Nesil değiştikçe alışkanlıkları da değişiyor. Yeni neslin alışkanlıklarını doğru yakalayan ünlü senarist Bilal Babaoğlu İnternetten dizi yaparak Tv'lerde yakalayamadığı özgürlüğü burada yakalamayı hedefliyor. Kendisiyle bu konunun tüm bilinmeyenlerini ve TV’leri konuştuk. İki gündür bu özel röportajı sizlerle paylaşıyorum. Bugün röportajın son bölümüyle kaldığımız yerden devam edeceğiz. Röportajın sonuna konuyu merak edenlerden gelen birkaç soruyu ekledim. Röportajın yayınlanmasıyla şimdiden meraklıların ilgisini çekmeyi başaran Bilal Babaoğlu’na bu önemli bilgileri bizlerle paylaştığı için teşekkür ediyor yolu açık olsun diyorum.
Ve kaldığımız yerden röportajın son bölümüne devam edelim…
TELEVİZYONLAR HIZLA HEDEF KİTLESİNİ YİTİRİYOR
Türkiye’de izleyici profili çıkarırsak kaç çeşit izleyici profili çıkarırdınız, internet dizilerinin izleyicisi hangi profil içerisinde yer alır?
Bilal Babaoğlu; Kaç çeşit izleyici var bilmiyorum. Benim yazdığım dizileri annemler, kayınvalidemler ağlayarak izlerdi, babamlar ağlayan eşlerinin hatırına kâh ağlayarak, kâh onlara sinirlenerek izlerdi. Ablamlar biraz dalga geçerek, reklam aralarında gözyaşlarını saklayarak izlerdi. Kardeşim sadece özetleri izler hepsiyle de dalga geçerdi. Kardeşimgiller (25-15 yaş arası) internet kuşağı. Onlar sevdikleri dizileri yine netten atlayarak izliyor. Televizyon hızla kendi hedef kitlesini yitiriyor. Televizyonların ve reklam verenlerin ulaşmak istedikleri genel izleyici kitlesi (25-65 yaş arası) ile bir sonraki nesil arasında çok ciddi kuşak farkı var. Çok farklı zevkleri beğenileri var. Ailecek bir dizi izlemek çoktan hayal oldu. Yeni nesil aradığını bulamadığı halde dalga geçmek için televizyonu izliyor. Bu süreç fazla devam etmez. O hikâyelere kanmıyor artık. Bu neslin beklentilerini karşılayamazsak izleyicimizi el aleme ( Amerikan dizilerine) kaptırırız. Türkiye televizyonculuğu da henüz gelişmekteyken yara alır. Bu çok ciddi bir tehlike. Televizyon gittikçe içine kapanmakta, vasatlaşmakta ama tam tersi olması lazım. Bizim yaptığımız gibi internet dizileri popüler kültüre de çok önemli kanallar açar. Reklam verenler cesur olursa televizyonlar da cesur olmak zorundadır.
DİZİLERİN TEKTİPLEŞMESİNİN NEDENİ REKLAMA GETİRİLEN SINIRLAMADIR
BU OYUNU İZLEYİCİ BOZACAK
Çok önemli ve ses getiren projelerin içinde yer aldığınız için bu soruyu sormak istiyorum. Son dönem yapılan işlere baktığımızda eskisi kadar izleyiciyi sarmadığını görüyoruz. Çoğunlukla da bilindik şeylerin tekrarını farklı şekilde izliyoruz. Ya oyuncularla yenilenmiş eski bir hikâye ya da izlenmiş hikâyeye küçük makyajlar yapılıp yeniden sunulmuş hali. Bu durumun sebebi nedir? Türk senaristleri mi tükendi yoksa piyasada bir tekelleşme mi hakim yeni hikayeler adresine ulaşamıyor mu?
