HABER

Tuğlayı Mehmet Eymur çekti

Tuğlayı Mehmet Eymur çekti

Eski MİT’çi Mehmet Eymür’ün ifadesi, Ağar’ın “Bir tuğlayı çekersem duvar çöker” dediği, siyasetçi, istihbaratçı, askerler ve mafyadan oluşan yapıyı yıkmak üzere.. Eski İstihbaratçının ifadesini okurken çok şaşıracaksınız.. İşte o ifade...


Özel Yetkili Ankara Cumhuriyet Savcısı Hakan Yüksel’in yürüttüğü faili meçhul cinayetlerle ilgili soruşturma kapsamında geçen hafta sorgulanan eski MİT’çi Mehmet Eymür’ün dokuz sayfalık ifadesi ortalığa saçıldı.

“Gayri resmi oluşumun MİT ayağını oluşturmak”la suçlanan ve yurtdışı yasağı getirildikten sonra serbest bırakılan Eymür, ifadesinde, içinde özel harekât polisleri, askerler, dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar’ın da yer aldığı oluşumun adam kaçırdığını, infazlar yaptığını ve haraç aldığını örneklerle anlattı. Bu yapılanmaya karşı mücadele ettiği için tehdit edildiğini söyleyen Eymür’ün dokuz sayfalık ifadesinin geniş özeti Taraf Gazetesi'nde de yayınlandı. İşte deprem etkisi yaratacak sözler:


“1966 yılında MİT Başkanlığı’na takip memuru olarak girdim ve ilk görevim İstanbul’daydı. Babam da MİT Başkanlığı’nda çalışıyordu. Kendisi İstanbul Bölge başkanıydı. Onun zamanında MİT’e girmeyi çok istiyordum, ancak o etik bulmadığı için onun emekliliğinden sonra girdim. İstanbul ilinde Ortadoğu Masası’na baktım. 1968-70 yıllarında yedek subay olarak görev yaptım, askerlik sonrası İstanbul’da tekrar göreve başladım. 1975’te Ankara’ya tayin edildim, Ankara Takip Şube Müdürü oldum. 1978’de MİT okuluna, 1980’de ise Bulgaristan’a tayin edildim, yaklaşık iki yıl burada kaldım. Sürem dolmadan Bulgaristan’ın talebi üzerine Türkiye’ye geri çekildim. Mardin’de Şube Müdürü oldum. Burada 1 yıl Şube Müdürlüğü yaptım. Bu yıl içerisinde başarılı operasyonlar yaptım, bunun üzerine Ankara’da MİT Müsteşarlığı’nda Kaçakçılık Dairesi Başkanı olarak görevlendirildim. 1987’de Kaçakçılık Daire Başkanı oldum. 1988’de kamuoyuna yansıyan ‘1. MİT Raporu’ üzerine teşkilattan ayrılıp emekliliğimi istemek zorunda kaldım.


Teşkilattan ayrılmam sırasında Korkut Eken de ayrıldı. Bana ‘Madem siz ayrılıyorsunuz ben de ayrılacağım, görev yapamam’ dedi. Bunun üzerine Eken ile Antalya’da buz fabrikası kurduk. Aslında onun bir katkısı olmadı ancak onu kardeşim gibi sevdiğimden ortak ettim. 1994 yılı mayıs ayına kadar fabrika çalıştı. Antalya’da bulunduğum sırada yanıma Şenkal Atasagun geldi, o da MİT’ten ayrılmak istiyordu, bana ‘Antalya’da özel güvenlik şirketi çalıştıralım’ dedi. Daha sonra Atasagun’un MİT’te etkili bir hale getirilmesinden sonra Sönmez Köksal MİT Müsteşarı oldu. İkisinin de yakın arkadaşlıkları vardı. Bir gün Atasagun aradı ‘Seni tekrar MİT’te istiyoruz. Abdullah Öcalan’ı yakalamak üzere bazı görevler verildi, bunu en iyi senin yapabileceğini düşünüyoruz, ne dersin’ dedi.


Bir arkadaşım beni Tansu Çiller’e methetmiş. Bu arkadaşım o dönem Çiller’in gayriresmi danışmanıydı. O dönem Çiller’in eşi Özer Çiller beni Ankara’ya çağırttı. Yüz yüze görüştük, bu görüşmede Özer Çiller bana ‘Size MİT’te görev vermeyi düşünüyoruz’ dedi. Hiçbir resmi sıfatı olmayan birinin bana bunları söylemesi garibime gitmişti. Özer Çiller ile görüşmelerimiz devam etti. Bazen lüzumsuzluklar yapıyordu. Zeynep Özal’a jaguar hediye eden, ismini hatırlamadığım şahısla samimiydi. Bu şahıslarla çok samimi olmamasını, bunların yanlış adamlar olduğunu, özellikle Mehmet Ağar’a dikkat etmeleri gerektiğini söyledim.


