağzında yara aldığını rapor ettiler.
HAVA TAARRUZLARI
Çanakkale muharebeleri süresince, karşılıklı keşif harekatı devam ederken, Türk havacıları, o tarihler için başarılı sayılabilecek diğer hava görevlerini de icra ettiler. Bu görevlerden biri 18 Nisan 1915'te yapıldı. O gün Çanakkale Boğazı bölgesinde gittikçe kuvvetlenen ve hava üstünlüğü kurmasından endişe edilen düşman hava gücünü tesirsiz hale getirmek maksadıyla, Bozcaada'da 18 düşman uçağının konuşlandığı meydana hava taarruzu planlandı. Ancak bu meydandaki uçaklar, keşif görevi için daha önceden kalktığından havada karşılaşıldı, kısa bir hava muharebesinden sonra zayiatsız olarak meydana dönüldü.
Bu görev amacına ulaşmadıysa da, asli taktik hava görevlerinden olan "mukabil hava harekatı"nın ilk ve tipik bir uygulaması olması açısından önem taşımaktadır. Türk uçaklarının meydan taarruzu planlamasından esinlenen İngilizler aynı gün 3'er uçaklık 2 kol ile meydanımıza taarruz ettiler, ancak uçaklarımız daha önceden meydan içinde dağıtılarak gizlenmiş olduğundan, atılan bombalar hasar meydana getirmedi. Bu da, ufki dağılma ve gizleme yapılarak, beka tedbirlerinin alınışına güzel bir örnek teşkil etmiştir.
HAVADA GÖĞÜS GÖĞÜSE ÇATIŞMA
14-19 Mayıs 1915 günleri, güney cephemizdeki karşı taarruzumuzu desteklemek amacıyla; düşman çıkarma gemileri ve ordugahı bombalanmış Mayıs ayı başından itibaren sabit balon ile boğaz gözetlemesi ve topçu atış tanzimi ve birliklerimizi taciz eden manika balon gemisine taarruzlar yapılmış, her hava hücumunda gemi, balonunu toplayıp yer değiştirmek zorunda bırakılmıştı. Böylece bugün "yakın hava desteği" olarak bilinen görev tipinin basit bir uygulaması gerçekleşti.
25 Haziran'da Arıburnu bölgesindeki düşman karargahı üzerine propaganda amacıyla 300 adet İngilizce yazılı bildiri atıldı. Bu görev, hava gücünün psikolojik harpte kullanılmasına ilişkin güzel bir örnektir. 30 Kasım 1915'te ise, Üsteğmen Ali Rıza, Teğmen Orhan'la beraber, Çanakkale girişinde karaya oturmuş bulunan bir düşman kruvazörüne taarruz etmek için görevlendirildi. Tam bu esnada bir düşman uçağının yaklaştığı görüldü ve yapılan hava muharebesinde Üsteğmen Ali Rıza, Fransız uçağını makineli tüfek ateşiyle düşürmeyi başararak Türk havacılık tarihine ilk düşman uçağını düşüren pilot olarak geçti.
Sonuç olarak; Çanakkale muharebelerinde, kahraman kara ve deniz kuvvetlerimiz gibi havacılarımız da, üstün silah ve teknik olanaklara sahip düşmanlar karşısında kendilerine düşen görevleri cesaret ve üstün görev bilinci içinde başarıyla icra etmişler ve resmi İngiliz harp tarihi kitaplarında, "Harikulade müdafaasında yılmadan mücadele eden ve sonunda başaran düşmanımıza hayran kaldık" dedirtmişlerdir.
ÇANAKKALE ZAFERİ'NİN SONUÇLARI
Çanakkale Cephesi'nin deniz harekatı, kuşkusuz sıradan bir askeri harekat ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle İstanbul, Karadeniz kapısı; Çanakkale de Ege Denizi kapısı olarak geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir. Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz'i Karadeniz'e, Avrupa'yı Asya'ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz'in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş Kanalı ile de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini (Atlas ve Hint okyanusları gibi) ve büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bugün de korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk boğazları uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuşlardır.
Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur. Çanakkale muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz daha ayrı bir anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk boğazları üzerindeki ulusal emellerine kısaca da olsa bir göz atılmasını gerektirir. 1. Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden Almanya'nın, "Drang Nach Osten (doğuya doğru) politikası", Rusya'nın ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere'nin "Denizlere egemen olan dünyaya hakim olur" teorisine dayanarak, özellikle 19. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya'nın Akdeniz'e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında düğümlenmektedir.
NAPOLYON'UN GÖRÜŞÜ
Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon, "İstanbul bir anahtardır. İstanbul'a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı'nı ele geçirecek olursa, Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır" demekle, Fransa'nın boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır. Rusya'nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı Kropatki'nin bir raporunda; 20. yüzyılda Rusya'nın en önemli işinin, İstanbul Boğazı'nı ele geçirmek olduğuna işaretle, Osmanlı Devleti'ni, boğazı Rusya'ya bırakmaya hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır" şeklinde ifadesini bulmaktadır.
Büyük devletlerin boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir. Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da onaylanan bir raporunda; "Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm Güney Rusya'nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir" demekte ve bu durumun önlenmesi için, İstanbul'un alınmasını önermektedir.
RUSYA'NIN İSTEĞİ VE CHURCHİLL'İN YANILGISI
Öte yandan, Kasım 1911'de Rusya'nın, Osmanlı Hükümeti'ne boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen İngiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir. Keza Rusya'nın bu ve buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı Devleti'nin 1. Dünya Savaşı'nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük bir etken olmuştu.
İşte boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki, İngiliz ve Fransızlar'ı İstanbul'u almaya ve Ruslar'dan önce Karadeniz Boğazı'na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi'nin açılmasında başlıca etken olmuştur. Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa, savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur. Böylece büyük devletlerin Türk boğazları üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden İngiltere'nin bu cephenin açılmasında 1. derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur.
Nitekim İngiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur. Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece "sınırlı bir cezalandırma hareketi" olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış zırhlılarının boğazda görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı. Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. İngilizler, Çanakkale'deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup, onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız cevabı aldılar. Böylece onlar, zaferi boğazda Türk top ve mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.