HABER

''Türkiye, Kore Savaşı'nı fırsata çevirdi''

İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye'nin Sovyet tehdidi altında kaldığını belirten dış politika uzmanları, Kore savaşını fırsata çeviren Ankara'nın askeri güç göndererek, hem NATO üyeliğinin kapısını açtığı hem de Güney Kore ile sağlam bir dostluk köprüsü kurduğu görüşünü dile getirdi - Sakarya Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Selvi: - "Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'nda tarafız kalmayı seçmişti. Sovyetler Birliği, Türkiye'nin bu tarafsızlığını bir tehdit gibi algılayarak, özellikle Doğu Anadolu üzerinde Gürcistan ve Ermenistan'ı da kullanarak toprak talep etmeye başladı. Sovyet tehdidi ile karşı karşıya kalan Türkiye, bu süreçte Avrupa ile entegrasyona ihtiyaç duydu" - "Kore Savaşı'nı bir araç olarak kullanan Türkiye, savaş sürerken 1952’de NATO üyesi oldu" - "Kore'de, Amerika’yla Rusya’nın savaşı vardı. Türkiye kendi güvenliği açısından NATO’ya girmekte istekliydi. Asker gücü olarak Türk askeri altıncı büyük güçtü. Kayıplar konusunda ise ABD ve İngiltere'den sonra en çok kayıp veren ülke Türkiye oldu'' - ANKASAM Güvenlik Danışmanı Dr. Emre Ozan: - "ABD 1949 yılında NATO’nun kuruluşu sırasında Türkiye’nin bu ittifakta yer almasını istememişti. ABD’nin fikrini değiştiren ilk gelişme, Amerikan-Sovyet rekabetinin Ortadoğu’ya sıçramasıydı. Ortadoğu önem kazandıkça ABD için Türkiye’nin dostluğu da önem kazandı. Çünkü ABD bu dönemde Sovyetleri çevreleme stratejisi izliyordu ve Türkiye olmadan Ortadoğu’da Sovyet nüfuzunu sınırlandırmanın imkansız olduğu anlaşıldı" - "NATO’nun kurulduğu 1949’dan itibaren Türkiye’nin birinci dış politika hedefi NATO üyeliği oldu ve 1952 yılında bu hedefe ulaşıldı" - "NATO’nun merkez cephe olarak adlandırdığı Batı Avrupa cephesi zayıftır. Sovyetlerle girilecek muhtemel bir savaşta Türkiye’ye güneyde bir cephe oluşturarak Batı Avrupa üzerindeki baskının hafifletilmesi görevi verildi"

İSTANBUL (AA) - GÜLSÜM İNCEKAYA - İkinci Dünya Savaşı sonrası Türkiye'nin Sovyet tehdidi altında kaldığını belirten dış politika uzmanları, Kore Savaşı'nı fırsata çeviren Ankara'nın askeri güç göndererek, hem NATO üyeliğinin kapısını açtığı hem de Güney Kore ile sağlam bir dostluk kurduğu görüşünü dile getirdi.

Türkiye'nin NATO üyeliği ve Batı Bloku'na entegrasyonunun dönüm noktası olan Kore Savaşı'nın 68. yılında, konunun uzmanları AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.

Sakarya Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Haluk Selvi, dünya siyasi tarihinde İkinci Dünya Savaşı'nın bir dönüm noktası olduğunu aktararak, dış politika ve siyasetlerin ABD ve Sovyetler Birliği'nin mücadelesine göre şekillendiğini söyledi.

