toplanın size %100 etkili olan yöntemimi açıklıyorum. yıllarca akp'lilerle tartıştım ancak anladım ki laf anlatmanın, anlatsan da karşıdakinin anlamasının imkanı yok ben de taktik değiştirdim. buyrun;
dün taksiye bindim. taksinin arkasındaki osmanlı tuğrasından ve radyodaki açık ahaber radyo kanalından anında çakozladım ki şoför gerçek bir uzun adam sevdalısı. dikiz aynasından şöyle bir tipime baktı takım elbiseli sarışın bi adam. hemen kafasında çaktı cehape zihniyetini tabi. neyse yolculuk başladı. tabi ki de muhabbet hemen seçimlere geldi. hah dedim şimdi sıçtık. ama bu sefer ben atik davrandım ve "allahıma bin şükür tekrar tek başımıza iktidar olduk !" dedim. şoför şaşkınlığından el frenini çekecekti nerdeyse.
"abi sen de mi ak partiye verdin ya" dedi. "heralde başka kime verecektik. hamdolsun bu sefer istediğimiz aldık" dedim.
"hay yaşa abim be !" dedi. "bu millet teröristlere, israil, ermeni döllerine kalmadı" dedi.
"vallahi ben 2002'den beri ak partiye veriyorum oyumu. çok şükür ayda 100-150bin lira kazanıyorum sayelerinde allah reyisten razı olsun" dedim. herif bi dumur oldu. "3 tane arabam 4 tane evim var çocuklarım da yurtdışında okuyor keyfimiz yerinde çok şükür" dedim.
"abim sen ne iş yapıyorsun ayıptır sorması" dedi. "ayakkabı imalat fabrikam var benim antepte" dedim.
"eskiden sigortalı işçi maliyeti yüzünden ayda 50bin zor kazanıyordum şimdi türk işçileri çıkarttım hepsini suriyeli aldım fabrikaya ne sigorta ne bişey ayda 300 liraya çalışıyor adam biz de kazancımıza bakıyoruz elhamdülillah" diye devam ettim. adamın surat düştü. "ak parti başımızda olduğu sürece kazancımız hep bol oluyo allah razı olsun onlardan" diye sıralıyorum.
"sen ne kadar kazanıyorsun var mı ev/araba çocuk fln" diye sordum. "abi biz kiradayız, 2 çocuk var. allah bağışlasın" dedi. "yollasana ya çocukları yurtdışına güzelce okusunlar ingilizce öğrensinler" dedim. "abi biz devlet okulunda zor okutuyoruz ne yurtdışısı" dedi.
"öyle deme her türlü imkanınız var şükür etmesini bilmek lazım" diye devam ettim. herifte yine ses yok.
"keşke 400 milletvekili alsaydı ak parti, hanımın doğum günü geliyor bmw istiyor ama benim de fabrikayı büyütmem lazım...daha çok para lazım yani ehehehe" şeklinde sallıyorum. çıt yok. "bizim çocuklar alıştı her 6 ayda bir yeni telefon istiyorlar 3bin 3bin az para değil...ama yolluyoruz bi şekilde" aklıma ne geldiyse sıkıyorum. bi ara kendim bile inandım amk.
neyse ineceğim yere geldim. arabadan inerken adamın bana bir bakışı vardı ki ... bir daha ak partiye oy atacağını sanmam.
Yazar: Bajingo
Favorilenme sayısı: 6667
**https://eksisozluk.com/entry/55991692
yazmayayım diyordum çünkü kendi hakkımda fazlaca bilgi veriyorum yazarken ama enin'in muhteşem entrysini okuyunca yazmak zorunda hissettim kendimi.
20 gün sonra 36 yaşına girecek bir ablanız olarak kabul edin sözlerimi.
ben hayatı tersinden yaşadım. 18 yaşıma basana kadar barlara girmeye çalışıp, reşit olduğum gün duruldum. 19 yaşımda beraber yaşamaya başladığım adamla 21 yaşımda evlendim. 22 yaşımda anne oldum, 24 yaşımda ikinci çocuğum oldu. ikinci çocuğumu emzirirken üniversiteye döndüm. okudum, çalıştım, çocuklarımla ilgilendim. 30 yaşıma gelip yurtdışında burs kazandığımda, 1 yıllığına çocukları anneme emanet edip gittim. döndükten bir süre sonra da boşandım.
en çok bana veriyorlardı bu mesajı: boşandın, hayatın bitti, orta yaşlısın artık, iki çocuğun var diye... ben de bu durumu kanıksamaya başlamıştım artık. ne de olsa artık genç değildim. bundan dolayı normalde özgüvenim yüksek olsa da hayatımdaki kişiyi memnun etmek için saçma sapan şeyler yaptım.
