PARİS (İHA) - Avrupa Birliği'nden sorumlu eski Delege Bakan Renaud Donnedieu de Vabres, "AB'ye katılmak isteyen ülkelerin reform çabaları takdirle karşılanmalı. Türkiye bu kategoriye giriyor" dedi. Avrupa Parlamentosu Üyesi Jean-Louis Bourlanges ise "Türkiye'ye tepeden bakan bir yaklaşımı kesinlikle onaylamıyorum" ifadesini kullandı.
Fransa Ulusal Meclisi'nde, Fransa-Türkiye Dostluk Komitesi tarafından "Avrupa'nın Geleceği ve Türkiye" konulu bir konferans düzenlendi. Konferansa UMP'den Meclis Dış İlişkiler Komisiyonu Başkan Yardımcısı ve Avrupa Birliği'nden sorumlu eski delege Bakan Renaud Donnedieu de Vabres, Avrupa Birliği'nden sorumlu eski delege Bakan ve Sosyalist Parti Dış İlişkiler Sorumlusu Pierre Moscovici ile Avrupa Parlamentosu Üyesi ve UDF Dış İlişkiler Sorumlusu Jean-Louis Bourlanges konuşmacı olarak katıldı.
Donnedieu de Vabres, Avrupa konusundaki tartışmaların seçkinlerin tekelinden çıkarılması gerektiğini, bunun özellikle halk oylamasına varan konularda önem taşıdığını söyledi. Donnedieu, Türkiye'nin üyeliğinin siyasi bir karar gerektirdiğini ve ayrıntılı biçimde tartışılmasında yarar bulunduğunu vurguladı.
Avrupa Birliği'ne katılmak isteyen ülkelerin reform çabalarının takdirle karşılanması gerektiğini ifade eden De Vabres, "Türkiye bu kategoriye giriyor. Türkiye'ye 40 yıl önce siyasi bir perspektif verildi. Bu çeşitli zirvelerde teyit edildi. Aralık ayında Türkiye hakkında alınacak karar, Türkiye'nin bir sınava katılma hakkı olup olmadığına ilişkin bir karar olacak. Sınava girmeye hak kazanmak ile sınavın sonuçları arasındaki ayrımı iyi yapmak gerekir" diye konuştu.
"OSMANLI'YA HAYRANIM" UDF üyesi olan Jean-Louis Bourlanges ise "Öncelikle, Türkiye'ye karşı büyük bir hayranlık beslediğimi söylemek isterim. Bu hayranlığım, Atatürk döneminden çok Osmanlı İmparatorluğu dönemiyle ilgilidir. Osmanlı İmparatorluğu, yüzyıllar boyunca Orta Doğu'yu ciddi bir sorun çıkmadan idare etmeyi başarmış, bölgede barışı sağlamış, Yahudi ve Hıristiyan topluluklara uygarca davranmıştır. Bu nedenle Türkiye'ye tepeden bakan bir yaklaşımı kesinlikle onaylamıyorum" diye konuştu.
Bourlanges, "Max Weber ve Raymond Aron'un takipçisi olarak sorumluluğu savunan bir kişiyim, bu nedenle ortaklık anlaşmasının 28. maddesini AB açısından gerçek anlamda bir yükümlülük içeren bir metin olarak görmesem de, 1999 Helsinki Zirvesi'nde Türkiye'nin AB üyelik vokasyonu bulunduğu yönündeki ifadeler bir yükümlülük içermektedir. Zira vokasyonu bulunduğu demek, Türkiye'nin er geç AB'ye girebileceği anlamına gelir. Helsinki kararı sonrasında Türk Devleti önemli reformlar yaptı" dedi.
"Türkiye'nin bir Avrupa ülkesi olduğunu değerlendirmeli miyiz?" sorusuna Bourlanges, "Önce Avrupa'nın tarihini düşünmemiz gerekmektedir. Avrupa'nın kuzey ve batı sınırları coğrafidir. Güney sınırı ise tarihi-kültüreldir. Bir iç deniz olan Akdeniz coğrafi bir sınır oluşturamaz. Avrupa, uzun bir süreç çerçevesinde üç boyutun, siyasi, dini ve bilimsel boyutların birbirinden ayrılmasıyla oluşmuştur. Türkiye'nin Irak ve İran'dan geçen sınırlarını Avrupa'nın sınırları olarak kabul edecek miyiz?" şeklinde cevap verdi.
Sosyalist Parti Üyesi Pierre Moscovici, 2004 yılının en önemli konularından birinin Türkiye hakkında alınacak karar olacağını, 1999 yılında kararı verenlerin diplomatlar olmadığını, o sırada AB'den sorumlu delege bakan olarak konuyu yakından izlediğini, Cumhurbaşkanı Chirac ile Başbakan Jospin'in, kendisinden Helsinki Zirvesi öncesinde Türkiye ve Yunanistan'a giderek ilgili bakanlarla görüşmesini, fikirlerini almasını istediklerini, 1999'da Türkiye'nin adaylığının tanınmasının Yunanistan'ın tutumunu değiştirmesi sayesinde mümkün olduğunun da unutulmaması gerektiğini, daha önceki yıllarda Yunanistan'ın engeli nedeniyle bu konuda ilerleme sağlanamadığını, dolayısıyla Helsinki kararının bilinçli bir siyasi hareket olduğunu ileri sürdü.
"KOŞULLAR YERİNE GELİNCE TÜRKİYE'YE EVET DENİLMELİ" Helsinki'de Türkiye'nin 'Avrupa vokasyonu' olduğuna değil aday olduğuna karar verildiğini vurgulayan Moscovici, tutumum, partisinin tutumuyla aynı olduğunu ve koşulları yerine getirdiği takdirde Türkiye'ye evet denmesini savunduğunu, bu koşulların, Türkiye'de olumlu gelişmelerin görüldüğü, demokratikleşme, serbest piyasa ekonomisi ve AB müktesebatına uyum olduğunu, siyasi alanda, Türkiye'nin genel anlamda insan haklarına uyum sağlaması, rejiminin demokratik olması, yani hükümet ile Silahlı Kuvvetler arasındaki ilişkilerin normale dönmesi gerektiğini, rejimi askerlere dayanan bir ülkenin Avrupa Birliği'ne kabul edilmesi sözkonusu olamayacağını öne sürdü.
Türkiye'nin Paris Büyükelçisi Uluç Özülker ise Türkiye'nin Kopenhag kriterlerini yerine getirme durumu hakkında açıklamalarda bulunarak, 1963 Ortaklık Anlaşması'nın Türkiye'ye üyelik perspektifi verdiğini, bunun da Roma Antlaşması'nın Avrupa ülkelerine ilişkin 237 ve 238. maddelerine dayandığını, ayrıca anlaşmanın giriş bölümünde bu hususun açıkça belirtildiğini vurguladı.
Türkiye'nin özel statüye razı olamayacağını kaydeden Büyükelçi Özülker, esasen 1963'ten beri bir özel statüde bulunduğunu ve halen Gümrük Birliği çerçevesinde AB'nin dış ticaret mevzuatını söz sahibi olmadan uygulamak durumunda olduğunu, bu nedenle tam üyelikten başka bir seçenek olmadığını, öte yandan Türkiye'nin serbest ekonominin gereklerini yerine getirdiğini, 1 Mayıs'ta birliğe katılacak ülkelerden birçoğunun AB ile gümrük birliği deneyiminin ne olduğunu bilmemesine karşılık Türkiye'nin 8 yıldır bu ilişkiyi sürdürdüğünü ifade etti.