Bunu söylememdeki gerekçem, ben Ağar ile çok eskiden beri tanışıklığı olan bir insanım. Kendisiyle önceleri çok samimiyetim vardı. Bekar olduğum zaman Ağar, İstanbul’dan Ankara’ya geldiğinde evimde kalırdı. Ağar’ı ilk kez İstanbul Asayiş 2. Şube Müdür muavini iken tanıdım. O zaman açık söyleyeyim İstanbul’da meşhur bir kadın vardı, Ağar’ın elbiselerini alıyordu. Bunu şüpheli gördüm. İlişkileri çok geniş biriydi. Dostları arasında çeşitli kaçakçılar, mafyavari adamlar bulunuyordu, bunların isimlerini hatırlamıyorum ama 1. MİT raporunda ayrıntılı olarak vardır. Hatta o dönemde kaçakçılığa baktığım için İnterpol aracılığıyla gelen bazı yazılarda yurtdışından bazı kaçakçıların İstanbul Emniyeti’ni aradığı, bu numaranın da kime ait olduğunu araştırdığımda Ağar’ın makamının telefonu olduğunu gördüm.


Birkaç kez ikaz ettim, dinlemelerde de bazı şeyler çıkmıştı, kendisinden uzak durdum. 1994 yılı mayıs ayında MİT Başkanlığı’nda bulunan Özel İstihbarat Daire Başkanlığı’na geldiğimde Mecit Baskın, Namık Erdoğan, Faik Candan cinayetleri işlenmişti. Bu konuları tam hatırlamamakla birlikte Av. Yusuf Ekinci cinayeti hakkında biraz bilgim vardır. Ekinci’nin oğlu gazetelerde Ağar’a babasının cinayeti için müracaat etmiş, ondan sonra tehditler aldığını söylüyordu. Biz de o dönem dinleme yapıyorduk, özellikle terör ve yolsuzluklarla ilgili. Bu dinlemelerde Yeşil’in de gittiği ‘Rüzgar Güvenlik’ isimli bir yer vardı, buraya takılan özel harekâtçıların gelip geldiği, ismini hatırlamadığım bir paşanın da olduğu, MHP’nin Rusya Başkanlığını yapan İrfan isimli bir şahıs da bu güvenlik şirketinde yapılan görüşmelerde bu cinayetin özel harekât polisleri ve devlette görevli bir kısım şahıslar tarafından işlendiği ortaya çıkmıştı.


Gerçek ismi Mahmut Yıldırım’dır. Bu şahıs Elazığ’da bulunan bir memurun aracılığıyla bana söylendi. Yeşil isimli şahıs ilk Elazığ’da MİT adına çalışıyormuş, daha sonra kontrolden çıkınca bizimkiler bunu bırakmışlar. Bu da bunun üzerine JİTEM’e çalışmış. Kendisine resmi kimlikler verilmiş, hatta kimliklerinde Başbakanlık İstihbarat şeklinde yazılar vardı. Kendisinde hem Jandarma kartı hem de Başbakanlık kartı vardı. Bu şahıs 1995 yılına kadar JİTEM ile birlikte çalışmış, ancak kontrol edilemeyince ve sıkıntılar yaratınca bölgedeki komutan tarafından Güneydoğu’dan çıkarılmış ve Ankara’ya taşınmış. Ankara’ya gelince Elazığ’daki memur arkadaş bana getirdi, memur bana ‘sizin çalışmalarınızda yararlı olabilir’ dedi. Ben de görevim öncelikle yurtdışı olduğu için ve birinci önceliğimizde Abdullah Öcalan’ın yakalanması olması sebebiyle bu şahsın yöreyi iyi bilmesi, Kürtçe konuşması, çevresinin geniş olması düşünülerek bizimle çalışıp çalışmayacağını sordum. Yeşil de zaten boşlukta kaldığını hissettiği ve kendisine bir kapı aradığı için bu teklifimizi kabul etti. Yurtiçinde hiçbir görevde yer almayacağını söyledim. O dönemde Yeşil’in hiçbir araması yoktu. Ancak birçok faili meçhul işine karıştığını sonradan öğrendim. Aytekin Özel isimli bir jandarma subayıyla birçok olaya karıştığını duydum. Bir ara altındaki arabanın kayıtsız olduğunu söyledi. Elinde yirmi yeri aynı anda patlatacak bir sistem vardı, daha sonradan bu sistemin Cem Ersever’den alınan sistem olduğunu gazetelerden ve Hanefi Avcı’nın beyanlarından öğrendim. Bir ara bir olaya karıştığından gözaltına alındı. Ankara Emniyet Müdürü Orhan Taşanlar’ın talimatıyla.


