Kalbi Ege’nin aydın ve sıcak insanlarıyla atan bir kasaba burası. www.gezgindunyasi.com’un bu güzel etkinliği ve gezi boyunca bize destek veren Ayvalık’ın güzel insanlarıyla benim de kalbim Ege’de atıyor.
Kuzey Ege’nin en güzel durağında, “rüzgarlı şehir” Ayvalık’ta iniyorum otobüsten. Denizden karaya doğru esen poyraz Ege’nin kokusunu sokaklara taşıyor. Pembeli beyazlı zakkumların arasında ilerliyor, kıvrılarak uzayıp giden dar sokakların içinde buluyorum kendimi. Yürüdükçe hayret ediyorum gördüğüm evlerin güzelliğine. Daracık sokaklarda tüm heybetleriyle belli ki yıllardır varlıklarını sürdüren bu taş evler nasıl ayakta kalmış şaşırıyorum. Bazı yerler kendini koruyor sanırım. Bozulmamak için direniyor. Burada direnmeyecek de nerede direnecekler?
Birbirine yaslanır gibi, uyum içinde etrafımı saran taş evlere Rum evi dendiğini sanıyordum ama gerçek öyle değilmiş. Evler Rum ustaları tarafından inşa edilmiş olsa da benzerleri herhangi bir Ege adasında ya da Yunanistan’da yok. Gerçek bir sentezin ürünü bu evler. Ayvalık yöresinin malzemesi olan sarımsak taşıyla inşa edilmiş “Ayvalık evleri”.
Ortası çökük taş sokaklarda büyülenerek ilerliyor, gördüğüm en güzel taş evin içine giriyorum. Kapısındaki şirin tabelayı görünce buranın bir ev değil, heybetli bir konak olduğunu anlıyorum: Macaron Konağı. Çarşı içinde yer alan bu konak, ince düşünülmüş detaylarla dolu, sahipleri tarafından zevkle döşenmiş bir otel.
Konakladığınız yer, tatilinizin en önemli kısmıdır aslında. Yatmadan yatmaya gidiyor olsanız bile, orada mutluysanız tatiliniz de iyi geçer. Bu otantik konağa girer girmez özel bir yerde olduğumu anlıyorum. Güler yüzlü sahipleri Serap Hanım ve Yavuz Bey, uzun yoldan gelmiş akrabalarını karşılar gibi büyük bir sıcaklıkla karşılıyorlar beni ve arkadaşlarımı. Gösterdikleri samimiyet Ege’de olduğumu bir kez daha hatırlatıyor. Çarşı içindeki bu tarihi konakta kaldığım her gecenin sabahında, bembeyaz çarşaflı, huzurlu odamda uykumu almış, mutlu bir şekilde uyanıyor, yapacağım inanılmaz Ege kahvaltısının hayalini kurmaya başlıyorum.
A photo posted by Macaron Konagi (@macaronotel) on
Rum kimliğini yüzyıllardır koruyan Ayvalık’ta, mübadele sonrası Girit ve Midilli’den göçen Türkler, Ayvalık’ın yeni sakinleri olarak kendi kültürlerini yaşatmışlar. Ayvalık’a yeni gelenler desen, onlar da sanatı, doğayı, insanı, hayvanı seven insanlar. Yüzlerce yıl sürmüş kardeşçe yaşantının sembolü olan kentin ahenk içindeki sokakları da bunu kanıtlıyor zaten. Ayvalık’ın eski sakinlerinden olan Boşnaklar ise, yüzyıllardır zengin kültürlerini yaşatmaya devam etmiş, Ayvalık’ı Ayvalık yapan değerleri yaratmışlar.
Otelimizden çıkıp etrafı keşfetmeye karar veriyor ve bu değerli insanlardan biriyle tanışıyoruz: İzzet Durko. Yıllardır her sabah köy pazarına gidip aldığı en taze otlarla Ayvalık’ın en lezzetli zeytinyağlılarını yapan Durko, Ayvalık Paşa Çorba Salonu’nun sahibi. Ege’den başka bir yerde bulamayacağınız yemeklerle her gün dükkanını açıp akşam olmadan bu yemekleri bitiriyor, akşam 5-6 gibi de kapatıyor.
