Neredeyse yüzük gibi kapalı Marmaris koyundan çıkınca hidrofonu yavaş yavaş salmaya başladık. Hidrofon, en azından 200 metrelik bir kabloyla teknedeki bilgisayara bağlı bir sualtı mikrofonu.
Hava serin, deniz hafif dalgalıydı, yaklaşık bir metre boyunda. Antalya'ya doğru gidiyorduk. Asıl hedefimiz ispermeçet balinası (kaşalot) ile gagalı balina görmek ya da işte o hidrofon sayesinde seslerini saptayıp kaydetmekti. Huşu içinde beklediğimiz seslerini bir duysak, biraz sonra büyük ihtimalle kendilerini de görebilecektik.
On beş metrelik bir yelkenlide on kişiydik. Benim ve kaptanımız Sinan'ın (Sanlıman) dışındaki sekiz kişi araştırmanın bilim ekibini oluşturuyordu. Bu sekiz kişi arasındaki işbölümü uyarınca iki kişi ön güvertede denizi tarıyor, iki kişi de aşağıdaki salonda, bilgisayarın başında, hidrofonun topladığı sesleri dinliyordu.
Bu arada belli aralıklarla rüzgâr hızıyla yönü, dalga boyu, hava durumu not ediliyordu. Geceleri güverte gözlemi yapılmıyor, ama hidrofon ve dümen nöbeti devam ediyordu.
Araştırmanın amacı kaşalot, gagalı balina gibi hakkında pek bilgi sahibi olmadığımız derin deniz canlıları hakkında bilimsel veri toplamak, yoğunlukla bulundukları alanları belirlemek, bu alandaki tehditleri anlamaktı.
Çok geçmeden bir tehdit kendini gösterdi. Hidrofondan sesler gelmeye başlamıştı, ama ispermeçetin meşhur klikleri değildi bunlar, peşinde olduğumuz deniz memelilerine dünyayı dar eden askeri sonarın cızırtılarıydı.
Çok geçmeden telsizden de asker sesi duyuldu: "Yusuf Kaptan, Yusuf Kaptan! Derhal bulunduğunuz yerden ayrılın, batıya yönelin! Burası Türk savaş uçağı, burası Türk savaş uçağı, Yusuf Kaptan..."
Birkaç mil ileride Aksaz deniz üssü vardı. İki balıkçı teknesi onun biraz açığındaydı. "Burası Türk savaş uçağı! Sadık Reis, Sadık Reis, ağlarınızı toplayarak bulunduğunuz konumdan uzaklaşın! Batıya..."
Derken, telsizden bir başka ses "Akdeniz Kalkanı" tatbikatının icra edilmekte olduğunu duyurdu. Sonar seslerinin nedeni ve kaynağı anlaşılmıştı.
Helikopter dört dönüyor, savaş uçağı fink atıyordu. Bu durumda, hidrofondan gelecek seslerden hayır yoktu. Deniz yüzeyinde ispermeçet görme umudumuz da imkânsız bir hayale dönüşmüştü aslında.
Deniz Memelileri Araştırma Derneği'nin Türkiye sularındaki balinalara odaklanan araştırma seferindeydik. Ekip, Haziran 2018'deki seferde yaklaşık 15 metrelik bir ispermeçet balinası görmüş, bir tekne boyu kadar yaklaşıp o muhteşem kuyruğunun peşinden gitmişti.
Balina deyince hepimizin aklına okyanuslar geliyor, dünyanın bu en büyük canlılarını en büyük denizlere yakıştırıyoruz. Türkiye'de insanların çoğu kendi kıyılarının biraz açığında balinaların yüzdüğünden, yaşadığından habersiz.
Araştırma seferi, bu konuda bir farkındalık yaratmak bakımından bile çok önemli. Farkındalık önemli tabii, ama birçok sorunda insanların farkındalığın ötesine geçip çözüme doğru kulaç atmasını sağlamaya yetmiyor. Halbuki acilen çözüm gerektiren durumlar var.