şubat ayının sonunda birden bir aydınlanma yaşadım. karşımdaki adam kaşımdan gözüme, kılığımdan kıyafetime, saçımdan makyajıma kadar her şeyimi eleştiriyordu. incir çekirdeğini doldurmayacak bir "ben kıvırcık saç sevmiyorum, o saçların hep toplu olacak!" tartışmasından sonra banyoya gittim. aynaya baktım ve "ne yapıyorum ben?" diye sordum kendime... bütün hayatını kendi dilediği gibi yaşamış, hep seven ve sevilen biri olmuştum. aynanın karşısındaki kişi ise ben değildim artık. yalnız kalmaktan korktuğu için sürekli taviz veren bir kadın vardı karşımda ve ben o kadından hiç hoşlanmadım.
o aynanın karşısında saçlarımı kökünden kazıdım. o "ne yaptın sen??!" diye bağırırken adamın karşısına geçip eline saçlarımı verdim ve dedim ki "ister fön çek topla, ister kıçına sok bunları, hadi hoşçakal!"
sonrasında pişman olur muyum acaba diye düşünmüştüm ama açıkçası şu güne kadar herhangi bir pişmanlık yaşamadım. 36'ya merdiven dayamış, kocaman çocukları, 1,5 metrelik boyu, subay traşı saçları olan bir kadının bile her gün bir şekilde iltifat alabileceğini gördüm.
kimseye mecbur değiliz hemşirelerim. hayatımız bitiyor falan değil. özgüveninizi zedelemeye çalışan kara propagandalara aldanmayın. biz kendimizi sevip beğenince başkalarının da beğeneceğini unutmayın. özgüveninizi sağlam tutun, yürüyüşünüz bile değişir.
30 yaşında kadın genç kızlıktan kadınlığa daha yeni terfi etmiştir. kendini keşfetme sürecinin en başındadır. iyi insanlara karşı iyi ve mütevazi olurken, egosunu zedelemeye çalışan terbiyesizlere karşı da "bastığım toprağı, soluduğum havayı şereflendiriyorum!" mesajını vermelidir.
ayrıca "30 yaşına gelmiş kadın çok rerörerö!!" diyen adamların hiçbiri bir biscolata erkeği değil, lütfen bunu unutmayın. çoğu benim bakkal hüseyin efendi'ye benziyor...
*- ne yaptın hocam sen ya? yakışıyor mu hiç bu yaşta? bayan dediğin uzun saçlı olur!
*+ baymayan olmaya karar verdim.
Yazar: Romica
Favorilenme sayısı: 1171
**https://eksisozluk.com/entry/52393983
(Yazı birazcık uzun ama kilo verme olayına harika bir bakış açısı, tamamına aşağıdan ulaşabilirsiniz))
merhaba. bakın üst kat komşum olan 87 yaşındaki halime teyzeye anlatır gibi anlatmak istiyorum bu sefer. zira normal bir şekilde anlatınca anlamıyorsunuz amk, niye anlamıyorsunuz ben de onu anlamıyorum. gerizekalıya anlatır gibi anlatıyorum anlamıyorsunuz mala anlatır gibi gibi anlatıyorum yine anlamıyorsunuz. ulan bilal'e anlatır gibi anlattım onu bile anlamadınız daha ne yapayım ben. bu sefer de halime teyzeye anlatır gibi anlatmayı deneyeceğim bakalım neler olacak.
öncelikle; "yaktığın kaloriden daha az alırsan otomatik olarak kilo verirsin, kasmana gerek yok" diyen arkadaşlar, sözüm size: sikimi kilo verirsiniz o şekilde. bırakın amk bu köhnemiş sikindirik düşünceleri, kolaya kaçmayın tembel ibneler. kalori saymak siz şişkoların işi değil. öyle olsa hepimiz alırdık günlük 1500 kaloriyi zayıflardık. bazal metabolizma eşek gibi çalışıyor nasıl olsa, öyle değil mi? öyle değil işte. zira önemli olan kilo vermek değil; önemli olan yağ yakmak. bakın siz az kalori alınca neler oluyor kısaca anlatayım size: vücut önce aldığınız her karbonhidratla birlikte depoladığı suyu (1 gram karbonhidrat 3 gram su depolar) bi güzel atıyor vücuttan. ki bizim "ödem atmak" dediğimiz şey bu. siz tartıya çıkıp da "ooo 1 haftada 2 kilo verdim" deyip seviniyorsunuz ya, bu hep vücuttan atılan su oluyor. halbuki o gebeş göbeğiniz tüm ihtişamıyla varlığını muhafaza ediyor. neden? az önce dedim ya amk su attınız işte, ondan tartıda hafif çıktınız. vücudun üçte ikisi su nasıl olsa, at at bitmiyor. oysa efendi gibi 2 kilo yağ yaksan bel çevresinde bir incelme, etinde bir sıkılaşma olur ama yok. çünkü yağ yakmadın; su attın mal gibi. sonra sen böyle düşük kaloriyle beslenmeye devam edince ne oluyor peki? vücut diyor ki dışarıda bi olaylar oluyor, ben şu yağları bi korumaya çekeyim de bu arkadaşın iç organlarına zarar gelmesin, hormonların üretimi durmasın, hücre yapısı bozulmasın, iyi kolesterolü düşmesin, bağışıklık sistemi çökmesin de ölmesin bu sığır yanlışlıkla. neden peki? çünkü tüm bu faaliyetlerin devamlılığı o yağlarla oluyor, çünkü sen kilo verecem diye yağı kestin tuzu kestin proteini kestin her siki kestin. bu vücut nasıl ayakta kalacak amına koyım nasıl yaşayacak? olm hücrelerin yarısı yağlardan oluşuyor lan. östrojeni testosteronu hep o yağlar sayesinde artan iyi kolesterol sayesinde üretiliyor amk. hiç düşünme bunları, onu da ben düşüneyim. neyse, ne oldu peki bu durumda? şu oldu: vücut enerjisiz kaldı, enerji arayışına girdi. çünkü senin aldığın kaloriler ancak hayati fonksiyonların devamlılığı için kullanılıyor, o da yarım yamalak. bazal