HABER

Tuhaf bilimsel araştırmalar

Tuhaf bilimsel araştırmalar

Kadınların, erkek araştırmacıların art niyetle yaptıkları bir araştırma olduğuna inanacakları bir çalışma varsa eğer, o araştırma herhalde budur! Araştırmaya göre, cinsel ilişki sırasında kondom kullanımı, kadınlarda depresyonu tetikliyor.

1986 yılında Ney tarafından yapılan araştırmalara göre menide bulunan prostaglandin hormonunun depresyon tedavisinde yararlı olduğu bulundu. Bu araştırmadan esinlenen Gallup, Burch ve Platek , 2002 yılında yaptıkları çalışmada kadınlarda kondom kullanımı ve depresyon seviyesi arasındaki ilişkiyi inceledi. Araştırma şu sonuçları verdi:

Kondom dışında genellikle başka bir doğum kontrol yöntemine başvuran kadınlar, cinsel ilişki sırasında kondom kullananlardan daha az depresyona giriyorlar. Araştırma ayrıca İntihara teşebbüs sayısı ile kondom kullanımı arasında da doğru orantı olduğunu ortaya koydu. Yani daha az kondom kullanımı beraberinde daha az intihara teşebbüs getiriyor. Kondom kullanılmayan cinsel ilişkide, kadınlarda depresyon dereceleri son cinsel ilişkiden itibaren artıyor.

Araştırmacılar çalışmalara devam ediyor. Bugüne kadarki verilerin cevaptan çok soru getirdiğinin farkında olan bilim adamları ellerindeki dataların yeni sonuçlar için birer başlangıç olduğunu itiraf ettiler.


Londralı taksi şoförlerinin beyni diğerlerinden daha gelişmiş
Bilim adamları uydulardan yararlanarak Londralı taksi şoförlerinin beyinlerinde yön bulma sistemini araştırdı ve ilginç bulgulara rastladı.

Taksi şoförlerinin beyinleri incelendikten sonra hipokampuslarının diğer insanlara oranla daha büyük olduğu keşfedildi. Hipokampuslar beyindeki ana merkzlerden birisidir. Hafıza ve bilgi depolamadan sorumludur. Kuşlarda ve hayvanlarda da olup yön bulmaya yardım eder. Araştırma, taksi şoförlerinin mesleklerini yaptıkça hipokampuslarının farkedilir bir oranda büyüdüğünü gösterdi.


İnsanların köpeklerin bizleri anlayıp anlamadıkları hakkındaki düşüncelerini araştırmak adına Pongracz, Miklosi ve Csanyi, Macar köpek sahiplerine anket yaptılar. Köpek sahiplerine köpeklerinin en çok hangi tür seslenmeyi anladıklarını sorduklarında listenin başında köpeğe yöneltilen sorular, birşey yapması için verilen izinler ve bir konu hakkında bilgi verme geldi. Anketin ikinci kısmında ise köpeklerinin emirlere ne kadar uyduklarını sorduklarında cevaplar şu şekildeydi:

• Her türlü koşulda köpekler kendilerine verilen emirlerin yüzde 31’ine uyuyor.

• Köpekler şartlar doğru olduğu zaman, emirlerin yüzde 53’üne uyuyor.


Profesör Clarence Leuba kendi çocuklarını gözlemleyerek gıdıklandığımızda gülmenin doğuştan olup olmadığını öğrenmeye çalıştı. 1933’te ilk çocuğunu gıdıklarken yüzünü maske ile kapatarak yüz ifadesinin görünmesini engelledi. İlk çocuğuyla yaptığı deney bozulunca deneye ikinci çocuğuyla devam etti ve kızını gıdıklarken kendisinin o güne kadar hiç gülmemesine rağmen kızının güldüğünü gördü.