Çünkü askeri sonar, sismik araştırmalar, deniz trafiğinin yarattığı sualtı gürültüsü, deniz memelileri için ölümcül sonuçlar yaratıyor. İspermeçet balinaları 1000 metreye dalabiliyor, bir saat su altında kalabiliyor. Görmeyi umduğumuz gagalı balinalar ise 3000 metreye bile dalabiliyor, iki saat bu derin sularda avlanabiliyor.
Bu hayvanlar için ses, denizin derinliklerinde ışık olmadığı için, aynı zamanda göz demek. Balinalar seslerini bir sonar gibi kullanıyor; avlarını, eşlerini, dostlarını, yönlerini böyle buluyor, yırtıcı düşmanlarını böyle saptıyorlar. Gelgelelim, askeri sonarlar gibi yüksek ses kaynakları bütün doğal sesleri örtüyor, bastırıyor.
Sonar 1950'lerde denizaltıları saptamak için geliştirilmiş bir teknoloji. Ses dalgaları gönderip denizi tarıyor. En yüksek sesli rock konseri 130 desibel düzeyindeyken, askeri sonarın ses dalgası 235 desibel.
Üstelik su, havadan 1500 kat daha yoğun, ayrıca ses suda, havadakinden beş kat daha hızlı yol alıyor. Dolayısıyla, askeri sonarın ses dalgası yüzlerce mil öteye ulaşıyor; hem de 300 mil sonra bile hala 140 desibellik bir yoğunlukla.
Askeri sonar meselesi açıldığında, deniz memelileri konusunda dünyanın önde gelen bilginlerinden Jonathan Gordon, "Bu hayvanlar sese karşı çok hassaslar, özellikle gagalı balinalar" demişti.
St. Andrew Üniversitesi'nde görevli Gordon, sefer öncesinde, akustik uzmanı Patrick Lyne'le bareber iki günlük bir eğitim vermişti.
Deniz Memelileri Araştırma Derneği'nin kurucusu ve bu seferin de lideri Aylin Akkaya Baş, "Son beş yılda iki gagalı balina karaya vurdu; öncesinde alanda yoğun deniz trafiği ve askeri tatbikatlar vardı. Yine de ölümlerin arkasındaki asıl nedenin kesin olarak anlaşılması için detaylı araştırmaların yürütülmesi gerekli" diye desteklemişti Jonathan'ı.
Askeri sonarın balinaları ölüme, intihara ve karaya sürüklediği 2000 yılından beri küresel ölçekte hararetle tartışılıyor. Mart 2000'de dört türden 17 balina Bahamalar'da karaya vurmuştu.
Araştırmacılar yıllardır kaygılarını dile getirip durdu. O gün bugün belgelenmiş kıyıya vurmaların neredeyse tamamı donanma faaliyetleriyle bağlantılı.
Nihayet Ocak 2019'da bilim insanları, kitlesel balina ölümlerinin önüne geçmek için askeri sonarın yasaklanmasını talep etti.
İşin aslı, biz insanlar silahların üzerimize sıkılmasını, topların, bombaların üstümüze atılmasını savaş sayıyoruz; askeri tatbikatlar ("savaş oyunları" da deniyor ya bunlara), milli savunma / güvenlik faaliyetleri, sınırları koruma çabaları ise barış dönemi işleri olarak görülüyor.
Yunanistan'la Türkiye savaş halinde değil mesela, ama birbirlerinin denizaltılarını gözlüyorlar sonarla; sınırı geçip geçmediklerini ya da bir saldırıya kalkışıp kalkışmadıklarını tespit etmek için!
NATO 10 ülkenin katıldığı kapsamlı tatbikatlar yapıyor Akdeniz'de. Bizim barış dönemimiz, barışı koruduğunu düşündüğümüz askeri faaliyetlerimiz hayvanlar ve öbür canlılar için düpedüz birer savaş oysa. Aslında savaş bile değil, çünkü onlar saldırgan karşılık vermez, ölürler veya kaçarlar. Dolayısıyla, bizim barışımız bile aslında barış değildir, bizim barışımız bile hayvanlar için katliamdır, tür kıyımdır...
Askeri sonarın doğrudan fizyolojik etkileri hala net olarak bilinmiyor, ama organizmanın hava keseciklerini bozduğu, ses arttıkça hücrelerin yapısal bütünlüklerini koruyamayıp çöktüğü düşünülüyor.