İki süper gücün mücadelesinin, Orta Doğu'dan Güney Amerika'ya, Türkiye'den Orta Asya'ya kadar yansıdığını vurgulayan Selvi, Kore Savaşı sürecine ilişkin ''ABD ve Sovyetler Birliği'nin güç mücadelesi, kendisini dünyanın her yerinde hissettirmeye başladı ve dünyada artık merkezi bir siyaset yoktu. Bu güç mücadelesinin ilk savaşı Kore Yarımadası'nda yaşandı. Japonya, 1905'te Rus Çarlığı'nı yendikten sonra bölgede stratejik bir konuma sahip olan Kore’yi işgal ederek, Çin’i de etkisi altına almak istedi. 2. Dünya Savaşı'ndan yenik ayrılan Japonya, elindeki topraklardan biri olan Kuzey Kore’yi Sovyet Rusya’ya, Güney Kore'yi ise ABD'ye bırakmak zorunda kalmıştır. Kore’de 38. enlemin kuzeyinde kalan bölge Sovyetlere verilmiş ve savaşa Kuzey Kore de dahil edilmiştir. İki devlet Kore’de ayrı yönetimler kurduktan sonra bölgeden askerlerini çekme kararı almışlardı ama Sovyetler Birliği, Kore’yi, 38. enlemin kuzeyine asker sokarak işgal etmiştir.'' değerlendirmesini yaptı.

- ''Sovyet tehdidi Avrupa ile entegrasyonu zorunlu kıldı''

Selvi, Sovyetler Birliği'nin Kuzey Kore'yi boşaltmaması ve Kuzey Kore'nin Güney Kore'ye saldırması üzerine, ABD ile Sovyetler Birliği arasında gerilimin iyice tırmandığını anlattı.

Siyaset, güvenlik gibi kavramların bu iki süper güç tarafından belirlendiği bir konjonktürde Türkiye'nin de içeride ve dışarıda birtakım değişiklikler yaşadığını anlatan Selvi, ''Demokratik reformlar tek tek hayata geçiriliyordu. Demokrat Parti kuruldu ve 1950 yılında iktidara geldi. Bir anlamda değişen dış dünya siyasetine göre politika inşa ediliyordu ve inşa edilmesi de gerekiyordu. Çünkü Türkiye, İkinci Dünya Savaşı'nda tarafız kalmayı seçmişti. Sovyetler Birliği, Türkiye'nin bu tarafsızlığını bir tehdit gibi algılayarak, özellikle Doğu Anadolu üzerinde Gürcistan ve Ermenistan'ı da kullanarak toprak talep etmeye başladı. Sovyet tehdidi ile karşı karşıya kalan Türkiye, bu süreçte Avrupa ile entegrasyona ihtiyaç duydu.'' diye konuştu.

- ''Türkiye savaşı bir araç olarak kullandı''

Selvi, Haziran 1950'de ABD'nin girişimiyle Kore'ye müdahale için kurulan Birleşmiş Milletler gücüne Türkiye'nin 16. ülke olarak katıldığını hatırlattı.

Tek başına iktidar olan Demokrat Parti'nin Kore'ye asker göndermeye istekli davrandığını aktaran Selvi, ''Anayasanın bazı maddelerini Meclis'e taşıyan hükümet, sert muhalefete rağmen Kore'ye Türk gücü gönderme kararını çıkardı. Üç yıl süren savaşa, ABD 302 bin asker ile katılırken, Türkiye de Kore Yarımadası'na ilk etapta Tuğgeneral Tahsin Yazıcı komutasında 5 bin asker gönderdi. Daha sonra yapılan takviyelerle Kore’ye gönderilen asker sayısı toplamda 21 bini geçti. Yaklaşık 800 Türk askeri hayatını kaybederken, irtibat kesilen 166 askerin ise akıbetleri bir daha hiç öğrenilemedi. Kore Savaşı'nı bir araç olarak kullanan Türkiye, savaş sürerken 1952’de NATO üyesi oldu.'' ifadelerini kullandı.

Prof. Dr. Selvi, üç milyon insanın hayatını kaybettiği savaşın tam bir dram olduğuna dikkati çekerek, şunları kaydetti:

''Kore Savaşı bir dramdır çünkü hayatını kaybedenlerin 2 milyonu sivil insanlardı. Hepsi Koreliydi. Burada Amerika’yla Rusya’nın savaşı vardı. Türkiye kendi güvenliği açısından NATO’ya girmekte istekliydi. Asker gücü olarak Türk askeri altıncı büyük güçtü. Kayıplar konusunda ise ABD ve İngiltere'den sonra en çok kayıp veren ülke Türkiye oldu.