metabolizma hızı düşürülerek idareli kullanılıyor ama yetmiyor. peki gerekli olan enerjiyi nerden bulacak bu vücut? şuradan bulacak: sen vücuda adam gibi yağını proteinini verseydin, efendi gibi sebze tüketseydin, vücut senin o göbeğindeki yağları kullanıp sana şahane bir enerji sunacaktı. yani yemek yedikçe yağ yakacaktın, yemek yedikçe glukogan salgılayacaktın leptin salgılayacaktın yağ yakacaktın. yani götünü bile kımıldatmadan yağ yakabilecektin lan. vücut ihtiyacı olan tüm o enerjiyi deri altındaki yağlarından karşılayacaktı. zira göbeğin göbek değil adeta hidroelektrik santrali amk. öyle devasa bir enerji üretme potansiyeli var ama sen o yolu seçmeyince ne oldu peki? şu oldu: vücut en kolay şekilde enerjiye çevireceği maddeye koştu; yani proteinlere. yani kaslarına. sen kendini aç bırakınca vücut evvela dokularda ve karaciğerde bulunan 500 gramlık karbonhidrat yapılı şekeri yakıp beraberinde su attı; sonra yeterli besini vermediğin için 30 kiloluk devasa enerji kaynağı olan yağları korumaya çekti ve gitti proteinleri glukoza çevirdi. en basiti buydu çünkü. çünkü vücut kolaycıdır, tembeldir. aynı senin gibi. kendisine kolay gelen neyse ona yönelir. onu eğitmek sizin göreviniz ama sizde nerde onu anlayacak kapasite. neyse. bu sefer ne oldu peki? proteini glukoza çevirince kas kaybettiniz. glukoz kan şekerini yükseltince insülin salgıladınız. insülin salgılayınca yağ yakımını durdurup yağ depolamaya başladınız. yani hem var olan birkaç kiloluk sikik kaslarınızı kaybettiniz hem de kilo vereyim derken tekrar yağ depoladınız. yaptığınızı beğendiniz mi? zaten mala benziyordunuz, iyice aptal bi tip oldunuz çıktınız.
....
Yazar: Angelus
Favorilenme sayısı: 2949
**https://eksisozluk.com/entry/53051771
(Entry baya bi' uzun olduğu için giriş kısmını ekliyoruz. Tamamı için hemen alttaki linke tıklamanız yeterli sevgili okur)
hdp’ye oy vermek benim için de pek kolay değil aslında.
yani yakın zamanlara kadar öyleydi.
30 yaşındayım egeliyim, türküm. beyaz türk denilen gruba giriyorum galiba. özel okulda okumuş, birkaç dil bilen, yurtdışında master falan, bir tek adım bora değil. züppe falan da diyorlar bazen. benimle alakası yok yaradılışdan şanslı olanlardanım galiba. ecevitci bir ailenin çocuğuyum. annem halen dsp’ye oy verir mesela, ikna edemiyoruz kadını, bu pazar da karaoğlan’a oy verecem diyor. çıldıracam valla. geçen sene evde ilk defa demirtaş’a oy vermeyi düşündüğümü söylediğimde akşam yemeğimiz yarım kalmıştı bir bayram günü. iyi olmamıştı.
hayatımın ilk 25 senesinde ciddi anlamda hiçbir kürtle tanışmadım. cidden tanışmadım. yoktu bizim orlarda. okulda da yoktu, üniversitede de yoktu. benim belirli bir çabam olmadı şununla arkadaş olayım şununla olmayayım diye zaten. yok işte sosyal çevremde yok. napayım?
ben küçükken akşamları haberleri reha muhtar’dan izlerdik. reha muhtar alırdı bill clinton’un fotoğrafını karşısına, bir güzel atar gider yapardı. eğlenirdik. hatta pire ferhatla uzun ibrahim falan da vardı o zamanlar. bunlar böyle işte soytarılıklar,komiklikler falan akşam haberlerinde. çok komikti la haberler. neyse. star gazetesi pringles veriyordu bir zamanlar. yandaş medyanın ilk örneği olabilir türkiye’de star gazetesi. cem uzan reklamları falan, sağlam furyaydı. leeds unitedlı 2 taraftar öldürülmüştü taksimde. rövanş maçından sonra star gazetesinde “two size” manşetini hatırlıyorum. alt metinde de leedsli futbolculara ali sami yen'in çimlerinde cenaze namazı kıldırdılar. hem de two rekat.’" bu başlığı atan adam yılmaz özdil’miş yıllar sonra öğrendim. uludere’de ölen vatandaşlarımıza katırlar yakıştırması yapan yılmaz özdil. bu adamın gerçekten ölüye de diriye de saygısı yok. bunu zamanında facebook’tan 3472 yozdil yazısı paylaştıktan sonra anlayabildim.
82015 yılının en acı olaylarından Özgecan Aslan'ın katledilmesi ile yazılmış harika bir yazı. Tamamı için yine aşağıdan linkte tıklayabilirsiniz)
kahreden bir cinayete kurban gitmiş genç kızımız. çağ üniversitesinde psikoloji bölümü öğrencisi. vahşi bir biçimde katledildiği ilçe'de, yani tarsus'ta büyüdüm. bunlar yeni yetme bebeler, ben ağa babalarını tanırım. bu bölgenin insanı ikiye ayrılıyor: ülkücüler ile diğerleri. diğerleri millettir, ülkücüler ise çete. çete üyesi olmadan arkadaş bile edinemezsin bu ilçede. çete dediğim şeyin resmiyeti yok. ya ideolojik ya da mahalleden bağ kurmuş olmak gerek.
fatih gökçe adlı şahıs fotoğraflarında bozkurt işareti yaparak poz kesmiş. yani ülkücü. suphi altındöken de kuyumculuk ile uğraşan bir aileye mensup. onlar da ülkücü. burada kimseyi zan altında bırakmak gibi bir niyetim yok ama çocuğunu yetiştirmeyi bilmiyorsan sen de batacaksın yerin dibine. bu işler böyle.
