YURTHABER

Bize Ulaşın BİZE ULAŞIN

"türkiye’nin Uçak Krizindeki Politikası Doğru"

Hasan Kalyoncu Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd....

Hasan Kalyoncu Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Serdar Erdurmaz, Suriye’nin düşürdüğü uçakla ilgili Türkiye’nin uyguladığı dış siyaset politikasının doğru olduğunu söyledi.

Hasan Kalyoncu Üniversitesi İktisadi, İdari ve Sosyal Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ali Serdar Erdurmaz, Türkiye’nin uçak krizindeki politikasının doğru olduğun söyledi. Erdurmaz, konuyla ilgili yayınladığı makalede şunları yazdı:

"Türkiye, Suriye tarafından düşürülen uçak ile ilgili ferdi olarak fevri bir karşılık verme yerine ağır başlı bir şekilde olayı değerlendirerek BM, AB ve NATO gibi uluslararası kuruluşların devreye girmesini sağlama yoluyla haklılığını tescil ettirerek, gerekli desteği sağladıktan sonra uygun tepkiyi göstermeyi seçmiştir. Bu tavır, mevcut kriz ortamında ortaya çıkan hadisede Suriye’nin Rusya, Çin ve İran nezdinde müşkül duruma düşmesini sağlayacak ve yalnızlığa itilmesini sağlayacak sonuçları da beraberinde getirmesi açısından olumlu bir yaklaşım olarak ele alınmalıdır. Nitekim İran’ın olay karşısında itidal telkin etmesi, Suriye’yi destekler manada bir çıkış yapmaması Türkiye’ye karşı olumlu bir tutum içinde olduğunun diplomatik bir ifadesi olarak görülmektedir. Rusya ve Çin halen sessizliğini korumaktadır. Türkiye uçağın uçuş niyet ve maksadı, silah yükü durumu konusunda gerekli raporları hazırlayarak, uçağın ne zaman ve nasıl vurulduğuna dair gerekli bilgileri derlemiştir. Buna göre uçak, Malatya’dan havalandıktan sonra, kısa bir süre Suriye hava sahasına girmesini müteakip kendi radar üssümüz tarafından ikaz ediliyor. Bunun üzerine uçak derhal ihlal dışına çıkıyor ancak, Suriye kıyısının 13 deniz mili açığında uluslararası sahada uçarken muhtemelen Suriye’de konuşlu bir Rus uçaksavar füzesi ile vuruluyor ve bir süre düzensiz uçuş yaptıktan sonra Suriye sınırına 8 deniz mili mesafe içinde, diğer bir değişle Suriye karasuları içine düşüyor. Bilindiği gibi, bir ülkenin karasuları sahilden itibaren 12 deniz miline kadar olan alanı kapsamaktadır. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, bir haber kanalında yaptığı açıklamada, ‘uçağın silahsız, tek başına uçan, kimliğini gizlememiş açık bir uçak’ olduğunu ifade etmiştir. Şam yönetiminin ortaya koyduğu, ‘kimliği belirsiz bir uçağın Suriye hava sahasına girmesi üzerine, uçak hava sahası içindeyken harekete geçtiklerini ve ‘bir düşmanlık amaçlamadan’, egemenlik haklarını kullandıkları’ iddiasının doğru olmadığını belirtmiştir. Suriye’nin açıklamalarında doğru olan kısım; uçağın kısa bir süreliğine bu ülkenin hava sahasını ihlal ettiğidir. Bunun dışında ileri sürdükleri diğer iddiaların doğru olmadığı ve Suriye’nin uçağı belirlemesinin ardından angajman kurallarını ihlal ederek, herhangi bir ikaza gerek görmeden uluslararası hava sahasında seyreden uçağın düşürülmesi için düşmanca bir tavırla hareket ettiği gerçeği ortaya çıkmaktadır. Suriye tarafından gerçekleştirilen bu hareketin aslında emir komuta zafiyetini de ortaya koyduğunu söylemek doğru bir yaklaşım olacaktır. Eğer uygun süreç işletilseydi; angajman kuralları gereği bir defa yapılan bu ihlalin tekerrürü olmadan ve gerekli uyarı ve önleyici tedbirler alınmadan düşürmeye yönelik bir eyleme dönüşmesi gerçekleşmezdi. Bu tam bir emir komuta ihlali ve başıbozukluğu ifade etmektedir. Muhtemelen daha üst komutanlıklara bu konuda gerekli bilgi aktarılarak emir alınmadan keyfi olarak inisiyatif kullanılmıştır. Sonuç, Şam’da bulunan siyasileri oldukça sıkıntıya sokan bir durum yaratmıştır. Nitekim olayı tam incelemeden haklılıklarına dair alelacele yapılan açıklama bu durumu bir nebze teyit etmektedir. Türkiye dışişleri, bu değerlendirmelerin ardından Suriye’ye her türlü hakkımızın mahfuz tutulduğunu belirterek nota vermiştir. Bunun yanı sıra Türk Dışişleri BM Güvenlik Konseyi üyeleri, NATO, Arap Birliği üyeleri gibi yirmiye yakın ülke yetkilileri ile görüşerek durumu açıklayarak, haklılığımızı anlatmaya çalışmıştır. Arkasından ABD, İngiltere, İspanya gibi birçok ülkeden Türkiye’yi destekleyen bildiriler gelmeye başlamıştır.”