Savaşın kazananı yoktu. Oradaki Türk Şehitliği önemli bir ziyaret yeri. Güney Koreliler orayı biliyorlar. Kore'ye giden Türkler bu sebeple sempatiyle karşılanır. Bunun sebebi de Türk askerinin Kore Savaşı sırasında göstermiş olduğu kahramanlıkların hala dilden dile anlatılıyor olmasındandır. Türk askeri savaştan sonra hemen ayrılmamış, NATO'nun barış gücü olarak, orada barışın tam anlamıyla tesisi için 1971 yılına kadar kalmıştır.''

- "ABD,Türkiye olmadan Sovyetleri sınırlandıramazdı''

Kırklareli Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü ve ANKASAM Güvenlik Danışmanı Dr. Öğretim Üyesi Emre Ozan ise Türkiye’nin Kore’ye asker gönderme kararını, dünya barışının yanı sıra NATO’ya üye olma çabaları kapsamında değerlendirmek gerektiğini söyledi.

Ozan, Türkiye'nin Kore'ye asker gönderme kararı aldığı 25 Temmuz 1950'den sadece altı gün sonra NATO’ya üyelik için resmi başvuru yapmasının, bu kararla NATO üyeliği arasındaki ilişkiyi açık şekilde gösteren bir husus olduğunu vurguladı.

O dönemin devlet adamlarında Kore'de gösterilen fedakarlığın Türkiye'nin NATO'ya kabulünü kolaylaştıracağı yönünde bir kanaat olduğunu belirten Ozan, ''Nitekim öyle de olmuştur. Türkiye’nin NATO’ya üyeliği konusunda başta isteksiz olan ABD’nin Kore Savaşı sonrasında fikrini değiştirdiği söylenebilir.'' dedi.

Ozan, ABD-Sovyetler Birliği rekabetinin Orta Doğu'ya sıçramasından sonra ABD'nin Türkiye'nin NATO üyeliği konusunda olumlu düşünmeye başladığını hatırlatarak, ''ABD, 1949 yılında NATO’nun kuruluşu sırasında Türkiye’nin bu ittifakta yer almasını istememişti. Bu durum, Türkiye’de bir hayal kırıklığı yaratmıştı. ABD’nin fikrini değiştiren ilk gelişmeyse Kore’yle doğrudan ilgili değildi. Bu gelişme, Amerikan-Sovyet rekabetinin Orta Doğu’ya sıçramasıydı. Orta Doğu önem kazandıkça ABD için Türkiye’nin dostluğu da önem kazandı. Çünkü ABD bu dönemde Sovyetleri çevreleme stratejisi izliyordu ve Türkiye olmadan Orta Doğu’da Sovyet nüfuzunu sınırlandırmanın imkansız olduğu anlaşıldı'' değerlendirmesinde bulundu.

Türkiye’nin NATO’ya üyeliği konusunda ABD’nin tutumunu değiştiren asıl unsurun Kore Savaşı sonrası oluşan iki kutuplu dünya ve yeni dengeler olduğunu anlatan Ozan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''Olası bir ABD-Sovyetler Birliği konvansiyonel savaşında Türkiye, güneyde bir cephe olarak konumlandırılmıştı. Çünkü bu savaş sonrasında Batı ittifakının savunma planlamaları baştan aşağı değişti. Şöyle ki 1949 yılına kadar Sovyetler Birliği henüz nükleer silaha sahip değildi ve ABD bütün savunma yapılanmasını nükleer üstünlüğüne dayandırmıştı. Fakat 1949’da Sovyetler Birliği ilk nükleer silah denemesini gerçekleştirdi. Ayrıca 1949-50 yılları iki kutuplu sistemin çok gergin olduğu yıllardı ve bu nedenle Kore Savaşı çok önemli bir dönüm noktası oldu. Bu savaşta ABD ile Sovyetler Birliği nükleer bir çatışmaya da sürüklenebilirdi ama iki taraf da nükleer silahlarını kullanmamayı tercih etti.