2008 yılında çatalburun operayonuyla alındı bunların ağabeyleri. süleyman. davanın konusu çetecilik. ağabeyleri dediğim kaplama müebbet yedi. cezayı veren merci: adana ağır ceza (öym). dava hala sürüyor, yargıtayda. bu süreçte ne oldu? önce tarsus c tipi kapalı cezaevinde yattılar. sonra kürkçüler, osmaniye, nevşehir, erzurum...
şimdi onlardan bu soyu kuruyasıcalara geçiyorum. bunlar da tarsus c tipi'ne alınacaklar. dava adana ağır ceza mahkemesine gönderilecek. dava "canavarca hisle cinayet işlemek" ile açılacak. kısa bir süre sonra adana kürkçüler cezaevine nakledilecekler. böylelerini, uyuşturucuyu, çeteyi oraya gönderirler; yani cehenneme. dedim ya, bunlar yeni yetme bebeler. mapus damını ağalık yapabilecekleri bir yer sanıyorlar. bu yüzden belde silahla geziyor, öldürmekte beis görmüyorlar. işte bunların ağababaları, yani en "erkek"leri o cezaevinde, aile görüşlerinde hüngür hüngür ağlıyordu. öyle bir şiddet, öyle bir dehşet var ki orada, tutuklular nakil olmak için bin takla atıyor da nakletmiyorlar. etseler de ya nevşehir ya erzurum. yani sürgün yerleri. o da ruhunu öldürüp seni bitkiye çevirdikten sonra.
merhumenin akrabaları, tanıdıkları okuyorsa ilk basamak için müsterih olsunlar. öyle koğuşa bavulu bırakıp yataklarına geçmiyorlar. gördüm, biliyorum. önce karşılama salonuna alınacaklar. kapalı, kulaktan ırak bir mekan. 10-15 görevli ölmeyecekleri şekilde dövecek bunları önce. sonra sürüyerek avluya alacaklar. soyunun diyecekler. çömeltip, domaltıp onurlarını sikecekler önce. sonra vücut taraması yapacaklar. yani makatına bile bakacaklar. işlem bitince koğuşlarına alacaklar. önce izole bir koğuşa alınırlar, sonra normale. normal deyince burada yatanlar, etkili olanlar çoluk çocuk değil. tecavüzcü, çocuk ve kadın katili (namus davası addettikleri kavram dışında) ancak hanımlık yapar.
ilk altı ay yerde yatacaklar. altlarında sadece bir battaniye olacak. kaidedir bu. içerisi nemli, soğuk ciğeri delip geçiyor. hızla kilo kaybediyorsun, gözlerinin altı yeşile çalıyor. her gece maltayı siliyorsun kısa saplı paspas ile. durur ya da kalkarsan dayak yiyorsun. hani ışıklar kapanınca gözlerini kapıyorsun ya karanlığa, bu gün de ölmedim anne diyorsun hani. o an malta'dan çığlıkları gelen adamlar böyleleri işte. sabahlara kadar canı sıkılan her memur dövüyor bunları. duymuyor kimse, bilmiyor. kimse anlatamıyor. morluklar vücut içinde. görüşlerde gardiyanlar cirit atıyor. tek bir şey söyle, öldürürler seni. basit, intihar etti derler. çok oldu hani, ondan söylüyorum.
bıçaklamışlar önce. sonra ormanlık alanda yakmışlar. vücudunun bir kısmı yanmış, tanınmaz hale gelmiş. acımadan bıçaklamış kahpeler. o bıçağı gardaş, validenin a**** sokacaklar. şöyle karşısına dikip ananın a**** bahsederken tükürük saçan ağzıyla gardiyan, öldürseler keşke beni diyeceksin. bir hamle ölmek için saldırırsın. öldürmezler seni. beklete beklete döverler. ruhunu s*****. günebakan çiçeği oluverirsin iki ay içinde. sonra koğuşunda kalkmış bütün ******* indirmek olur işin.
(Mutlaka okuyun... İnsanlığımızı hatırlatan bir yazı olmuş, yazarın eline sağlık)
dün, 4 yaşında bir kız çocuğuna trombosit verdim. amcası ilgilendi benle. şivesinden belliydi doğulu olduğu. ''al beni sırtına, eve götür...'' desem, gık demeden yapardı. ayranlar, sular falan taşıdı sürekli. uzun sürüyor trombosit vermek.
''şırnak'lıyız biz, kürtüz. helâl et hakkını... '' dedi. sormadım ki. valla sormadım. bana ne? neden söyledin sanki? söylerken mahçup mahçup neden baktınki? sıçtın be ağzıma :-(((
ne hale gelmişiz biz ya???
sımsıkı sarıldım. hastaneden ayrıldım, elimde aldığı suyun pet şişesi. ona baka baka ağladım. hiç utanmam ben ağlamaktan.