Akıl almaz bir saçmalık gibi geliyor ama iki araştırma ekibi gazın içine “hiçbir şey” hapsederek onu bir saniye sonra dışarı çıkarmaya başardı. Bilim insanları daha önceki tuhaf bir araştırmayla da vakumun içinde ışığı durdurarak yeni kuantum bilgileri ve telekomünikasyon teknolojilerinde önemli bir adım atmışlardı. Araştırmacılar ışığı durdurmak için yoğun ve sürekli bir lazer ışınını gazın atomlarına ışınlamışlardı. Bu “kontrol ışını” atomları lazer ışığının atımını başka bir dalga boyuna geçirerek gaza girmesini sağlamıştı. Atımı yakalamak isteyen araştırmacılar kontrol ışınını çalıştırarak atımın kendi kendine atoma girmesini sağlamışlar. Bunu tekrarlamak için de kontrol ışını yeniden çalıştırılmış. Bu şekilde vakumu depolamak çocuk oyuncağı gibi geliyor.
Aynı işlemleri takip edip atımı kullanmadığınız zaman “hiç” depolarsınız. Fakat Calgary Üniversitesi’nden Alexander Lvovsky ve Tokyo Teknoloji Enstitüsü’nden Mikio Kozuma “sıkıştırılmış vakum” / “squeezed vacuum” olarak adlandırılan özel bir “hiç” depoladı. Bunun ne olduğunu görmek için normal ışık dalgasıyla yola çıkmak geriyor. Bu klasik anlamda elektromanyetik alanlı başı ve sonu eşit alanı kaplayan yumuşak dalgadır.
Fakat kuantum mekaniğinde her şey biraz daha karmaşıktır. Işığın kesin yüksekliği belirsizleşir ve dalgalar daha az belirgindir. Fizikçiler bu belirsizliği değiştirmeyi öğrenmişlerdi. Mesela başını küçültüp sonunu büyülterek. Bu şekilde “kısmi sıkıştırılmış ışık” elde edilir. Bu ışık yoğunluğunun sıfıra dönüştüğü farz edildiğinde kendisi yok olur ama belirsiz kalıntılar sıkıştırılmış vakumu oluşturur. Lvovsky ve Kozuma’nın depoladıkları da bu. Sıkıştırılmış vakumdan atım elde etmek için araştırmacılar optik parametrik yükselticiden yararlanmış.


Solucanlar yağmurlu havalarda toprağın üzerine çıkar. Amerika’da Carlton Üniversitesi’nden Jayne Yack solucanların aslında titreşimlerden kaçtıklarını ortaya koydu. Deneylerde toprağın otuz santim kadar içine bir sopa yerleştirildikten sonra üzerine metal bir nesneyle vurulmuş. 500 hertz kuvvetindeki seslerin on iki metrelik bir alanda titreşimler yaydığı ölçülmüş. Solucanlar gerçekten de bir ila bir buçuk dakika sonra topraktan çıkmışlar. Sinyalin kuvvetli olduğu yerlerde ise daha çok solucan çıkmış toprak üzerine ve bunlar bir süre yeniden toprağa girmekten kaçınmış. Yack ve arkadaşları sadece bir deney sırasında 41 solucan toplamış.
Bu solucan refleksinin nedeni kesin olarak bilinmese de araştırmacılar hafif yağmur damlalarının benzer bir frekansta titreştiğini söylüyor. Solucanlar yağmurda da toprağın üzerine çıkıyor. Diğer bir teoriye göre solucanlar köstebeklerden kaçıyor. Ken Catanias solucan toplayıcılarının kullandıkları bir aletin gerçekten de köstebek sesini taklit edip etmediğini öğrenmek için solucanların ve köstebeklerin bol olduğu bir alanda solucanları incelemiş. Özel aletin meydana getirdiği titreşimlerle toprağın üzerine çıkan solucanlar kendileri için tehlike oluşturan kuşlara rağmen bir süre toprak üzerinde gezinerek sözde köstebeklere izlerini kaybettirdikten sonra başka bir yerden yeniden toprağa girmişler.


Alet kullanmak insanlar için çok doğal ancak alet kullanabilen hayvan sayısı çok az. Peki primatlar alet kullanmaya nasıl başladı? Parma Üniversitesi sinirbilimcisi Giacomo Rizzolatti beynin aleti bedenin bir parçası olarak gördüğünü buldu. Dört esnek parmağa ve kavrayıcı başparmağa sahip primatlar alet yapmaya daha yatkın. Daha önceki araştırmalarla bu etkinliklerin F5 olarak adlandırılan beyin bölgesi tarafından kontrol edildiği öğrenilmişti. El açılıp bir nesneyi kavramaya hazırlandığında F5 bölgesindeki nöronlar sinyal gönderiyor. Sinirbilimcilerine göre nöronlar el hareketini kontrol etmek için kodlanıyor. Rizzolatti ve ekibi beynin el becerisini ne şekilde geliştirdiğini bulmak için makak maymunlarına 6-8 ay içinde yiyecekleri bir kıskaçla almalarını öğretti ve beynin F5 bölgesindeki 113 nöronun ve F1 bölgesinin etkinleştiğini gördü. Oysa bu nöronların sadece elin hareketiyle harekete geçtiği biliniyordu. Bu da beynin aleti bedenin bir parçası olarak gördüğünü açıklamakta.