Kore Savaşı’nda görüldü ki nükleer silahları ateşlemek kolaylıkla verilebilecek bir karar değildi ve iki süper gücün karşı karşıya geldiği her çatışmada bu silahlar kullanılmayacaktı. Yani Kore Savaşı konvansiyonel askeri gücün önemini yeniden hatırlatan bir savaş oldu. Türkiye bu dönemde geniş bir orduya sahipti ve Sovyetler Birliği’yle girilecek olası bir konvansiyonel savaşta çok faydalı olabilirdi. Kore Savaşı’nda gösterdiği başarılarla Türkiye bu konuda faydalı olabileceğini kanıtladığı gibi bu konuda istekli olduğunu da gösterdi.

Türkiye NATO’ya dahil olduğunda üstlendiği rol de bu durumu destekler. Batı Avrupa orduları karşısında Sovyetlerin bu yıllarda ezici bir konvansiyonel üstünlüğü vardır. Üstelik Batı Almanya henüz silahlanmamıştır ve NATO’nun merkez cephe olarak adlandırdığı Batı Avrupa cephesi zayıftır. Sovyetlerle girilecek muhtemel bir savaşta Türkiye’ye güneyde bir cephe oluşturarak Batı Avrupa üzerindeki baskının hafifletilmesi görevi verildi.''

- ''NATO üyeliği tamamen güvenlik sebebiyledir''

Dr. Emre Ozan, Türkiye'nin soğuk savaş sonrası oluşan dengeler ve Sovyetler Birliği'nin tehditleri karşısında NATO blokunda yer almak istemesinin tamamen güvenlik gerekçesiyle olduğunu ifade etti.

Sovyet tehdidinin Türkiye’yi Batı Bloku'yla bütünleşmeye ittiğini savunan Ozan, ''Türkiye bu yıllarda Batı Bloku içinde ortaya çıkan hemen her örgütlenmeye dahil olmakta çok istekliydi. NATO bir savunma paktı olarak bu örgütlerin en önemlisiydi ve bu ittifakın dışında kalmak, Türkiye’de yalnızlaşma hissi yaratmıştı. Bu nedenle NATO’nun kurulduğu 1949’dan itibaren Türkiye’nin birinci dış politika hedefi, NATO üyeliği oldu ve 1952 yılında bu hedefe ulaşıldı.'' diye konuştu.

Türkiye’nin NATO üyeliğini güvenlik endişeleri bağlamında yorumlamak gerektiğini vurgulayan Ozan, ''Türkiye NATO’ya üye olduktan sonra dış politikasını Batı ittifakının çıkarlarıyla özdeşleştirmiştir. Bu tarihten itibaren Türkiye Batı ittifakının çıkarlarına ters düşen dış politika eylemlerinden özellikle kaçınmıştır. Batılı müttefiklerini ve özellikle de ABD’yi gücendirmemek adına Sovyetler Birliği ile ilişkilerine mesafe koymuştur. Bölgesel politikalarını da Batı'yla uyumlu hale getirmiştir. Kore Savaşı’nı önemli kılan hususlardan biri de bu dış politika anlayışıdır. Kore’ye asker gönderme kararı, Türk dış politikasının hedefleriyle Batı ittifakının çıkarları arasındaki özdeşleşmenin erken örneklerinden biridir." ifadelerini kullandı.

Kendisini Avrupalı ve Batılı bir ülke olarak gören Türkiye'nin, Batı'nın savunması için üzerine düşen görevi yerine getirmeye hazır olduğunu gösterdiği görüşünü dile getiren Ozan, "Türkiye ile Batı arasındaki bu uyum çok sürmemiştir. İlk olarak 1964 yılında Kıbrıs sorunuyla alakalı olarak Türk-Amerikan ilişkilerinde bir kriz yaşandı. Bu tarihten itibaren Türkiye ne zaman hayati çıkarlarını ilgilendiren bir sorunla karşılaşsa ABD tarafından yalnız bırakıldığını gördü. Bunun karşılığında da Türkiye her seferinde Rusya’yla yakınlaşmayı denedi. Bugün de benzeri bir süreçten geçiyoruz. Üstelik bu kez ABD’yle yaşanan kriz çok derin ve Rusya’yla kurulan ilişki her geçen gün kurumsallaşıyor. Yani günümüzde Türkiye’nin Batı'yla ilişkileri 1950’lerin başındakinden çok ama çok farklı bir görünüme sahip." şeklinde konuştu.

En Çok Aranan Haberler