Bizim kuşak…
Yani 1960'lı yıllarda Anadolu'da doğanlar “sinema kuşağı”dır.
Taşra dışındaki dünyayı sinemada gördük biz.
Sinemaya gitmek bir törendi. Biletler bir gün önceden alınırdı. Banyo yapılırdı ve annem elimizden tutar o büyülü dünyaya götürürdü.
Film başlar başlamaz, kahramanımızın yanında kimler olduğunu merakla beklerdim.
Yeşilçam'ın “babacan karakterleri” bizden yana olurdu hep; Cevat Kurtuluş, Necdet Tosun, Sami Hazinses, Nubar Terziyan, Hulusi Kentmen, Münir Özkul…
Karşımızda olanlar ise korkutucuydu. Yeşilçam'ın bu “kötü adamlarından” kim korkmazdı ki: Hüseyin Baradan, Önder Somer, Erol Taş, Bilal İnci, Hayati Hamzaoğlu…
Çocuk aklımla her seferinde, “bu kötü adamlar yenilebilir mi” diye düşünürdüm.
Filmin kahramanına güvenirdim:
“Ne olursa olsun biz yeneceğiz” derdim içimden.
Rahmetli annemle gittiğim filmlerin sadece bazı sahnelerini hatırlıyorum; kahramanın “kötü adamları” yendiği kareler!..
Ve o yıllar…
1970'li yılların başında mahallede bir laf çıktı:
Ağabeyim artist olmuştu!
Mühendis olması için İstanbul'a gönderilen ağabeyim artistliği mi seçmişti? Babam kızdı; annem gülümsedi; mahalleli bayram etti; havamdan geçilmedi bir-iki hafta.
Talihsizlik. Mesele kısa zamanda anlaşıldı:
Beyaz perdede görünen kişi ağabeyime çok benzeyen Tarık Akan idi!
O masalsı çocuk günlerimden beri, benim kahramanım hep Tarık Akan oldu…
Oyunculuktan sanatçılığa
Şöhret, artistler için en tehlikelisidir.
Şöhret, sinsidir ve yumuşacık rahatlığıyla kişiyi esir alıp çevresini sınırlarla kuşatır.
Tarık Akan, kendini kuşatan şöhreti, 1970'li yılların sonunda şöhretin gizemli kelepçesini kırıp attı.
O artık…
Havai fişek gibi kısa sürede parlayıp sönen artistlerden olmayacaktı.
O artık…
Yeşilçam'ın yakışıklı jönü değil…
Salon filmlerinin oyuncusu değil…
Sinema sanatçısı olmak istiyordu.
Haksızlıklara uğrayarak acı çeken yoksul halkın dramını beyaz perdeye taşıyan sanatçılardan olmak istiyordu.
Hayali değil, toplumsal gerçeği beyaz perdeye aktarmak istiyordu.
Hakim ideolojiye yenik düşerek dönemi kutsayan değil; zamana karşı çıkan sinema yapmak istiyordu.
Ve böylece bu düzeni değiştirmek isteyen sanatçılar kervanına katılarak yola çıktı. Fakat…
Biliyordu ki: Türkiye'de oyunculuk kolay.
Biliyordu ki: Türkiye'de sanatçı olmak zor.
Tarık Akan bu bilinçle halkın sanatçısı oldu.
Bu nedenle… Bir buçuk yıl kimse kapısını çalmadı; iş vermedi. “Aç kalacaksın, bizim dediğimizi yapacaksın” dediler. Direndi. Taksicilik yaptı.
Türkiye'de oluk oluk kan akarken; elinde içkiyle şömine karşısına geçip genç kızlara kur yapan zengin jön olmayı reddetti.
Yavuz Özkan ve Cüneyt Arkın'la elbirliği yapıp “Maden” filmiyle Yeşilçam'ın ambargosunu deldi. Film, hasılat rekoru kırdı.
Evet: Tarık Akan Yeşilçam'ı yendi.
Kuşkusuz… Sanatçının tek engeli Yeşilçam değildi.
Türkiye'nin gerçek sanatçılarıyla aynı kaderi paylaştı:
Zincire vuruldu. İşkence gördü. Hapis yattı. “Vatan hainliğiyle” suçlandı.
Ancak serinkanlı dik duruşundan hiç taviz vermedi.
Şöhrete yenilmediği gibi…
12 Eylül 1980 askeri darbesinin zulmüne de boyun eğmedi.
Büyüklük ve kalıcılık getirdi bu yiğitlik ona. Böylece…
Sanatından taviz vermeyen devrimci yücelik mertebesine ulaştı…
Yenilecek kötü adamlar
Tarih: 12 Aralık 2012.
Odatv Davası'ndan 22 aydır Silivri zindanındayım.
Koğuş arkadaşlarım Ergenekon duruşmasına gitti. O gün savcı esas hakkında mütalaasını verecekti.
Kimi haber kanalları duruşma önünden canlı yayın yapıyordu. Türkiye'nin farklı yerlerinden binlerce insan mahkeme salonu önüne gelmişti. Jandarma duruşma salonuna girmelerini engellemek için halka tazyikli su sıkıyor; cop kullanıyordu.
Televizyon canlı yayınında mı; yoksa bir gün sonra çıkan gazetelerde mi gördüm; bugün tam anımsayamıyorum. Gördüğüm şuydu:
Kalabalığın en önünde Tarık Akan vardı; ve eliyle barikatları yıkmaya çalışıyordu!
Hiç unutmam. Unutamam…
Çocukluğumda film seyrederken söylediğimi tekrarlarken buldum kendimi; “kahramanımız geldiyse kötü adamları yeneriz!”
Tarık Akan tüm kumpas mağdurlarının sessiz çığlığının duyurulması için çok çalıştı.
Bu nedenle medyada hakaretlere uğradı.
Bu nedenle hukuki soruşturmalarla sindirilmek istendi.
Tarık Akan'ı kimi şöhrete yenik düşmüş oyunculardan sanıyorlardı! Oysa…
O; işsizliği, açlığı, cezaevi hücreleri gibi nice baskıları göğüsleyen bir devrimci sanatçıydı.
İnadına; hep acı çekenin yanında durdu.
Tarık Akan ile hayatımda sadece bir kez yan yana geldim; hapisteki Balyoz mağduru subaylara gönderilen destek mektuplarından oluşan “Er Mektubu Görülmüştür” kitabının imza gününde.
Kitabı hapisteki subaylar adına biz; gazeteciler, sanatçılar, subaylar imzaladık.
Tarık Akan imzacılardan biri olarak oradaydı.
Beni görmesiyle kucaklaması bir oldu; yazılarıma iltifat etti. O sözler -inanın abartmıyorum- hayatımda aldığım en büyük ödüldü. Demek kahramanımın takdirini kazanmayı başarmıştım! Nasıl bir çocuk gibi mutlu oldum anlatamam…
Ve:
Geçen hafta Tarık Akan'ın hasta olduğu haberini aldım.
İçimden dedim ki, kahramanım bunu da yenecektir. Biliyorum.
Bizi bırakıp gitmez. Direnir; kazanır. Çünkü…
Daha yeneceği “kötü adamlar” var!