Esnaf lokantaları, Ayvalık’ın en güzel yönü. Dillere destan kabak çiçeği dolması, mübadele zamanında Ayvalık’a gelen adalıların getirdiği Ada Köftesi, sevmeyene pırasayı sevdiren pırasa kavurma, kül suyu kalburabastı tatlısıyla bu küçük esnaf lokantası, gerçekten özel bir yer. Ege’nin mis gibi zeytinyağıyla yapılmış birbirinden lezzetli ve hafif yemeklerinden yiyor, keşfetmeye devam etmek istiyoruz hemen.
Gezindikçe pek çok eski kilise, yeni cami görüyoruz. Ayvalı'taki camilerin hepsi aslında kiliseymiş. Bir bakıyorum çan kulesi duruyor, yanına bir minare yerleştirilmiş. Ama öyle İstanbul’da gördüğümüz kötü restorasyonlar gibi değil, kilisenin dokusuna uygun yerleştirilmiş bu minareler.
Daha önce başka bir örneğini görmediğim Greek Ortodoks Kilisesi Taksiyarhis’e giriyoruz. 1844 yılında inşa edilmiş, uzun yıllar Tekel deposu olarak kullanılmış bir kilise burası. Tavanlarındaki resimlere hayran olup serinliğinde tatlı yorgunluğumuzu dindirdikten sonra devam ediyoruz yolumuza.
Ayvalık, şehirli insanın hayallerinin gerçek olduğu yer. Kültüre değer veriliyor, etrafta çarpık binalar değil bakmaya doyamadığınız mimari örnekleri var. Denizine havasına diyecek söz yok. İşinden arta kalan az vakitte evde bilgisayarından film izleyerek kültürlenen, bir güzel binaya, biraz yeşilliğe, temiz havaya hasret olan biz şehirlilerin burayı görünce geri dönmek istememesi de bundan. Kvcii’nin sahibi Aydın Böke de Ayvalık’ı bulup bırakamayanlardan. Şehirdeki işini bırakıp Ayvalık’ın tenha sokaklarından birinde rastladığı 100 yıllık taş eve aşık oluyor ve bu güzel evi çok şık bir kahveciye dönüştürüyor.
A photo posted by kvcii Best CoffeeHouse in Town (@kvcii.ayvalik) on
Lezzetli kahvesinin ve kendi elleriyle yaptığı gerçek cheesecake’in namı kısa sürede dilden dile yayılmış olacak ki bu tenha sokak bir anda canlanıveriyor, yeni insanlarla, yeni mekanlarla dolup taşıyor! Tarihe, insana ve yaptığı şeye bu kadar değer veren insanlarla tanışmak bizi mutlu ediyor ve hayatın anlamını bir kez daha sorgulatıyor.
Güneş batmaya yakınken Şeytan Sofrası’na doğru çeviriyoruz yolumuzu. Volkanik bir yapılanma sonucu oluşmuş düzlük bir tepe Şeytan Sofrası. Cunda, adalar olduğu gibi önümde. Şeytan Sofrası’nın ünlü şeytanın ayağı efsanesine ne kadar inanırsınız bilmem ama Ayvalık’taki en güzel manzaraya şahit olacağınız kesin. Mümkünse buralara bisikletle gidin, yolda istediğiniz yerde durun, fotoğraf çekin.
Arabayla Gidebildiğiniz Bir Ada: Cunda
Şeytan Sofrası'ndaki büyülü gün batımının rüyasını görüyor ve tertemiz havada uykumu almış bir şekilde kalkıyorum erkenden. Macaron’da Ege’nin gerçek incisi lezzetli zeytinlerle, taptaze otlarla kahvaltımı yapıp iki adım ötede, çarşının içindeki bit pazarına koşuyorum. Bit pazarının raconu budur, güzel bir şeyler yakalamak istiyorsan erkenden gidip karıştıracaksın tezgahları. Pazarın içinde yürüdükçe zaman mefhumunu yitiriyorum, yüzyıllar öncesinin Ayvalık sokaklarında atmaya başlıyorum adımlarımı.
