Serkan Demirtaş
Ankara
Tamamen Irak ve Suriye'de konuşlu cihatçı örgütlerle mücadele gündemiyle toplanan BM Genel Kurulu, tehdidi en yakından hisseden ve hergün binlerce mülteci akınına sahne olan Türkiye'yi de yakından ilgilendiren kararların alındığı bir platform oldu.
BM Güvenlik Konseyi, yabancı savaşçıların Irak Şam İslam Devleti (IŞID) başta olmak üzere bölgedeki diğer örgütlere katılımı önlemek üzere kapsamlı bir kararı onaylarken, ABD'nin liderliğinde buluşan koalisyon ülkeleri de silahlı mücadeleyi artırarak sürdürme kararı aldı.
Bu gelişmeler olurken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın IŞİD'e karşı Türkiye'nin "askeri destek verebileceğini” kaydetmesi çok önemli bir adım olarak görüldü. Bu gelişmeye paralel olarak Türk yetkililerin, giderek daha çok "tampon bölge” ya da "güvenli bölge” ve bunlara ek olarak "uçuşa kapalı bölge” olasılıklarından bahsetmesi de dikkat çekti.
Bu gelişmelerin ışığında Türkiye'nin, IŞİD'le mücadele kapsamında "neyi, ne kadar yapabileceği” ile ilgili tartışmalar büyüyor. Bu çerçevede en çok merak edilen soru, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin havadan veya daha düşük bir olasılıkla karadan destek sağlayıp sağlamayacağı. Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, bu konuyla ilgili sorulara yanıt verirken "illa kurşun sıkmak gerekmez” mesajını vermiş ve dolayısıyla Türkiye'nin "muharip” olarak katkıda bulunmayacağının işaretini vermişti.
Akdoğan, Türkiye'nin siyasi, istihbari ve lojistik gibi alanlarda verebileceği katkıyı dile getirmiş ama bu konuda kesin bir pozisyon sunmaktan kaçınmıştı.
İncirlik ve Türk hava sahasıAnkara'da yapılan değerlendirmelerde, Türkiye'nin askeri katkısının "sınırlı” olacağı kaydedilirken, İncirlik ve benzeri üslerin kullanımı ve Türk hava sahasının açılması olasılıklar arasında görülüyor. Bunların yanısıra Özgür Suriye Ordusu'nun askeri olarak takviye edilmesi sürecinde Türkiye'ye önemli bir rol düşebileceği ve gerekli lojistiğin sağlanmasında rol oynayabileceği öngörülüyor.
Ankara'daki bazı yabancı diplomatlar, sadece hava sahasının açılmasının yeterli görülmeyebileceğini, Türkiye'den İncirlik'le beraber bazı başka üslerin de kullanımı için izin istenebileceğini belirtiyorlar. Türkiye ise genel değerlendirmesini Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın dönmesinin ardından düzenlenecek toplantılarda yapacak.
Güvenli bölge mi tampon bölge mi?Türkiye'nin yapmaya devam edeceği kesin olan tek şey ise Suriye ve Irak'tan mültecilere dönük insani yardımlarını sürdürme ve sınır kapılarını açık tutma. IŞİD saldırılarından kaçan Suriyeli Kürtlerin Türkiye'ye akınının sürmesi ve sığınmacı rakamının her geçen gün artması, Ankara'nın Suriyeli vatandaşları kendi topraklarında karşılamak ve insani yardım sağlamak için "sınır hattında güvenli bölgeler” kurulması planını daha yüksek sesle söylemesine yol açtı.
Ancak bazı Türk yetkililerinin, güvenli bölge ifadesi yerine askeri terminolojide yer alan ve bir ülkenin kendi güvenliği ile olarak bir başka ülke topraklarında askeri güç bulundurma pratiği olarak tanımlanabilecek "tampon bölge” tanımını kullanması kafaları karıştırdı. Yine aynı paralelde, bu bölgelerin havadan da korunması amacıyla uçuşa kapalı bölge kurulması düşüncesinin seslendirilmesi dikkat çekti.
Başbakan Yardımcısı Akdoğan, Türkiye'nin kastettiğinin güvenli bölge olduğunu ve bunun da tamamen insani yardımların Suriye sınırında yerine getirilmesi olduğunu kaydetti.
Türk askeri Suriye'ye girecek mi?Ancak bu planın da önünde iki önemli sorun bulunuyor: Birincisi uluslararası meşruiyet sorunu: Güvenli bölgeler ya BM Güvenlik Konseyi kararıyla tanımlanabiliyor ya da söz konusu ülkenin çağrısı üzerine gerçekleşebiliyor. Suriye söz konusu olduğunda her iki olasılığın da gündemde olmaması önemli bir sorun olarak görülüyor.
İkincisi ise bu güvenli bölgelerin kim tarafından korunacağı. Özgür Suriye Ordusu'nun bu işin altından kalkamayacağı açık olduğuna göre, koruma görevi de ağırlıklı olarak Türk askerine kalacak gibi görünüyor. Suriye'nin egemenlik haklarının ihlali olarak değerlendirilebilecek bu gelişmede sorumluluğu tek başına üstlenmemek adına koalisyon ülkelerinden de askeri katkının istenebileceği ancak bu durumun işleri daha da karmaşıklaştırabileceği öngörülüyor.
Bütün bu olasılıklar birlikte değerlendirildiğine, Türkiye'nin tartması gereken zor kararların yanısıra karşı karşıya kalabileceği önemli güçlükler de görünüyor.