4 yaşında yeğeni kan kanseri adamın aklına gelene bakın. ne yapmışlar bize böyle???
sarılmamdan anladı mı bilmiyorum. telefonunu aldım ama şimdi arayıpta diyemem. ziyarete gidicem yarın. o zaman diycem:
''helâl olsun. ''
ey bize bunu yapanlar, ananem size dedi ki: etleriniz çürüye, gözleriniz elinize düşe, inim inim ölüm dilenesiniz, ölünüz ortada kala...
(Bu yazıdan sonra kafanızdaki kapitalizm algısı yerle yeksan olacak, realite bakımından...)
ali 34 yaşında. çekmeköy’de, kendisine ait olan 5+1 villa’da oturuyor. bu evi 2009 yılında 3,5 milyon tl karşılığında satın aldı. oturduğu bu konut dışında 3 adet daha evi var. onlar ataşehir, sarıyer ve halkalı’da. ataşehir ve halkalı’da bulunan konutlar 2011 tarihinde teslim edilmiş, yeni yapılar. bu evlerin tanesini ortalama 400 bin tl gibi bir rakama satın aldı. bu 2 mülkten aylık 2500 tl kira geliri elde ediyor. sarıyer’deki ev ise boş duruyor. değerinin çok net olmasa da 350 bin tl civarında olduğu tahmin ediliyor. bu ev babasından kalma. zaman zaman eşiyle hengameden kaçmak istediğinde bu evde konaklıyor ya da şehir dışından misafirleri geldiğinde onlara jest olsun diye misafirlerine bu evi tahsis ediyor.
ali’nin gebze organize sanayii’nde otomotiv yedek parçaları üreten bir fabrikası var. fabrikanın bulunduğu arsa ali’ye daha doğrusu ali’nin mesubu olduğu aileye ait. arsanın değeri yaklaşık 7,5 milyon tl. fabrikanın değeri bilinmiyor ancak fabrikanın yıllık cirosu 150 milyon tl. fabrika mercedes, ge, volvo gibi birçok otomobil üreticisin tedarikçisi. ortalama %6 net karla dönen fabrika tüm kesintiler ve maliyetler düştükten sonra yılda 9 milyon tl kar ediyor. 9 milyon tl günde 27 bin tl’lik bir maaşa tekabül eder.
burada 1200 kişi çalışıyor. 20-30 kişilik usta başı / şef kadrosu hariç geriye kalan yaklaşık 1000 kişi asgari ücretle çalışıyor. (701,14 tl) ali 1000 kişiya ayda 1.000 tl vermek yerine asgari ücret verip yılda yaklaşık 3,6 milyon tl daha fazla kazanıyor.
1 kişi 1 yılda 3,6 milyon lira daha fazla kazanıp yaşam standartını bu rakam doğrultusunda yükseltirken geride kalan sermayesiz 1000 kişi 3,6 milyon tl’den feragat ediyor.
ali her yıl ortalama kazandığı 3,6 milyon tl’nin bir kısmı ile eşiyle yurtdışı tatilene çıkıyor. yaklaşık 3 hafta kaldıkları amerika’da, günlüğü iki kişi için 1.200 tl olan, newyork’un en güzel caddelerin’den 5th avenue’ye bakan bir suit’te kalıyor. ali sermaye sahibi. ve sadece güzel vakit geçirmek için bir gecelik konaklamaya 1.200 tl veriyor.
daha net bir ifadeyle ali 30 günlük ayın 1 günü için 1.200 tl bedel ödüyor. ali bir işçisinin yaşam standartını arttırcak günlük 33 tl harcamada bulunmaktan kaçınıyor ama bu 33 tl’ nin yaklaşık 40 katı bir parayı sadece bir gece için verebiliyor. ali bu otelde kalabiliyor, çünkü çalışan işçiler yılın 365 günü 10 tl ((1000-700)/30) daha az alım gücü karşılığında saatlerini, fiziklerini, ruhlarını ve zaman zaman onurlarını, ali’nin zenginleşmesi için pazarlıyorlar.
işçiler her 1 saatlerini yaklaşık 3,8 tl’ye ali’ye satıyorlar. ali işçilerin saatlerine 1,5 tl daha vererek 5,3 tl olmasını kabul etmiyor ve bunun karşılığında yılda 3,6 milyon daha fazla kazanıyor. ali newyork’u çok seviyor ve amerika’ye ne zaman gitse newyork knicks maçlarını kaçırmıyor. ali sermaye sahibi. işçiler ise değil.
3 haftalık amerika tatili yaklaşık 45 bin tl’ye mal oluyor. ali’nin eşiyle geçirdiği 3 haftalık (21 gün) keyifli tatil, fabrikasında sabah 9 akşam 5 çalışan, günün 2 saatini yolda geçiren, 8 saati uyuyan ve sevdiği adamı / kadını toplamda 4-6 saat arası görebilen 5 adet işçinin yıllık (365 gün) maaşından daha fazla tutuyor.