Gözaltına alınma sebebi Lazem Esmaeli, Asger Simitko isimli iki İranlının öldürülmesi olayıyla ilgiliydi. Emniyette Yeşil’i kendi ifadesine göre iyice bir dövmüşler. Biz hiçbir şekilde müdahil olmadık, hatta bu iddialar üzerine Yeşil’i sorguladım. Sorgu kayıtları MİT Başkanlığı’ndadır. Sorgu sonucunda Yeşil’in bu olayla ilgisinin olmadığını, ancak Yeşil’in kaçırdığını düşünerek kaçırılanlardan birinin kardeşinin gönderdiği Ankara Ziraat Bankası hesabına gönderilen parayı aldığını öğrendik. Söz konusu bu paranın bir kısmını da İbrahim Şahin’e verdiğini tesbit ettik. Yaptığımız araştırmadan da bu iki İranlının Abdullah Çatlı ve yukarıda belirtmiş olduğu özel harekâtçıların içinde bulunduğu ekip tarafından öldürüldüğünü tesbit ettik çünkü bu şahısların tepe lambalı polis arabalarıyla gelen şahıslar tarafından alındığını ve öldürme olayını daha sonradan gerçekleştirdiğini saptadık.


Tarık Ümit yapı itibarıyla kontrol edilmesi zor bir kişiydi, asabi kavgacı bir şahıstı kendisi hem MİT Başkanlığı’na hem de daha sonradan emniyet genel müdürü Ağar’ın talimatıyla emniyet adına çalışmaya başladı. Benim MİT Başkanlığına dönmemle birlikte tekrar MİT ile çalışmaya devam etti. Ben MİT’e dönmeden önce emniyet adına çalıştığı sırada kendisine yeşil pasaportlar, sahte kimlik kartları ve sahte araba plakaları verilmiş ve birtakım infaz işlerinde kullanılmış. Savaş Buldan, Hacı Karay, Adnan Yıldırım cinayetinde bizzat görev aldığını kendisinden öğrendim. Savaş Buldan’ın üzerinde çıkan paraları almışlar, yanında bulunan özel harekâtçılarla birlikte Ağar’a getirmişler, getirdikten sonra da bu parayı paylaşmışlar.


Bu olayı bana eski Çırağan Oteli’nin karşısından çıkılan yokuşun ortasında ismini hatırlamadığım bir otelde bana anlatırken bu kayıt yapılmış, bu kayıtlar MİT Başkanlığı’nda bulunmaktadır. Çünkü bu kasetler elime geçince ben bunu MİT Başkanlığı’na verdim. Tarık Ümit, göreve döndüğüm ilk günlerde İstanbul’a geldiğimde bana ‘telefon açarak görüşmek istediğini söyledi’ bunun üzerine ben Tarık Ümit’in İstanbul’da bulunan evinde görüştüm. Tarık Ümit’in Kızıltoprak’ta bir evi vardı, bu evde yaptığımız görüşmede bana ‘40 kişilik ölüm listesi’ olduğunu söyleyerek bu listeyi bana verdi. Bunlardan bazılarının üzeri çizilmiş ve infazları vardı, gördüğüm kadarıyla Behçet Cantürk ismi de çizilenler arasındaydı. Bana bu listenin yukarıda sözünü ettiğim oluşum tarafından verildiğini söyledi, bunun üzerine ben de bunu MİT Müsteşarlığı’na rapor ettim. MİT Müsteşarlığı olarak faili meçhul olaylarla ilgilenmeye başladık, ayrıca Tarık Ümit’i de tekrar kullanmaya başladık.

