ANKARA (İHA) - Tarihte aşının kullanımına, M.Ö. 590 yılında Çin'de Sung Hanedanı döneminde "çiçek hastalığından korunmak için ciltteki iltihaplı maddenin sağlıklı kişilerin burnuna verilmesiyle" başlandığı bildirildi.
Sistematik aşılamanın ise yine çiçek hastalığına karşı 1700'lü yılların sonunda Edward Jenner tarafından başlatıldığı ve günümüze kadar dev adımlarla ilerlediği kaydedildi. Türk Tabipleri Birliği (TTB) tarafından hazırlanan, "Dünyada Aşı Gelişimindeki Kilometre Taşları" başlıklı raporda, aşının gelişimi hakkında ilginç bilgiler verilirken, Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki aşı kullanımları da anlatıldı. Raporda, Osmanlı döneminde "deneme yanılma" yoluyla aşı uygulamalarının 1700'lere uzandığı belirtildi. O dönemler, Edirne'de çiçek hastalığına tutulmuş birinin bulunup, döküntülerindeki irinin, çiçek çıkarmamış çocuklara aşı yapmak üzere toplanıldığını belirten raporda, şu bilgiler yer aldı:
"Geleneksel olarak bu işi yapan aşıcı kadınlar, ceviz kabuklarında ya da incir yapraklarında hastaların döküntülerinden alınan irini biriktirir, deriyi çizerek bu irini aşılar, sonra yara yerini gül yapraklarıyla kapatırlarmış. Bu şekilde, variyolasyonla aşılananların ölüm oranı yüzde 1 iken, aşısızlarda, çiçek hastalığından ölüm oranı yüzde 17 imiş. Bu uygulamalar İngiliz sefirinin eşi Lady Montagu tarafından mektupla İngiltere'ye bildirilmiş ve bu yolla Avrupa'ya yayılmıştır. Ülkemizde 1800'lerde daha etkili ve daha az zararlı olan Jenner tipi vaksinasyon uygulamaları başlamıştır. 1840'tan itibaren başvuran çocuklara çiçek aşısı uygulanmıştır. Yine bu dönemde çiçek aşısı yapmak üzere aşıcıların yetiştirilmesi gündeme gelmiştir. 1868 yılında çıkan bir kanunla doğumdan itibaren ilk 3 ay içinde çiçek aşısı uygulanması zorunlu hale getirilmiştir."
TTB'nin raporunda, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra ülkenin aşı ve serum üretimini yapan Zekai Muammer Tunçman'ın Paris Pasteur Enstitüsü'nde eğitim aldığı ve Diyarbakır'da Kuduz Enstitüsü'nde çalışmaya başladığı belirtildi. Semple tipi kuduz aşısının 1927 yılında üretilmeye başlandığını ifade eden raporda, 1928 yılında kaydedilen en önemli gelişmelerden birinin, 1267 sayılı yasayla Ankara'da Merkez Hıfzısıhha Enstitüsü'nün kurulması, Sivas ve İstanbul'daki bakteriyolojihaneyle Ankara'daki kimyahanenin bu çatı altında birleştirilmesi olduğu savunuldu.
Raporda, "Ülkemizde ilk verem aşısı 1931 yılında üretilmiştir. 1934 yılında Telkihhane ve İstanbul'daki Kuduz Enstitüsü de kapatılmış ve aşı-serum üretimi tek merkezde toplanmıştır. Aşı ve serum üretiminin kamusal bir görev ve sorumluluk olarak algılandığı bir dönemdir" denildi. Türkiye'de bağışıklamada kullanılan aşıların yaklaşık yüzde 60'ının Sağlık Bakanlığı, yüzde 30'unun ise özel sektör tarafından ithal edildiğini vurgulayan TTB raporunda, "Aşı gereksinimini karşılamak için Sağlık Bakanlığı her yıl yaklaşık olarak 13 milyon dolar ödemektedir. Türkiye'de uygulanmakta olan tüm bakteri ve virüs aşılarının üretilebileceği bir 'Yeni Aşı Üretim Tesisleri Kurulması Projesi'nin maliyeti ise bir defaya mahsus olmak üzere 40 milyon dolar olarak hesaplanmıştır" ifadesine yer verildi.