Pazar boyunca sağlı sollu gördüğüm dükkanların içine giriyor ve fark ediyorum ki buralar dükkan değil, eski depolar! Çarşı denize oldukça yakın, ticari yapılar da denize yakın yapılıyor ki dünyanın en güzel zeytinleri, zeytinyağı ve sabunları buradan gemilere yüklensin, dünyanın dört bir yanına dağılsın. Birbirinden değerli antikalara dolu bu depolarda Ayvalık’ın geçmişinin izlerine rastlıyor, selamlaşıyorum onlarla. Sokağın güzelliğini, gelip geçen insanları izleyip tarihi koklamak için Cafe Caramel’e oturup soğuk bir limonata söylüyorum kendime. Bir içeri giriyorum ki burası da birbirinden değerli eski eşyalar ve antikalarla dolu, şirin mi şirin bir yer. Nasıl de zevk sahibi bu Ege insanı, diye geçiriyorum içimden.
Kendimizi yeşilliğin ortasına atmak istiyor ve biraz yol kat edip Kozak Köyü’ne gidiyoruz. Zeytin, zeytinyağı ve zeytinden inanılmaz kozmetik malzemeleri üreten Gümüşlü markasının yaratıcısı İbrahim Çolak, engin bilgisiyle rehberlik ediyor bize.
Bergama’nın bir köyü olan Kozak, Türkiye’nin fıstık çamı bölgesi. Kozak’taki üstü bombeli fıstık ağaçlarını görüp kendimizi bir masal diyarında sanıyoruz. Bu masalsı yolda sağlı sollu uzanan ağaçları geçtikten sonra köyün ünlü tatlısını yemek üzere, yine ağaçlıklar altında bir yere giriyoruz.
Çınar Restorant’ta bal, pekmez, çok az şeker ve çam fıstığından yapılan meşhur tatlıdan yiyip köy havasını içimize çekiyoruz. Bu köyde çaya bile çam fıstığı katılıyor! Ayvalık’a sadece denize girmeye gelmeyin, buranın keşfedilecek cennet gibi köyleri, ünlü lezzetleri, insanı seven insanların işlettiği güzel mekanları var.
Tarihi 15. Yüzyıla Dayanan Bir Yeniçeri Köyü: Yeniçarohori, Küçükköy
Eski Türk filmlerinde yaz tatillerinin geçtiği, Ayşecik’in içinde koşturduğu, Hayat Sevince Güzel filminde havuzunu gördüğümüz bir otel vardır, orası neresi biliyor musunuz? Ayvalık Murat Reis Otel. Akşam yemeği için buraya gidiyor ve gün batımını izlemek için terasa çıkıyoruz. Göz kamaştıran bir manzarada mis gibi havayı içimize çekiyoruz. Çimlerle düzenlenmiş terasta otel misafirleri sabah erkenden gelip yoga yapıyor, mavi bayrak almış tertemiz denizde serinliyormuş.
Terastan aşağı baktığımda mavi bayrağını hakeden inanılmaz bir sahil ve parıldayan bembeyaz kumlar görüyorsunuz. Hayatımda böyle bir kum görmedim! Görmemem normalmiş meğer: otelin basmaya kıyamayacağınız güzellikteki kumları Mısır’dan geliyormuş! İncecik kumları avucuma alıp akıtıyorum parmaklarımın arasından. Türkiye’nin en güzel, huzurlu sahillerinden biri burası. İstanbul’a yakın bir alternatif ve biraz lüks arayan herkesin atlayıp gelebileceği güzel bir otel.
Deniz, güneş, cennet gibi köyler, tarih, kültür ve lezzetli yemekler; burası gerçekten de yaşanılacak yer! Ayvalık’ın vaat ettikleri o kadar çok ki, insan sıralarken bile şaşkınlığa düşüyor. Bir de gidip deneyimlemeyi düşünün! Bir sonraki yazımda Gezgin Dünyası ekibiyle Ayvalık’ın göz bebeği Cunda’ya doğru yol alacağız. Macaron Konağı sahipleri Serap-Yavuz Tuncay'a, Ayvalık Turizm Geliştirme Birliği Genel Sekreteri ve İstanbul Pansiyon İşletmecisi Ümit Özgültekin'e ve Ayvalık Belediye Başkanı Rahmi Gençer'e sonsuz teşekkürler!