Gerek Yeşil’in gerekse Tarık Ümit’in MİT Başkanlığı olarak bizim tarafından kullanılması tamamen MİT prosedürü içinde gerçekleşmiş bir olaydır. Benim şahsi bir inisiyatifimde olan olaylar değildir. Yine bana sormuş olduğunuz Şahin Arslan, Fevzi Arslan ile Medet Serhat, İsmail Karaoğlu cinayetleri de, yukarıda belirttiğim ekip tarafından işlenen cinayetlerdir. Özellikle Medet Serhat, sorguladığım için tanıdığım biridir. Kürtçü bir adamdır. Cantürk’ün de avukatıdır ve Kürt camiasında da saygınlığı olan kişidir. Kendisi şiddete bulaşmamış bir kişi olmasından dolayı o zaman terör ve Kürt sorununun çözümünde MİT Başkanlığı olarak tavsiyeleri alınan bir kişidir. Ancak Mehmet Ağar, Korkut Eken, İbrahim Şahin tarafından yönetilen söz konusu oluşum, “Terörle Mücadele” adı altında Medet Serhat’ı öldürmüştür.


Bunu nereden biliyorsunuz diye sorarsanız Susurluk kazası olduğunda Mehmet Özbay isimli şahsın Abdullah Çatlı olduğunu kamuoyuna bildiren şahıs benimdir. Bu çetenin ortaya çıkması için uğraşan ve basın aracılığıyla kamuoyuna çıkmasını sağlayan kişi de benimdir. Tarık Ümit’in yaşadığını zannetmiyorum. Tarık Ümit ölüm listesini bana verdiğinin öğrenilmesi sebebiyle yukarıda belirttiğim ekip tarafından öldürülmüştür. Bu kanıya varmamın sebebi de Tarık Ümit’in kaybolmadan önce Abdullah Çatlı tarafından sorgulandığını, en son özel harekâtçı polisler tarafından alınıp götürüldüğünü, götüren polislerin isimlerinin Ziya Bandırmalıoğlu ve Ayhan Akça olduğunu tesbit ettim.

Bu bilgilerimi Tarık Ümit’in kaybolması olayını soruşturan Astsubay olan Ahmet Altınaş’a personelim aracılığıyla verdi. Ahmet Altıntaş isimli astsubay da bu soruşturmayı çok güzel bir şekilde yürüttü. Ayhan Akça ve Ziya Bandırmalıoğlu’nu gözaltına aldı. Bunun üzerine İbrahim Şahin, Astsubay Ahmet Altıntaş’a müdahale ederek ‘Sen benim polislerimi nasıl alırsın’ demiş. O da ‘gelirsen seni de alacağım’ demiş. Fakat ne olduysa bir süre sonra hava değişti, astsubay Ahmet Altıntaş Diyarbakır’a tayin oldu, Diyarbakır bölge başkanlığına Ahmet Altıntaş ile görüşmelerini söyledik, ancak Altıntaş bizimle görüşmeyi reddetti. Daha sonra Susurluk Komisyonu’na ifade verdi ancak Altıntaş bu ifadesinde çoğu şeyi reddetti. Muhtemelen bu olay sebebiyle korktu, daha sonra da Ahmet Altuntaş’ın Giresun’da Veli Küçük’ün emrinde çalıştığını öğrendim, daha sonra bu durumu Veli Küçük’e sordum kendisi de bana ‘Ahmet Altuntaş’ın himaye etmesi için kendisine verildiğini’ söyledi.


Ömer Lütfü Topal cinayetini işleyen kişileri Emniyet Müdürü Kemal Yazıcıoğlu’na Duran Fırat aracılığıyla bizzat ben bildirdim. Hatta aynı zamanda birkaç gün sonra Alaattin Çakıcı’nın yaptırmış olduğu Nurullah Tevfik Ağansoy cinayetini de bu cinayet işlenmeden birkaç gün önce il müdürü Kemal Yazıcıoğlu’na bildirdi. Kendisine yapmış olduğumuz dinlemelerde Çakıcı’nın Ağansoy’a bir eylem yapacağını, bu konuda hazırlıklı olmasını söyledim. Yazıcıoğlu da ‘Çakıcı benim bulunduğum bölgede eylem yapamaz’ dedi ve bizi dikkate almadı. Ama söz konusu cinayeti Çakıcı gerçekleştirdi.


Çakıcı’yı benim tanımam 1988 yılından öncedir. Kendisini bizzat İstanbul Bölge tavsiye etmiştir. Aslında yapı itibarıyla korkak bir insandır, ürkektir, bu ürkekliği ve korkaklığından dolayı da birçok sıkıntı yaşamıştır. Bu bize geldikten sonra kendisini yurtdışında kullanmak amacıyla onu ve ekibini çalıştırmaya karar verdik. Bu kapsamda Korkut Eken kendilerini eğitti. Tabii bu arada Eken, Çakıcı ve ekibini eğitirken Çakıcı’nın etkisinde kaldı, biraz mafyavari hareketlere ve babalığa özendi. O dönemlerde bana gittiği yerlerde hesap ödemediği, biraz kabadayı vari davrandığı şeklinde kulağıma haberler geldi. Benim duymamdan Eken rahatsız oluyordu.