TÜRKİYE NE YAPMAYA ÇALIŞMAKTADIR?

“Türkiye ne yapmaya çalışmaktadır?” sorusuna da açıklık getiren Erdurmaz, “Türkiye’nin önünde genel olarak iki hareket tarzı bulunmaktadır. Birincisi, Ankara’nın çok fazla düşünmeden, birçok Türk insanının düşündüğü gibi, ‘bizde derhal gidelim Suriye’nin şurasını, burasını vuralım’ tavrını uygulamaya yönelik askeri darbe planını yürürlüğe koyması ve kimseye danışmayarak uygulamasıdır. Bu hareket tarzı genel olarak İsrail’in, zaman zaman da ABD’nin Afganistan, Pakistan üzerinde halen sürmekte olan sıcak çatışma bölgelerinde uyguladıkları bir yaklaşımdır. Bu örnekte önemli olan husus şudur: uygulama yapılan alanda zaten bir şekilde askeri çatışmalar sürdürülmektedir. Alınan kararın süratle uygulanması çatışma şartları ve kuralları içinde olduğundan yansımaları o şartlar içinde değerlendirilmektedir. Çatışma bölgesi olarak addedilen bölgelerde doğal olarak süratle askeri bir karın uygulanması gerekmekte ve buna göre gereği yapılmaktadır. İkinci hareket tarzı ise, olayın soğukkanlı bir şekilde değerlendirilmesi ile haklılığımızı ortaya koyacak kanıtların ortaya çıkartılarak, Suriye’yi destekleyen Rusya, Çin ve İran gibi ülkeler dahil bütün etkin ülkeler ve uluslararası örgütler bazında faaliyete geçerek, onların desteğini alarak, uluslararası hukuka uygun bir şekilde hareketle bir sonuca ulaşmaktır. Ankara, bu hal tarzını seçmekle aslında köklü dış siyaset tecrübesini işlevsel hale getirmiştir. Bu suretle, Türkiye, Esad yönetimini uluslararası örgütler nezdinde alınacak kararlarla yalnız bırakabilecektir. Hatta Suriye, destekçileri nezdinde dahi ‘bu konuda yapabileceğimiz fazla bir şey yok’ çıkışı ile karşılaşabilecektir. Türkiye, BM’den alacağı destekle ‘meşru müdafaa’ hakkını hukuksal anlamda teyit ettirecektir. NATO ve AB üyelerinin desteği ile daha güçlü bir konumda olacaktır. En önemlisi ise, halen herhangi bir çatışma ortamından uzak olan krizin makul, mantıklı bir şekilde, Ankara’nın çıkarları doğrultusunda yönlendirilmesi imkanı mevcut olabilecektir. Diğer bir değişle, Şam’ın karşısında, tek başına bir Ankara yerine NATO, AB ve BM desteği arkasında olan güç yer alacaktır. Bu gerekçelerle Türkiye, bir taraftan BM’lerden destek ararken, diğer taraftan NATO ve AB’ni devreye sokmaya çalışmaktadır. NATO’da yapılan girişimlerde yine sağduyulu hareket edilerek, geçerli gerekçeler oluşmadığından NATO anlaşmasının 5’nci maddesi yerine bir önceki madde olan 4’ncü madde gündeme getirilerek bir olağanüstü toplantı talep edilmiştir. Bilindiği gibi 5’nci madde özetle, ‘birimize yapılan bir saldırı hepimize yapılır kabul edilerek topluca karşılık verilir’ şeklindedir. 28 üyeli NATO içinde bu aşamada bu konuda bir konsensüs sağlanması zor olduğundan, 4’ncü madde gündeme alınmıştır. Buna göre, toprak bütünlüğü, siyasi bağımsızlığı ya da güvenliği tehdit edilen üye ülkeler, İttifak içinde danışma sürecini başlatabilmektedir. Ankara, Salı günü yapılacak toplantıda başta olayın uluslararası sularda meydana gelmesi olmak üzere teknik ve hukuki ayrıntıları üye ülkelere aktararak, bu maddeyi işletmeye çalışacaktır. Toplantının ardından Genel Sekreter Anders Fogh Rasmussen'in bir açıklama yaparak NATO'nun tepkisini ortaya koyması beklenmektedir. Dün Lüksemburg’da toplanan AB Dışişleri Bakanları, yapılacak NATO toplantısına hazırlık olmak üzere Suriye konusu ana gündem olarak görüşmüştür. Yapılan toplantıda Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu olayla ilgili detaylı bilgileri aktarmıştır. Sonuç olarak, Suriye'yi kınayan ve taraflara itidal telkin eden bir karar çıkmıştır. Bu toplantıda NATO üyesi olmayan AB üyesi ülkelere gerekli bilgiler aktarılmıştır. Bu suretle müştereken hem NATO ve hem de AB üyesi olan ülkeler dahil bütün ülkelerin konu hakkında altyapısının oluşması sağlanacaktır. NATO’nun yeni konsept çerçevesinde bir derece sınanması olarak ele alınabilecek ‘case’ durumundaki olay karşısındaki tutumu NATO’nun gelecekteki güvenilirliği ve dayanışmasına örnek teşkil etmesi açısından son derece önemli sonuçlar doğuracaktır. Türkiye ABD, İngiltere, gibi ülkelerin doğrudan desteğini almıştır. Bunun yanı sıra NATO ve AB platformlarını harekete geçirmiş ve BM nezdinde faaliyete geçmiştir. Dışişleri Bakanı Davutoğlu BM Genel Sekreteri ile telefonla görüşmüş ve bir mektup yazmış ve Ban Ki Moon’a gönderilen mektupta haklılığımız açıklanmıştır. BM Şartının VII’nci bölüm 51’nci maddesi gereği Türkiye ‘meşru müdafaa’ hakkını saklı tutmaktadır. BM’in temel amacı, 1’nci maddede belirtildiği gibi, uluslararası barış ve güvenliğin sağlanmasıdır. Bu amaçları gerçekleştirmede geçerli ilkeler de madde 2’de belirlenmiştir. Buna göre, üye devletlerin anlaşmazlıklarını, uluslararası güvenliği, adaleti ve barışı tehlikeye sokmadan, barış yolu ile çözeceklerini belirtmiştir. Devamında şöyle denmektedir: Tüm üyeler, uluslararası ilişkilerinde gerek herhangi bir başka devletin toprak bütünlüğüne ya da siyasal bağımsızlığına karşı, gerek Birleşmiş Milletler’in amaçları ile bağdaşmayacak herhangi bir biçimde kuvvet kullanma tehdidine ya da kuvvet kullanılmasına başvurmaktan kaçınırlar. BM Antlaşması’na göre, uluslararası sorunlar ya devletler tarafından, ya da BM Örgütü tarafından barışçı yollarla çözülecektir. Konuya bu açıdan baktığımızda BM’in kuvvet kullanımı konusunda oldukça cimri davrandığını görmekteyiz. BM’in bu aşamada Şam’a karşı bir Güvenlik Konseyi kararı çıkartmasının Rusya ve Çin’e rağmen son derece zor olduğu görülmektedir. Ancak, Türkiye bu müracaatı ile en azından konunun görüşülmesini, ‘meşru müdafaa’ hakkının teyit edilmesini ve Şam’ın biraz daha Rusya ve Çin açısından müdafaa edilemez duruma düşmesini sağlayan gerekçeleri oluşturabilecektir. Bu da Esad rejimine karşı olan güveni azaltıcı faktör olacaktır. Bunun yanı sıra yarın Türkiye’nin uygulayacağı bir karşı harekete karşı Rusya ve Çin gibi ülkelerin tepkilerine etkili olacaktır. BM Genel Sekreteri sorunun barışçı yollarla çözümü için her türlü desteğe hazır olduğu mesajını iletmiştir.”