Askeri tatbikatlar sonrasında saptandığı üzere, bazen göz ve kulaklarda kanamalar görülebiliyor. Askeri sonar, hayvanların davranışlarında değişikliklere yol açıyor, daha doğrusu onları böyle değişikliklere zorluyor: sesten kaçmak için ani derinlik değiştirmek gibi. Bu değişiklikler de hayvanlarda rahatsızlıklara neden oluyor.
İspermeçet balinaları derin suları, dik eğimli denizaltı vadilerini sevdiği için yaklaşık 1000 metrelik bir derinlik çizgisi boyunca seyrediyorduk.
İlk günün akşamı çökerken hava da kapıyordu. Ekip ikişer saatlik nöbetlere göre kamaralarına çekilip uykuya koyuldu. Sinan Kaptan dümen başında. Ben de kamaraya inip iki kişi yarım yatağa sığmaya çalışmaktansa dümenin bulunduğu havuzluktaki kanepede uyku tulumuma girip uyumayı yeğledim.
Sabaha karşı 04.00 gibi yağmur başlayınca uyandım; tente yağmuru kesemiyordu artık. Rüzgâra karşı ilerliyorduk ve dalga tekneyi dövüp duruyordu. Gün doğumuyla birlikte hava sertleşmişti. Deniz de... Askeri sonar yine işbaşındaydı. Uzaklarda üç beş yunus görünür gibi oldu, hepsi o kadar.
Bütün gün boyunca dalgayla rüzgâr tekneyi, mürettebatı öyle dövmüş, öyle sersemletmişti ki, Sinan Kaptan uymamız gereken bir program olmasına rağmen, geceyi Finike marinasında geçirmeyi önerdi. Bilim ekibi kendi arasında bir değerlendirme yapıp Sinan'ın önerisine razı oldu. İkinci geceyi de teknede geçirmek çok yıpratıcı olacaktı.
Üçüncü günün sabahı erkenden denize açıldık. Hava biraz ılımanlaşmış, deniz biraz durulmuştu. Bütün bu tanımlar hep biz insanlar için kuşkusuz. Ekipten birkaç kişiyi deniz tutmuştu örneğin, hatta biri Finike'de ayrılmak zorunda kalmıştı, ama deniz ne kadar çalkantılı olursa olsun bir ispermeçetin dengesi bozulmaz, midesi bulanmaz.
Oysa biz insanların sualtındaki faaliyetleri su canlıları, deniz memelileri için bulantıdan çok daha vahim sonuçlara neden oluyor. Bu faaliyetlerin en önemlilerinden bir başkası, petrol bulma amaçlı sismik araştırmalar da, deniz memelileri için denizleri cehenneme çeviriyor.
Sismik sondaj için hava tabancaları kullanılıyor. Bu tabancalarla sıkıştırılmış hava deniz tabanına gönderiliyor. Bunun yarattığı şok dalgaları, askeri sonar kadar olmasa da, balinalar için ölümcül olabiliyor.
Bütün Akdeniz (Ege, Adriyatik gibi bağlı denizleriyle) sismik sondajlarla didik didik edilmiş durumda, hala da ediliyor. Şubat sonunda Türkiye de Kıbrıs'ın kuzeyinde sismik araştırmalara başladığını açıkladı mesela.
Kasım 2018'de ABD Başkanı Donald Trump da Atlantik okyanusunda sismik araştırmalara izin vermiş, doğa korumacıları ile hayvan hakları savunucuları, zaten tehdit altındaki deniz memelileri için riskin arttığını söylemişti.
Sismik araştırmaların deniz memelileri üzerindeki etkileri de yeterince incelenmiş bir konu sayılmaz, çünkü doğrudan fizyolojik zararları konusunda çelişkili gözlemler var, ama dolaylı etkileri saptanmış durumda.
İletişim, yön belirleme, yiyecek ve eş bulma, etrafı algılama, tehditleri fark etme melekelerinde zaaflar yaratıyor sismik araştırmalar. Geçici veya kalıcı işitme eşiği değişikliklerine yol açabiliyor. Yaralanmalara, organ yırtılmalarına, hatta barotravma (basınca bağlı travma) ölümlerine neden olabiliyor. En hafifiyle, kendi habitatından, yaşama ortamından göçe zorlanıyor bu canlılar.