Ancak Çakıcı’yı öyle iddia edildiği gibi çok mühim iş ve eylemlerde kullanmadık. Ben ikinci kez MİT’e döndüğümde ise kendisi ile hiçbir şekilde irtibat kurmadım. Yalnız benim ilk MİT’ten ayrıldıktan sonra Yavuz Ataç’la çok samimi olmuş, hatta ona araba hediye etmiş. Ancak ben MİT’e geri döndükten sonra yardımcım Yavuz Ataç’a Alaattin Çakıcı’yla irtibatını kesmesini söyledim. Hatta Ataç’a ‘Çakıcı’yı bu hale biz getirdik, adam bakanlara, devlet görevlilerine posta koyuyor, bunu bizim pasifize etmemiz lazım. Yoksa sıkıntı doğuracak. Kendi kafasına göre iş adamlarına suikast yapmak için planlar yapıyor’ dedim. Yavuz Ataç, Alaattin Çakıcı’ya bildirmiş, bu yüzden o da bana düşman oldu ve bana haber göndererek benim çocuğumun kafasını koparmakla tehdit etti.


Ömer Lütfü Topal cinayetini yukarıda belirttiğim oluşum içinde yer alan Ayhan Çarkın, Ercan Ersoy, Oğuz Yorulmaz isimli özel harekât polislerinin gerçekleştirdiğini hem olay öncesindeki duyumlardan hem olay sonrasında Duran Fırat isimli yanımda çalışan Astsubay kökenli memurun yaptığı araştırmalardan tesbit ettim. Ayrıca şu an hatırlamıyorum ama başka kaynaklardan da bunu tesbit ettik. Çünkü Duran Fırat MİT’te göreve başlamadan önce Özel Harp Dairesi’nde görevli astsubaydı. Yukarıda isimleri geçen özel harekâtçıların bir kısmıyla sıkı fıkı ilişkisi oldu, onları tanıyordu, hatta bir kısmına hocalık yapmıştı. Bu sebeple kendileriyle ve bir kısım özel harekâtçılarla çok sık görüşüyordu. Ayrıca bizim o tarihlerde Sedat Bucak’la da irtibatımız vardı. O irtibatımızda bu cinayetin ismini yukarıda sıraladığım özel harekâtçılar tarafından işlendiğini bildirdi. Hatta Sedat Bucak’ın akrabası olan Fatih Mehmet Bucak MİT’te görevli bir arkadaşımız tarafından alınan bir beyanında bu cinayetin özel harekâtçı polisler ve Sedat Bucak’ın içinde olduğu ekip tarafından gerçekleştirildiğini, Topal’dan 6 milyon dolar para istendiğini, bu kapsamda paranın verilmemesi üzerine söz konusu cinayetin gerçekleştirildiğini söyledi. Bu beyan Fatih Mehmet Bucak tarafından inkâr edilse de buna ilişkin rapor ve tutanak eğer imha edilmediyse halen MİT Başkanlığı’ndadır. İmha edildiyse de ne maksatla imha edildiğini de araştırmak lazımdı. Fatih Mehmet Bucak bu beyanı verdiğinde Sedat Bucak’la arası iyi değildi. Bundan dolayı bu bilgiyi bizimle paylaştı... Kumar demişken yukarıda söylemeyi unuttuğum Topal cinayeti aslında kumarhaneleri ele geçirme operasyonuydu. Bu benim şahsi fikrimdir.


Mehmet Ali Yaprak kaçırılmadan önce yukarıda belirttiğim oluşum tarafından ‘Sen ölüm listesindesin, para vermediğin takdirde öldürüleceksin’ diye tehdit edilmiş. Bunun üzerine Yaprak, yüklü bir miktar para ödemiş, bu ödemeyi de Mehmet Ağar’a yapmış. Ağar da bu parayı kimseye vermemiş, bu duyumu teşkilatımızda o dönem çalışan Müfit Sement isimli şahıs ile yine bu olayın içinde olan İzmir’de antikacılık yapan ismini tam hatırlayamadığım şahıs tarafından öğrendim.