5 işçinin 365 gün’lük maaşları toplamı 42,060 tl. ali’nin 3 haftalık tatili ise 45 bin tl. 5 kişi bütün bir sene çalışarak bu parayı kazanıyorlar. bu parayla her gün işe geliyor ve işten eve dönüyorlar. bakkal’dan ekmek, süt, yumurta alıyorlar. ayda 1 gün kasap’tan et alıyorlar. çocuklarını okula gönderiyor, hastalandıklarında hastane’ye götürüyorlar. elektrik, su, doğalgaz faturası ödüyorlar. daha az yakıt maliyeti karşılığında soğuk bir evde oturuyorlar. kıyafet alıyor, çocuklarına harçlık veriyorlar. ortalama 4 kişilik bir aile reisinin evine bu asgari ücret karşılığında günlük 23 tl giriyor. her bir birey için günde ortalama 8 tl harcayabilirler yani.
ali zamanında atalarının yapmış olduğu akıllı hamleler sebebiyle son derece güçlü, oturaklı, onurlu ve mutlu. ali yılda 9 milyon tl, günde 24 bin tl kazanıyor ve çok mutlu. ali’nin fabrikasında çalışan hasan abi ise 45 yaşında. ruhunu, bedenini, zaman zaman ise onurunu saati 3,8 tl’den ali’ye satıyor. akşam eve geldiğinde kendini ali kadar güçlü, başarılı ve onurlu hissetmiyor. eşini günde sadece 4-6 saat arası görüyor.
ali atalarının yapmış olduğu akıllı hamleler sebebiyle bundan tam 34 yıl önce dünyaya bir sermaye sahibi olarak geldi. anaokulundan liseye kadar 4-5 kişilik sınıflardan oluşan butik özel okullarda, liseyi robert kolejinde, üniversiteyi amerika’da okudu. yüksek lisans’ını ingiletere’de yaptı ve türkiye’ye dönerek kurulu olan işin başına geçti ve mutlu bir evlilik yaptı. bütün bu eğitimi almadan da işin başına geçebilir ve mutlu bir evlilik yapabilirdi.
sermaye bütün seçenekleri aynı yola çıkartır.
bu yıl kazandığı 9 milyonun bir kısmını işine yatırarak kapasiteyi arttırmayı ve yaklaşık 300 yeni köle daha çalıştırmayı planlıyor. ali sermaye sahibi.
bundan 45 yıl önce dünyaya gelen hasan abi ise sermaye sahibi değil. hiçbir zaman da ol-a-madı. çünkü bile bile lades olmak istemedi. sermaye sahibi olabilmek adına atabileceği tek bir kurşunu yoktu. eğer olsaydı da o kurşunun kafasının arkasından çıkacağını iyi bilecek kadar akıllıydı.
hasan abi’nin 24 yaşında bir oğlu var. bu sene boğaziçi’nden mezun oldu. mercedes firmasıyla satış pozisyonu için görüşmeler yapıyor. yaklaşık 4000 tl net maaşla işe başlayacağını öngörüyor. hasan abinin oğlu erdem saati 21 tl’den ruhunu, bedenini ve zaman zaman onurunu mercedes firmasına satacak. günün 10 saatini işte, 8 saatini uykuyla, 2 saatini trafikte geçirecek. eşini günde 2 ila 4 saat arasında görebilecek. eşi mercedes satış müdürüne ünvanı ve apoletinden ötürü gurur dolu gözlerle bakacak erdem’e. mortgage ile ev alacak her ay 2500 tl ödeyecekler. kalan 1500 tl ile erdem maaş zammı ya da pozisyon alana kadar kıt kanaat geçinecekler.
erdem sistemin ona verdiği apolet sebebiyle mutlu ve susacak.
hasan abi susmak zordundaydı ve sustu.
ali ise daha ucuz iş gücü için kendine bangladeşte yer bakıyor ve haftaya newyork knicks maçını izlemek üzere newyork’a uçacak.
yenice girdiğim yaşımda aklıma takılanlardır...
aile her şeydir. herkes götünü dönüp giderken, sana sımsıkı sarılan ailen oluyor. kaç yaşına gelirsen gel, sen onların biricik çocuğusun. kıymetini bilmezsen allah belanı versin.
iş güç için ne yatırım yaptıysan yaptın, gerekli yerlerde amcan, dayın ya da arkanda taşşaklı bir baban yoksa karşılığını alamıyorsun, alamayacaksan.
para para diye götünü yırtma. sağlık olmadıktan sonra ne yapacaksın parayı? para kazanacağım, kariyer yapacağım diye kendini yıprattığın günlerin acısı, vücudunda biriken stres yüzünden senden gani gani çıkıyor.
paran ya da statün için yanında olan insanların amk onları ayırt etmeyi öğreneceksin, boşuna canını sıkma. allah herkese gönlüne göre veriyor.
ne bok yersen ye, sorumluluk almayı bileceksin. sorumluluğunu alamayacaksan o topa girmeyeceksin.
her şey bir kenara, kul hakkı yeme. vicdanın temiz değilse insan değilsin.
eşini iyi seçmen lazım. seni rezil de eden, vezir de eden o oluyor ve sevgi her şeye yetmiyor. evde huzurun yoksa, eninde sonunda kendi bokuyla kavga eden birine dönüşüyorsun.
ilişkilerinde huzuru ara. huzur varsa her şey olur, huzur yoksa, aşk, tutku, seks vs hikaye. tutmaz o maya ki huzursuz bir ilişkiye kaptırdıysan neyi yediğini söylemek istemiyorum şimdi.
gidenlerin, gönderdiklerinin ardından kaybettiğin vakti kendine harcasan, daha donanımlı bir insan olurdun. kimseye, hiç kimseye değmez. bir insanı özel yapan sensin, senin sevgin.
bu hayatta çok orospu çocuğu var, evet ama iyi insanlar da hala var.