Oysa Akdeniz'de yaşayan toplam sekiz tür balina bu denizi ev bellemiş asıl olarak; gidip Atlas Okyanusu'nda bir fink atıp buraya gelmiyorlar.
Geniş de olsa kapalı bir denizden bahsettiğimiz için, balinaların soyunun tükenmesi sorunuyla karşı karşıyayız Akdeniz'de.
Askeri sonar ile sismik araştırmaların dışında tehditler de var: deniz trafiği ve kirlilik, özellikle plastik kirliliği.
Her iki sorun bütün dünya için geçerli. Mart başında Filipinlerde kıyıya vuran bir gagalı balinanın midesinden 40 kilo plastik çıkmıştı. Türkiye kıyılarına vuran balinaların midesinden de plastik çıkıyor.
Deniz trafiği sorunu özellikle Ege Denizi'nde can alıcı. Trafiğin yoğun olduğu bu sularda her yıl en az bir ispermeçet balinası gemi çarpması sonucu can veriyor.
Araştırmacılar bu ölümlerin çok acılı olduğunu söylüyor. Kimi pervanenin açtığı derin yarıklar yüzünden ölüyor, kimi dışarıdan izi görülmeyen kırıklar yüzünden.
On yıllık bir araştırmaya göre, Akdeniz'de 1842 ispermeçet balinası var, bunların 1678'i denizin batı, 164'ü doğu bölümünde yaşıyor.
Balina ve yunus avcılığı 1986'dan beri yasak olduğu halde, Akdeniz genelinde türlerin nüfusunda azalma var.
Yasağa rağmen, İzlanda ve Norveç ile anlaşmanın hukuki boşluklarından yararlanıp bilimsel araştırma kisvesine bürünen Japonya balina öldürmeyi sürdürüyor. İzlanda önümüzdeki beş yıl içinde 2000 balina öldüreceğini açıkladı.
Ticari, siyasi, kültürel gerekçelerle yüzlerce, binlerce balina öldürmek kolay; fakat bu ölümlerin ekosistem üzerindeki etkilerini ölçmek çok zor.
Çağımızın önemli biyologlarından Amerikalı Edward Wilson, Half-Earth (Yarım Dünya) kitabında, bu etkileri tam olarak saptamamız, öngörmemiz imkansız olduğu için, doğada yapacağımız her hamleyi birkaç kez düşünmemiz gerektiğini öğütlüyor.
Ama ekolojik tehlikeler olmasa bile dünyanın en barışçıl hayvanlarından olan balinaları öldürmek, hayatı onlara zindan, dünyayı onlara cehennem etmek gibi bir ahlaki sorunumuz var.
Arada bir rüzgâr elverdiğince, motoru susturup yelkenleri açıyorduk. Üçüncü günün akşamına doğru Gelidonya burnu, Devecitası adası önlerine vardık.
Patrick büyük ölçekli bir haritadan bu bölgenin derinlik çizgilerini incelemiş, burunla adanın doğrultusunda açığa doğru bir sualtı kanyonu olduğunu saptamıştı.
Tam da o kanyonun uzandığı sular üstünde kırmızı harflerle yazılmış bir ibareyi gösterip "Ne yazıyor burada?" diye sormuştu. "Bomba atış sahası" dedim. İşte tam da oradaydık. Ama üçüncü gün artık askeri sonar susmuştu, tatbikatın sürdüğüne dair bir işaret de yoktu.
Ekip başı Aylin'in komutuyla dümeni dikine, o kanyona doğru kırdık. Rüzgâr sertti ve biraz yandan alıyorduk. Olsun, bu derin sularda belki balinaya rastlayabilirdik.
Aylin, "Antalya körfezi, Akdeniz genelinde çok nadir rastlanan gagalı balinalar için önemli habitat özelliğinde, mutlaka alanın korunması gerekir. Gagalı balinaları 2015-2018 arasında her sonbahar yavrulu olarak gördük" dedi.