Cenevre Üniversitesi fizikçisi Nicolas Gisin ve arkadaşları Einstein’ın “hayali uzak etkisi”ni ölçmeye çalıştı. Albert Einstein altmış yıl kadar önce birbirinden çok uzakta bulunan iki parçacığın kuantum hallerinin sanki hep bağlantı halindeymiş gibi eşit olabileceğini öne sürmüştü. Teoriye göre bir parçacığın durumu değiştiğinde diğeri de değişiyordu. Peki böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi? Değişen kuantum haliyle ilgili bilgi sonsuz bir hızda bir parçacıktan diğerine mi geçiyor?
Gisin ve ekibi kuantum bilgilerinin hızını saptamak için birbirine bağlı çiftler oluşturarak bunları on sekiz kilometre uzunluğunda bir cam elyaf kablo üzerinde zıt yönde hareket ettirdi. İki İsviçre köyüne uzanan uçlarda fotonlar interferometre olarak bilinen bir ölçüm aletine ulaşıyordu. 24 saat aralıksız süren ölçüm sonuçlarına göre fotonlar aynı anda hedefe ulaşırken hep bağlantı halinde kalıyor. Buna göre fotonların hareket hızı ışıktan en az 10.000 misli hızlı. Fizikçiler bu sonuca ulaşabilmek için dünyanın hızını soyut bir koordinasyon sisteminde tahmin etmeleri gerekiyordu çünkü bu hareket sonucu etkilemekte. Böyle bir referans sistemi olsaydı ve dünya bunun içinde ışık hızının binde biri hızla hareket etseydi kuantum bilgisi ışıktan en az 10.000 misli hızlı akardı diyor araştırıcılar.


Polonya’daki Krakov Üniversitesi’nde Adam Tofilski ve arkadaşları Brezilya’daki şekerkamışı tarlalarında ilginç bir gözlem yaptı. Burada yaşayan forelius pusillus türü karıncalar yeraltındaki yuvalarına girip üzerini kumla örttüklerinde bazıları dışarıda kalarak geriye kalan tüm boşlukları dolduruyor ve bu şekilde dışarıda kalıyorlar. Araştırmacılar ertesi gün dışarıda kalan karıncaların ortadan kaybolduğunu görünce daha sonraki akşamlar dışarıda kalan karıncaları plastik bir kutuya koymuşlar. Bu şekilde toplanan yirmi üç karıncadan sadece altısı sabaha kadar yaşamış diğerleri bitkinlik yüzünden ölmüş.
Bu durum karıncaların kolonilerini korumak için hayatlarını feda ettikleri anlamına geliyor. Ölümle sonuçlanan bu görevi üreme yetisi olmayan karıncılar yerine getiriyor. Kendileri üremese davranışlarıyla annelerinin daha fazla üremelerine yardımcı oluyorlar. Tofilski yuvayı kapatanların genelde yaşlı veya hasta hayvanlar yani zaten yaşama şansı fazla olmayan karıncaların olduğunu tahmin ediyor. Yuvanın kimden veya neden korunduğu ise henüz bilinmiyor. Bilim insanları yuvanın diğer karıncalardan veya yağmurdan korunma amacıyla örtüldüğünü sanıyor.


Bukalemunun kamuflaj için rengini değiştirdiğini herkes bilir. Fakat Melbourn Üniversitesi zooloğu Devi Stuart-Fox KwaZulu Natal Üniversitesi biyoloğu Adnan Moussalli renk değişimin aslında kamuflajdan çok bir iletişim aracı olduğunu keşfetti. Güney Afrika’da yaşayan yirmi bir cüce bukalemun türü incelenmiş. Bu türlerden bazılarının renk paleti daha zengindir ve insan gözünün görmediği kızılötesi renkleri de kullanır. Araştırmacılar renk değişim derecesini renklerin çekiciliğini ve bukalemunun rengi ve üzerinde bulunduğu zeminin rengi arasındaki farkları hesapladıklarında en belirgin renk değişiminin iki erkek bukalemunun karşı karşıya gelerek birbirlerini etkilemek istediklerinde meydana geldiğini görmüşler.
Eğer renk değişimi kamuflaj amaçlı olsaydı en büyük renk değişiminin o anda gerçekleşmesi gerekirdi diyor bilim insanları ve bu yetinin daha çok iletişim ihtiyacına bağlı olarak geliştiğine inanıyor. Bukalemunlar hızlı reaksiyon süresi sayesinde sinyalleri parlak renkleriyle iletebiliyor. Bu çok kısa süreli renk değişimi mesaj iletimi için yeterli olsa da düşmanlar bu değişimi fark etmiyorlar bile.

En Çok Aranan Haberler