Daha sonra Yaprak’ın ödediği bu paradan pay alamayan Abdullah Çatlı ve ekibi Sedat Bucak’ın da bilgisi ve onun da işin içinde olduğu bir şekilde götürmüşler. Müfit Sement isimli şahıs bana ‘Bizimkiler Mehmet Ali Yaprak’ı kaldırmışlar’ dedi. Sedat Bucak’ın Siverek’teki evine götürdüklerini söyledi. Ayrıca yukarıda belirttiğim Ağar’ın para alma olayını da bu esnada anlatmıştı. Daha önce Yaprak’la arkadaş olan ve benim de tanıdığım Haluk isimli şahıs beni telefonla arayarak Yaprak’ın kaçırıldığını söyledi. Ayrıca Yaprak’ın bu şekilde ikinci defa kaçırıldığını belirtti. Haluk isimli şahısla da Ankara Emniyet Müdür Yardımcısı’nın yanında tanışmıştım. Haluk isimli şahsa ‘Sedat Bucak’ın Siverek’teki evlerine bakın’ dedim o da ‘tamam abi’ dedi.


Mahalli polise haber verdiler ve hakikaten de Yaprak, Siverek’te bulundu ve kurtarıldı. Hatta telefon konuşmasında ben Haluk’a ‘Yaprak’ın tekin bir şahıs olmadığını’ söylediğimde “Abi bu hayat meselesi, Yaprak benim yakınım’ dedi. Hatta bu konuşmalar Hanefi Avcı tarafından kayda alınmış. Çünkü Hanefi Avcı o dönemde bizi gayriresmi dinliyordu. O dinleme kayıtları şuan nerededir bilemiyorum.

Mehmet Ali Yaprak kendisini kimlerin kaçırdığını biliyor, o da o dönemde korktuğu için isimleri kesin olarak tanımadığını söylemiş olabilir ama Müfit Sement isimli şahsı bulduğumuz zaman benim anlattıklarımı teyid eder, çünkü Müfit Sement ilk önce bize bu işin içinde kesinlikle kendisinin olmadığına dair ifadede bulunmuştu. Biz de kendisine inanarak, onu bu işin dışında tutmaya çalıştık. Hatta sonradan öğrendik ki Müfit Sement ilk önce bize bu işin içinde kesinlikle kendisinin olmadığına dair ifade de bulunmuştu. Biz de kendisine inanarak onu bu işin dışında tutmaya çalıştık. Hatta sonradan öğrendik ki Müfit Sement de bu işin içindeymiş. Sonra kendisiyle ilişkimizi kestik.


Sedat Peker’in ifadesinde geçtiği üzere Hanefi Avcı’nın söz konusu bu oluşumla nasıl bir irtibatı olduğunu bilmiyorum ama Hanefi Avcı’nın karanlık işler yaptığını biliyorum. PKK terör örgütünde bulunup da Pişmanlık Yasası’ndan yararlanan şahısları İstanbul iline getirdiğini ve bu şahısları kullandığını biliyorum. Her ne kadar da Hanefi Avcı Susurluk Komisyonu’ndaki ifadesinde söz konusu oluşumu deşifre eden açıklamalar yapmış olsa da, söz konusu ifadeleri ayrıntılı incelendiğinde Avcı, Ağar’dan bir kez bahsetti, sanki olayın bir tek sorumlusunun Yeşil gibi gösterdiği, ama bu olayı asıl yapan ve yaptıranları sakladığı görülecektir.

Hanefi Avcı söz konusu cinayetler işlendiği zaman özellikle Behçet Cantürk, Savaş Buldan ve Medet Serhat cinayetlerinde İstanbul İstihbarat Müdürü olarak görev yapıyordu. Abdullah Çatlı’yı Abdullah Çatlı olarak biliyordu. Hatta Abdullah Çatlı’nın evinde bildiğim kadarıyla o tarihte aramada yapmıştı. Hiç bir şekilde Abdullah Çatlı’ya dokunmadı. Yine söz konusu faili meçhulleri yapanları bulmaya yönelik çalışmalar yapılmadı.

Ayrıca Hanefi Avcı, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Başkan Yardımcısı’yken Genel Müdür de Mehmet Ağar’dı. Yine İstihbarat Daire Başkanı Emin Aslan’dı. Emin Aslan, Mehmet Ağar’ın sağ koluydu. Her türlü pasaport veren, resmi belge düzenleyen ve resmi belgelerde imzası bulunan şahıs Emin Aslan’dı. Benim tahminime göre Emin Aslan ile Hanefi Avcı’nın bu işlerden haberinin olmaması mümkün değildir. Zaten o günlerde hatırlarsanız Gebze’de yakalanan iki itirafçı üzerinde sahte kimlikle ve silahla ve telsizle ele geçiriliyorlar, kendilerine soru soran polislere ‘Biz Hanefi Avcı ile çalışıyoruz’ diye söylüyorlar, ondan sonrada bırakılıyorlar.