hiç kimseye bir bok kanıtlamak zorunda değilsin. çok mutlu görünmek, çok zengin olmak, ev araba almak, dünyayı görmek... lan sen ne istiyorsun ona karar ver. elalemi sikeyim, ben ne istiyorum demeyi öğrenmen gerek.
hayır demeyi bileceksin. öğrenemediğin sürece tepene binen şerefsizlerle debelenmek zorunda kalırsın.
ne kadar yukarı çıkarsan o kadar düşman ediniyorsun. kafayı "ben buna ne yaptım da bana böyle yaptı" diye yoracağına, önüne bak.
insanlar seni sevmek zorunda değil, sen de onları sevmek zorunda değilsin. nokta.
iyi niyet ile aptallığı ayıran çok ince bir çizgi.
sevdiklerine, kendin için ne istiyorsan onu ver; öyle davran. seni hak edenleri el üstünde tut.
hayat çok hızlı geçiyor, yakalamayı öğren. en önemli şey zamanlama. dostlarınla bir kadeh içmeye, ailenle sohbet etmeye, kendini şımartmaya vaktin olsun mutlaka.
üşenme! "üşeniyorum, öyleyse yarın" deme. yarın yok ki!
sev, sev, daha çok sev. ilk önce kendini sev ve nasıl sevilmek istiyorsan, öyle sev. sevdiğin için elinden geleni yapınca da, "olursa ekime, olmazsa sikime" de yeter.
daha öğreneceğin çok şey var. istediğin sorundan başlayabilirsin...
Yazar: İrulan
favorilenme sayısı: 851
**https://eksisozluk.com/entry/51110120
bir boka yaramaz afedersiniz. 10 bin bile az 50 bin tl kazanın ayda en lüks arabayı havuzlu evi alın. yaşam kaliteniz %10 yükselir.
çünkü.
20.000 bile kazansanız çocuğunuz dışarıda gezerken tehlike içindedir memlekette her gün türlü türlü boktan işler olur.
akrabalar rahat vermez.
trafiğe takılır binlerce barzo ile yüz göz olursunuz.
istediğiniz kadar para kazanın parayla günde 2 kitap alın zuhahaha öküze bak günde 2 kitap alıyor diye dalga geçerler etrafınızdakiler okumaz çünkü. anasını satayım her hafta 1 dergi ve ayda 1 bilim teknik alıyorum ulan kitaplıkta sıralanan yılllardır duran derginin fiyatı günde 2 dergi parasını sigaraya veren adama batıyor kaç tane var lan ne kadar çok para vermişsin dergilere diyor. babamın dedesinin bütün kitaplarını neden bana verdiğini o zaman anladım 1940 yılının dergileri gazeteleri ile bunlar soba tutuştururdu.
suratsız insanlarla karşılaşırsınız salak saçma ego ile boğuşursunuz.
çok para kazanmanız yaşam kalitesini belki %10 yükseltir dışarı adım attığınızda ülkenin yaşam kalitesine düşersiniz.
mesela gidin norveçe oransal olarak norveçte türkiyenin 3 bin lirası kadar para kazanın inanın türkiyenin 50.000 kazananından daha yüksek yaşam kalitesine sahip olursunuz. etrafınızda iyi eğitimli insanlar vardır çünkü barzo sayısı çok azdır.
para yaşan kalitesinin küçük bir kısmını satın alır.
bunlar satın alınamaz
istediğiniz kadar paranız olsun çocuklarınız halı döşeli mükemmel eğitim sistemine sahip okullarda okuyamaz.
şehirden uzak piknik yapmaya gidersiniz ama o yerler kapı açık müzik dinleyen bira içen barzolar tarafından işgal edilmiştir dik dik bakar ayılar. (sıkıntım bira içmeleri değil nasıl içtikleri)
çocuğunuz bisiklet sürer dağdan inen orangutan çocuğunuza çarpar.
çocuklarınızla kamp yapamazsınız filmlerdeki gibi çünkü gece kurt adamlar dolaşıyor.
düzenli binaları düzgün yolları satın alamazsınız.
gönül rahatlığı ile çocuk yetiştiremezsiniz. çünkü memleket barzo dolu.
ne olur şu olur siz istediğiniz kadar kültürlü ve zengin olun azınlık hayatı yaşarsınız ülkede.
türkiyede para ev satın alır araba satın alır kültürlü komşu satın alamaz.
lüks araba satın alırsınız ama etrafınızda çok sayıda faça şahin, modifiyeli doblo kullanan sürücü vardır.
fakat herhangi medeni bir ülkede alt seviyede bile yaşam sürseniz çocuklarınız 10 numara okullarda eğitim görür.
kültürlü insanlarla yüz göz olur.
güvenle bisiklet sürerler.
kitap okurlar sokakta kimse ne yapılar lan bu diye bakmaz okumanın ne olduğunu bilirler . memlekette herkes hayat okulu mezunu anasını satayım herkes her boku biliyor okuyana mal gözüyle bakıyorlar.
kimse laf atmaz.
havuza girerler çünkü oradakiler oranın tuvalet olmadığı işenip sıçılmadığını bilirler
zaten bu yüzden türkiyede lüks araba iyi maaş güzel ev çok önemli başka bir bok yok çünkü alabileceğiniz bunlar.
türkiyenin zengininde ne var
fabrika,ev,araba,arsa.
para bunları satın alıyor çünkü.
var böyle bir şey, hakikaten. varlığını ilk şu sıralar pırtlak gibi türeyen "bebiş ve kociş" temalı bloglarda farkettim. çiftlerin genelinde kadın daha eften püften işlerle meşgulken adamların hepsi dünyanın en harika kocişi ve yeri geldiğinde(mesela evlilik yıldönümü fotoğrafı yayınlanacaksa) süper bir dekor.