Erdurmaz, makalesine şu sözlerle son verdi:

"Sonuç olarak Türkiye, dış siyaset tecrübesinin verdiği duyarlılıkla fevri hareket ederek elindeki avantajı olumsuzluğa dönüştürecek bir süreç içine girmekten kaçınmıştır. Olayın teferruatlı bir şekilde incelenerek, detaylı bilgilerin NATO, AB ve BM nezdinde paylaşılması Türkiye’nin meşru müdafaa hakkının geçerliliği konusunda gerekli desteği alması konusunda olumlu adımlar olacaktır. Bu aynı zamanda Ankara ile Şam’ı münferit olarak karşı karşıya getirme durumunu ortadan kaldıracak ve uluslararası tepkinin Şam’ın karşısında yer almasına ve müşterek yaptırımlar uygulanmasına neden olabilecektir. Esad rejimi, bu tür bir dayanışma ile daha da çıkmaza girecek ve mevcut desteğinde aşınmalar oluşacaktır. Türkiye, ‘meşru müdafaa hakkı’ ile gerekli her türlü tedbiri uygulayacağını uluslararası en üst düzeyde teyit ettirecektir. Bu aşamalara paralel olarak ülkemiz için önemli olan hususun Suriye’ye karşı haklılığımız teyit edildikten sonra, öncelikle tepkinin siyasi veya askeri vasıtalarla verileceği hususu üzerinde karar verilmesidir. Bu karar verildikten sonra uygulama detayları acele edilmeden belirlenerek kesin sonuç alıcı hareket tarzı uygulanabilir.”

Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz

En Çok Aranan Haberler