Yazısında, geçtiğimiz haftalarda İstanbul'da katıldığı bir konferansa da değinen Stephens, Ankara'nın Avrupa Birliği hedeflerinin hala taze olduğunun altını çizerken Ortadoğu'daki nüfuzlu, güvenilir ve bağımsız Türkiye profilinin Batı için daha faydalı olacağını söyledi.
İşte Stephens'ın makalesi:
"Türkiye Batı için bir kayıp değil, en azından şimdilik. Asıl olan Türkiye’yle ilişkilerdeki şartların değişmiş olması. Türkiye artık ABD ve Avrupa’daki birçok insanın hep öyle kalacağını umduğu ricacı ülke değil. Bambaşka bir ülke gibi görünüyor. Ekonomik açıdan canlı, siyasi açıdan kendine güvenli Türkiye, kendisine Batı’nın biçtiği rolün çok ötesine geçti.
Türkiye’yle ilgili son zamanlarda herkesin anlattığı bir hikaye var: Ülke kendi isteğiyle Doğu’ya dönüyor, İslamcılığı Batı demokrasisine tercih ediyor ve bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu’nun kontrolü altındaki bölgelerde yeniden lider olmak istiyor. Batı’nın terslediği Ankara kendi komşularıyla ilişkilerini tamir etmeye çalışıyor. Bölgesinde kendisini göstermek için ekonomik ve diplomatik fırsatlardan faydalanıyor.
Gazze’ye giden yardım gemisine İsrail komandolarının düzenlediği baskın sonucu dokuz Türk’ün hayatını kaybetmesi ve Ankara’nın İran konusunda Birleşmiş Milletler yaptırımlarına hayır oyu vermesi sonucu yaşanan kopuş bu hikayeyi destekledi. Varılan sonuç şuydu: İslamcı Recep Tayyip Erdoğan hükümeti Ortadoğu’nun liderliği için Avrupa’dan vazgeçiyor.
BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI'NDAN BU YANA BİR İLK
Bu gözlemlerde bazı haklı noktalar var. Erdoğan liderliğindeki iktidar partisinin bölgesel komşularıyla iyi ilişkiler kurduğu doğru. “Komşularla sıfır sorun” politikası çatışma tehditlerinin önüne geçerek bölgede prestij ve etki kazandı. Suriye’yle savaş riski sona erdi yerine vizesiz seyahat olanağı getirildi; Irak’la yaşanan gerginlik de siyasi diyaloga dönüştü. Türkiye’nin yeni bölgesel konumu ve Ankara’ya Fransa ve Almanya’nın liderlerinin gösterdiği hoşnutsuzluk gözle görülebiliyor.
İsrail’in geçen yıl düzenlediği Gazze Operasyonu’yla başlayan gerginlik ilişkileri tamir etmesi zor bir hale soktu. İsrail’in yardım filosuna saldırısının yarattığı öfke, siyasi sınırların dışına taştı. Geçtiğimiz günlerde bir yetkili bana bu olayla Birinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ilk kez Türk vatandaşlarının yabancı askerler tarafından öldürülmüş olduğunu ifade etti. İsrail’in can kayıpları için özür dilememesi de Türkler tarafından en az olay kadar kabul edilemez görülüyor.
Modern Türkiye’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün laik siyasi anlayışına bağlı olanlar hükümetin öfkeli söylemlerinden huzursuzlar. Bu gruplar İsrail’le yaşanan gerginliğin tehlikeli bir alt metni olduğunu ifade ediyor. Buna göre, Tel Aviv’e duyulan öfke Türkiye’nin Atatürk’ün mirasına veda etmesine yol açabilecek radikal İslam tehlikesini kontrolsüz bırakıyor.
DAVUTOĞLU VE HALİFELİK?
Hükümetin Gazze davasını savunması ve Hamas’la diyalogu desteklemesi, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun hiperaktif bölgesel diplomasi anlayışının bir sonucu. Bazıları, Davutoğlu’nun Arap halklarına yönelik yaklaşımlarının Osmanlı’nın halifelik dönemiyle ilgili rahatsız anıları uyandırdığını ifade ediyor.
ABD Savunma Bakanı Robert Gates, Avrupa’yı suçluyor. Avrupa Birliği, Ankara’nın üyelik başvurusuna ayak direyerek Türkiye’yi doğuya itiyor. Gates’in bir iki gün önce belirttiği gibi, eğer Türkiye’nin Batı’yla “organik” bir bağı olsaydı, yüzünü Doğu’ya dönmek için bu kadar hevesli olmazdı. Gates, AB’nin Türkiye’nin üyelik hayallerinin yıkılması konusundaki rolüyle ilgili haklı. Hatta Türkiye’nin en güçlü Avrupaseverleri bile sabırlarını yitirmek üzere. Sonuçta Ankara ilk üyelik başvurusunu yaptığından bu yana yarım yüzyıl geçti.
Ancak Gates, Türkiye’nin Doğu ile Batı arasında bir seçimle karşı karşıya olduğu ve Washington’ın son dönemde ilişkileri eskiye göre daha iyi yönettiği konusunda yanlış düşünüyor. Türkiye ile ABD ilişkileri, Ankara’nın 2003 yılında ABD’nin Irak işgaline destek vermeyi reddetmesiyle bozulmaya başlamıştı.
TÜRKİYE'NİN VERDİĞİ MESAJ ÇOK FARKLI
Geçtiğimiz günlerde, Chatham House düşünce kuruluşunun İstanbul’da düzenlediği konferansta politika yapıcılardan ve iş dünyasının liderlerinden aldığım mesaj Batı’da şu an yaygın olan söylemlere göre çok daha hafifti. Türkiye, Avrupa’ya sırtını dönmek şöyle dursun, bölgede artan etkisinin üyelik şansını artıracağına inanıyor.
Son zamanlarda AB hakkında övgüyle konuşulduğunu çok sık duymuyorsunuz. Türk siyasetçiler bir istisna. Erdoğan’ın bakanlarından biri konferansta AB’nin “tarihin en büyük barış projesi”, Türkiye’nin üyeliğinin sağlanması da “ulusal ve stratejik” bir amaç olduğunu söyledi. Dahası bakanlar Türkiye’nin BM Güvenlik Konseyi’ndeki İran yaptırım kararına karşı çıkmaktan da çok keyif almadıklarını ifade etti.
TÜRKİYE KENDİ POLİTİKASINI ŞEKİLLENDİRMEK İSTİYOR
Sonuçta benim İstanbul’da duyduklarımdan edindiğim izlenim şu oldu: Türkiye Batı’yla çatışmak değil, Soğuk Savaş’ın bitiminden 20 yıl sonra, artık kendi dış politikasını şekillendirmek istiyor. Bir zamanlar Batı’nın bir parçası olmak Washington’ın dediklerini yapmak anlamına geliyordu, bugün ise kendi çıkarlarına, fikirlerine ve haklarına sahip olmak anlamına geliyor.
ABD’de ve Avrupa’da bir grup insan için bu durum daha da sinir bozucu. Onların gözünde Türkiye Batı’nın masasına oturtulduğu için her zaman borçlu ve minnettar hisseden bir ülke olacaktı. İşin ironik yanı, bu yeni Türkiye eski itaatkâr haline göre Batı’ya çok daha fazla şey sunuyor. Ortadoğu ve Müslüman dünyasında güvenilirliği artan Türkiye, Batı’nın kaybetmemesi gereken Türkiye’dir