İbrahim Şahin’in ifadesinde geçen benim Mehmet Ağar ile çok samimi olduğum, göstermelik olarak aramızda sorun bulunduğu, Korkut Eken’i birlikte kullandığımız iddiasını kabul etmiyorum. Ayrıca İbrahim Şahin’in ifadesinde geçen ‘KUM listesi’ diye bir listeyi hatırlamıyorum. Yukarıda belirttiğim gibi Kürt işadamlarına ilişkin 40 kişilik bir listeyi gördüm.


Ben Nuri Gündeş’in yukarıda belirttiğim söz konusu yapılanma içerisinde direkt bulunup bulunmadığını bilmiyorum. Ancak Nuri Gündeş Abdullah Çatlı’yı tanır ve Abdullah Çatlı’yı yurt dışında kullanmıştır. Memduh Samuray Bayraktaroğlu’nun talimatla alınan ifadesinde belirttiği gibi Mehmet Ağar, Özer Çiller, Başbakan Tansu Çiller ve Nuri Gündeş’i terörle mücadele adı altında kamu güvenliği biriminin kurulmasını istedikleri konusunda bizzat bir bilgim yoktur. Yalnız yukarıda belirttiğim üzere ben Özer Çiller’in hiçbir hukuki sıfatı bulunmadığı halde belirli bürokratlarla iş ilişkilerine girmesini biraz yadırgıyordum, bunu Tansu Çiller, devlet yapısını iyi bilmediği için ve erkeklerle irtibat kurmakta biraz sıkıntı çektiğinden eşi Özer Çiller’i bir danışman gibi kullanıyordu.

Mehmet Ağar’ın Özer Çiller ile çok samimi ilişkiler içerisine girmesini görmem üzerine kendisini bu konuda uyarmıştım. Ancak sonraki süreçte görüldüğü üzere Mehmet Ağar, Özer Çiller’i ve Başbakan Tansu Çiller’i fazlasıyla etkiledi. O dönemde de Tansu Çiller’e söylenen “erkek gibi kadın” , güvenlik işleriyle uğraşanlar Başbakan Tansu Çiller için “cesur kararlar alıyor, erkek gibi kadın” şeklinde söylenen sözler kendisini etkilemekteydi. Bu yüzden bazı şeylerin kendi inisiyatifi dışında yapılmasına ses çıkarmamıştı. Ben Başbakan Tansu Çiller’in iyi niyetli olarak terör politikasına destek verdiğini biliyorum, hiç bir zaman da “şunu öldürün bunun parasını alın” diye de söylediğini zannetmiyorum. Ancak yukarıda belirttiğim gibi devlet tecrübesinin az olması ve bunu bilen Mehmet Ağar ve ekibi, Tansu Çiller’in eşi Özer Çiller’e bazı yanlışlıklar yaptırmış olabileceğini düşünüyorum.


Buna bir örnek olarak da; biz Başbakanla birlikte İsrail’e gitmiştik, İsrail’de MOSSAD Başkanı ve heyetiyle görüştüğümüz sırada muhtemelen Mehmet Ağar’ın talebi ve Başbakan’ın direktifi ile söz konusu toplantıdan Sönmez Köksal ve ben çıkartıldık. İçeride sadece Başbakan Çiller, Ağar ve İsrailli istihbaratçılarla kaldı. Ne konuştuklarını bilmiyorum, ancak bu uygun bir davranış değildi. Yine gördüğüm kadarıyla Başbakan Tansu Çiller’in terör konusunda en güvendiği isim Mehmet Ağar olarak gözükmekteydi.


Hüseyin Baybaşin isimli uyuşturucu ticareti yapan şahsın basına çıkan Mehmet Ağar ile ilgili iddialarını biliyorum. Bu iddialar sadece Mehmet Ağar ile ilgili değildi. Bir kısım başka kişiler hakkında da iddialarda bulunuyordu. Hatta bana yansıyan uyuşturucu dolu batırılan ‘KISMETİM’ gemisindeki uyuşturucuya ilişkin ortaklıktan bahsediyordu. Benim söz konusu iddialarla ilgili direkt araştırmam ve bilgim yoktur. Ancak yüzde 25’i bile doğru olsa bunlar çok vahim durumlardır. Yukarıda söylemeyi unuttuğum, ben Alaattin Çakıcı’yla irtibat kesildikten sonra Alaattin Çakıcı’yı Mehmet Ağar ve ekibi kullanmaya başladı. Bu durumu o zaman MİT Başkanlığı Alaattin Çakıcı ile ilgili telefon izleme faaliyeti yapıyordu, bu konuşmaların içeriğinde Alaattin Çakıcı Erol Evcil ile konuştuğu sırada Mehmet Ağar’dan bahsediyordu. Ancak şu an içeriğini tam hatırlamıyorum, aradan çok uzun zaman geçti.