1. devre-evolution
*- çiftler genelde kız tarafının ailesine yakın bir muhitte mutlaka stor perdeleri ve plazma tvsi olan bir dairede oturuyorlar,
*- haftasonları anne ve kayınvalide evlerinden beylikdüzü migros'a oradan da polonezköy'e uzanan ideal gezilere çıkıyorlar(tabi işin anne ve kayınvalide evi kısımları asla anlatılmıyor bloglarda)
*- orta sınıfın biraz zıplamışı tabakanın gidebildiği fix mekanlarda**** yemek yiyip bunu gözlerinde o kadar büyütüyolar ki fotoğraf çekinmeden edemiyorlar, versailles'a bruncha gitmişler sanki asdfghklşi,
*- markafoni'den, limango'dan çift çift elele alışveriş yaparak aşklarını pekiştiriyorlar,
*- onların dünyasında kayınvalideler hep çok nazik, hepsi bir esma sultan, asla "kayınvaldem ne cadı bir görseniz" diyen yok, hep "sevgili kayınvalideciğimin bana hediye ettiği chanel no.5 karşısında çok duygulandım, nasıl da zevklidir" (şanel no.5 kocakarı kokusu ayol)
*- çiftin erkek olanı bence tam bir godoş, ya da kibar kızla evlenince kendini modifiye etmiş kıro. ilk tür genelde beyaz yakalı ve adı bahadır, tolga, alper filan. ikinci türün adı muharrem ama karısı ve ortak arkadaş çevrelerince "muh" deniyor kısaca, ne şirin. muh
*- kadın tarafı genelde makarna haricinde yemek yapamıyor, hepsi hazır kavanozda ithal makarna soslarına hayran.
*- cici çiftimiz haftasonları kendileri gibi evli 4-5 çift zibidiyi eve çağırıp sinema gecesi yapmaktan çok keyif alıyorlar, lan manyak mısınız niye evlendiniz sürekli onu bunu çağırıp ebleh eğlenceler düzenleyecekseniz, pazar günü yahu, kocana sarıl yat.
2. devre-transmutation
*- kıroluk kadının hamile kalmasıyla everest zirvesine ulaşıyor, ondan sonra 9 ay "pirensesimizin ilk donu, paşamızın ilk oyuncak arabası" kafa şeetme seansı başlıyor. hayır anlamıyorum ki bu monarşi hayranlığı nedir, prensesler vezirler ibrikçibaşılar havada uçuşuyor.
*- ve artık kıroluk başkalaşım geçirip bambaşka bir boyuta ulaşıyor: "annişi ve bebişi", "börülsu'nun annesi". ilerinin cadde çocuklarını üretmek üzere and içen çiftimiz çocuğu 2 yaşında reiki'ye, 2,5 yaşında keman dersine, 4 yaşında tan sağtürk bale okuluna yollayıp geleceğin behlül ve esra-ceyda kardeşlerini yetiştirmenin ilk adımını atmış oluyorlar böylece. o çocuğu nereye gönderirsen gönder çocuktan bi halt olmuyor çünkü anne ve baba özünde burjuva kıro.
*- ve kadın tarafı zaten ne idüğü belirsiz kariyerini bir yana atıp kendini çılgınlar gibi çocuk yetiştirmeye adıyor, bu yetiştirme çocuğun herşeyini "bugün muzoberk ilk fransızca şarkısını söyledi:)) allah her anneye bu gururu yaşatsın" diye bir bloga post etmekten ibaret ama olsun, önemli olan adama ne olduğu.
*- adam bu full domestic kadın bir yandan çocuk yetiştiriyormuş gibi yapıp bir yandan istinye park'ta gezerken tamamen arka planda kalıyor, itibarı sıfırlanıyor. o zaman blog ve hayat şuna dönüşüyor "anne ve bebişi:) ve duvara tırmanan kocişi"
bir gün birinin şunu yazmasını bekliyorum gerçekten: "kızlaar mustafasu ile yoga seansından döndük bir de ne görelim kocişim ölmüş:(("
işte size yeni evli post-modern çift barzoluğunun kısa bir özeti, esen kalın.
edit: işbu entry hiç bir maddi ve manevi küçümseme içermemektedir, sadece bu tip çiftler birbirlerine sevgi ve saygıdan çok ev eşyaları, lüks harcamalar, görüşülen insan tipleriyle bağlıymış gibi gelir bana, sanki ikea komodinlerini, gezdikleri mağazaları, yemek yedikleri restaurantları ellerinden alsalar, sessiz sinema oynayabilecekleri diğer çiftler bunlara yüz çevirse ve tamamen birbirlerine kalsalar anında birbirlerinin ömrünü yemeye, kırmaya ve kaçmaya başlayacaklarmış gibi gelir. onlara baktıkça bir gün yeterince sevmediğim bir insanla evlenmek gibi bir şuursuzluk edip mutluluğu gelinlik modelinde, koltuk kumaşlarında ararım diye korkarım..
Yazar: İsolde
Favorilenme sayısı: 1110
**https://eksisozluk.com/entry/17586735
**Not: Entry'ler hiç bir oynama yapılmadı. Ne yazıldıysa o :)