Antalya körfezi açıklarında ispermeçet olmazsa gagalı balina görebilirdik yani! Ne var ki, bu umudumuz da suya düştü, keşke suya düşse… kurudu. Antalya körfezine dalıp, falezlere kadar inecektik artık.
Kaptan Sinan araştırmasını, hesabını yapmıştı, gayet uygun bir rüzgârı arkamıza alıp gece yarısına doğru Antalya kıyısına varacak ve dönecektik. Şansa bakın ki, rüzgâr da tam o sıralarda bizle aynı yöne dönecek ve yine arkamızdan esecekti. Tam da öyle oldu, motor gürültüsünden kurtulup saatlerce pupa yelken yol aldık.
Meğer bahara doğru da yol almışız; dördüncü günün sabahı gökyüzü parlak renkli, deniz sütlimandı. Güneşin ısıtan ışınları, ürpertmeyen bir esinti, uzaklardan gelen geçen birkaç gemi...
Balina yokluğu mevsimsel mi, başka faktörle**rden mi**?
Artık dönüyoruz, yine de bir tam günlük yolumuz var. Dönüş psikolojisine, havayla denizin ruhlarımıza doğru savurup durduğu tatil uyuşukluğu ile rehaveti de katıldı.
Aylin yine de belli derinlik çizgisini koruyarak seyretmemizde ısrarlı, zikzaklar yaparak ilerledik. Deniz öyle durgundu ki, bırakın balinayı, bir sardalya sırtını gösterse fark edecektik. Ama hayır.
Beşinci günün (18 Şubat) sabahı artık Marmaris'e yaklaşıyorduk. Hava ve deniz daha da güzel, daha da sıcaktı.
"Peki, ne çıktı bu araştırma seferinden; hiç balina göremedik?" diye sordum Aylin'e. Ön güvertede, ana yelkenin direğine dayanmış sohbet ediyorduk. "Kaşalot veya gagalı balina türlerine rastlamasak da araştırma alanının tamamında, özellikle geceleri yunusların seslerini kaydedebildik. Hiç balina saptayamamış olmamız da aslında bir veri" diye cevapladı.
"Ama benzer araştırmaları daha çok yapmak gerekiyor. Şimdi rastlamayışımız acaba mevsimsel mi, yani kışın bu sularda yaşamıyorlar mı, yoksa sonar gibi başka faktörler yüzünden mi? Bu sorulara cevap için yeni araştırmalar şart."
Araştırmanın da bir maliyeti var ve bir dernek için bunu karşılamak her zaman o kadar kolay olmuyor. Deniz Memelileri Araştırma Derneği, zamanının, enerjisinin bir kısmını da araştırma seferleri için fon aramaya ayırmak zorunda.
Bir bilgisizlik okyanusunun ortasında bu daha da zor. Mesela bu son araştırma gezisi WWF (Dünya Vahşi Yaşam Fonu) -Türkiye ve Rufford gibi küçük bütçeli kurumlar sayesinde gerçekleştirilebildi.
İnsanlar ülkelerinin sularında (bu da insan tanımlarından biri, hayvanlar niye sınır tanısın ki!) balinaların yaşadığından habersiz. Ama devlet de habersiz ya da balinaları varlık, zenginlik olarak görmüyor.
Türkiye'de doğa koruma alanları zaten pek az, denizler için daha da az. Beş Özel Çevre Koruma bölgesiyle bir tabiat parkı var sadece. Bu alanlarda foklardan, yunuslardan, caretta carreta'lardan (deniz kaplumbağaları) bahsediliyor, ama koskoca balinaların adı bile geçmiyor.
Bu durum karşısında böyle araştırmalar daha da önem kazanıyor. Farkındalık yaratmak, bilgi üretmek önemli tabii, ama Aylin bununla yetinmemek gerektiğini düşünüyor. "Balinaların yaşam alanlarını içine alacak deniz koruma bölgeleri oluşturmak gerekir."
Saat 10:00 gibi Marmaris koyuna girdik. Biraz yüzmek fena olmazdı. Ekip hevesliydi. Sinan Kaptan, "Ben de sizi aklı başında, mantıklı insanlar sanıyordum" dedi ve açıkta durdu. Soyunup dökülüp atladık. Su serindi. Ne güzeldi!..