Ben kesinlikle üzerime atılan hiç bir suçlamayı kabul etmem. Susurluk kazası sonucuyla kamuoyuna yansıyan bu çeteyi deşifre etmek amacıyla bizzat ben çalıştım. Ayrıca bu husus zaten benim görevimdi. Ben bu anlamda görevimi iyi yaptığımı hem de demokrasiye çok hizmet ettiğimi düşünüyorum. Ayrıca Susurluk kazasından sonra da yaşanan adli soruşturmada İstanbul DGM Savcısı olan Aykut Cengiz’e çok yardımda da bulundum. Bu husus kendisine de sorulabilir. Çünkü o zaman bana ‘MİT bize hiç bilgi vermiyor’ demişti. Ben de bunun üzerine kendisine yardımcı olmaya çalıştım ve 2005 yılından itibaren Türkiye’deydim. Herhangi bir şekilde yurt dışına gitme gibi bir durumum yok. Artık yurt dışına da gitmem. Ayrıca ben Amerika’da görevliyken bulunuyordum. Görevimi süresinden önce sonlandırmak istediğimde kızımın da okulu vardı. Ben bu nedenle emekliye ayrıldım ve kızımın okulu bitene kadar Amerika’da kaldım. Benim hakkımda hukuk devletinde olmayan bir şekilde oluşturulan örgütte MİT’in başındaki kişi olarak gösterilmem tamamen art niyetli bir davranıştır...”


Susurluk olayı patlak vermeden önce MİT Kontr-terör Dairesi Başkan Yardımcısı olarak tüm MİT bölge başkanlıklarına bir yazı yazdım. Devlet içinde görev yapan etkili şahısların güdümünde bir kısım kamu görevlilerinin de içinde olduğu, siyasi cinayetler işleyen, haraç toplayan bir terör örgütü geliştiği, isimlerini tek tek yazdığım bu şahısların izlenerek konu üzerinde hassasiyetle durulması gerektiğini belirten bir yazı yazdım. Yazı üzerine daha sonra duyduğum kadarıyla MİT İstihbarat Başkanı olan Miktat Alpay isimli kişinin bu yazıyı tek tek bölge başkanlıklarından geri aldığı, yazının kayıtlı olduğu defteri eksilterek, yeni kayıt defteri açtığını öğrendim...


MİT Başkanlığı’nın yabancı istihbaratçılar gibi operasyonel bir birliği olmadığı için bazı zafiyetler ortaya çıktı. Bunun için MİT Başkanlığı olarak Özel Harp Dairesi’nde görev yapmış bazı askerî şahısların MİT bünyesine alınması kararı çıktı. Bu kapsamda Albay Orhan Çoban başkanlığında 5-6 kişilik bir ekibi MİT Başkanlığı’na aldık, ancak ben bunlardan Kaşif Kozinoğlu’nun MİT’e alınmasına karşı çıktım. Çünkü Kozinoğlu, özel harpte de problemleri olduğu için, birçok gayriyasal işlere karıştığını duymuştum, Bu durumu Orhan Çoban’a aktardığımda “Biz ekip olarak gelir gideriz, bu isteğiniz ayıp olur” dedi. Karşı çıkmama rağmen Kozinoğlu da MİT’e alındı. Kozinoğlu MİT’te görevliyken altındaki subayla birlikte kendi kendine İHD Başkanı Akın Birdal’ı öldürmek üzere plan yaptığı istihbaratı bana geldi. Bana sordular ‘Bu olaydan haberiniz var mı’ dediler, ben de ‘haberimin olmadığını’ söyledim. Bunun üzerine soruşturma açtım, ifadesini aldım ve Kozinoğlu’nu cezalandırdım. Buna ilişkin tümü yazılı belgeler MİT Başkanlığı’nda vardır. Bunun üzerine Şenkal Atasagun, Kozinoğlu’nu himayesine aldı ve kendi dış istihbarat başkanlığında kullanmaya başladı.

En Çok Aranan Haberler