Bilal Babaoğlu; Bu nedenlerin hepsi etkili. Unutmayalım ki “önce üretim koşulları belirler”. Dizlerin tektipleşmesinin en önemli nedeni en son yapılan reklam düzenlemesidir. Reklama sınırlama getirilince kanallar yayın sürelerini uzattılar. Bir tek dizi yapıp daha fazla reklam kuşağı alma yoluna gittiler. Uzun diziye dram ya da melodramlar imkân sağlıyor. O türü de seven genel izleyici kitlemiz vardı. Yeşilçam sinemasından, yazlık sinema kültüründen gelen annem, babaannem vs hazır kitleydi. Bu izleyici her sene Aliye’den beri bir kadının haline ağlıyor. Göz pınarları kurudu artık ne yapsan ağlayamıyor. Komedi yapılıyor tutmuyor, aksiyon yapılıyor olmuyor. Olmaz çünkü bu türler 90 dakika yürümez. Bunun oyunculukla senaryo ile ilgisi çok azdır. Amerikalı bir senariste biz her hafta 90-100 sayfa yazıyoruz ( hem de birkaç revizyonla birlikte) dediğimizde alnımızdan öptü):
Televizyon yapımcıları bindikleri dalı kesmekteler farkında değiller. Bu süreç herkesi (senarist, yönetmen, oyuncu ve diğer üreticilerini) çok fena tüketiyor. Senarist kendi inanmadığı, saygı duymadığı, heyecan duymadığı hikâyeyi nasıl ikna etsin, aynı durum oyuncu için de geçerli. Yorgun uykusuz sabahlara kadar çekimler yapılıyor. Yorgunluktan setlerde kazalar oluyor insan ölüyor. Memlekette birçok iş kolunda örgüt, hukuk vardır bu sektörde yok.
Kanallar kartel gibi çok güçlüler. Üretim şekli “taşeronluk” sistemine dayalı. Dizi sonunda “bu dizi x kanalı tarafından y şirketine yaptırılmıştır” cümlesi kanallara hukuksuz davranma imkânları sunuyor. Bu yapılanma içerikleri vasatlaştırıyor. Yapımcılar da kendi sermayelerini koyarak dizi üretemiyor artık. Televizyondan alacağını umduğu bütçeye göre proje oluşturuyor. Bu nedenle senaryoya ve oyuncu kadrosuna yatırım yapamıyor. Senarist bir bölüm sonra kendisinin yazıp yazmayacağı belli olmayan bir hikâyeye ne kadar motive olabilir. Yapımcılarımız yatırımcı değil, taşeron olunca nitelikli iş çıkarmaları sürpriz olur. Bu oyunu yine izleyici bozmakta. Son zamanlarda televizyondaki büyük diziler de netten izlenmekte.
YÖNETMEN BAŞARILIYSA VASAT BİR SENARYOYU YÜKSELTİR
SENARİST MİMAR İSE YÖNETMEN MÜHENDİSTİR
Sizce bir dizinin başarısı senaryodan mı yoksa yönetmenden mi kaynaklıdır? Nereye kadar senarist, nereye kadar yönetmen etkisi hakimdir?
Bilal Babaoğlu; Tiyatroda oyuncu, televizyonda senaryo, sinemada yönetmen belirleyicidir. Bu klişeye ben de inanırım. Kötü senaryodan (hikaye ve senayo) iyi iş çıkmaz. Önce senaryo vardır. Yönetmen başarılıysa vasat bir senaryoyu yükseltir. Televizyon konuşan kafalardır, biz de çoğu dublajla yapıldığından oyuncu yönetimi de (sinema da olduğu kadar) belirleyici değildir.
Televizyonda temel dramaturji “izletmek” “yayında tutmak” üzerine kurulur. Bunun en önemli aracı merak öğesidir. Merakı yaratan da “bir sonraki adım ne olacak” olduğundan bu sorunun cevabını kim bilir? Herkesten önce senarist bilir, bilmelidir. O nedenle tv dramaturjisinde senarist kahramandır, olmalıdır. Dizi reyting kaybederse önce senarist işten kovulur, sıra sonra yönetmene gelir. Başarılıysa en son senarist takdir edilir. Biz buna alışkınız):
Yönetmenin görevi senaryoyu eline aldıktan sonra başlar. Her bir sahnenin doğru duygusunu (senaristin anlatmak istediği duyguyu) tespit etmek olmalı ve duyguyu kendi sanatçı, daha çok da zanaatçılığıyla hayata geçirmeli. Başarılı işlerin sırrı budur. Yönetmen senarist-lerinin anlatmak istediğini anlamış ve o anlatıya uygun sinematografiyi ortaya koymuştur. Televizyonda yönetmen yaratıcı kişi değil bence uygulayıcıdır. Senarist mimar ise yönetmen mühendistir.
DİZİLERİN SUNDUĞU GİBİ SOSYAL DÜNYA FALAN YOK
Televizyon yapımlarıyla gerçek hayat arasında ki sınırın çoğunlukla delik deşik olduğunu biliyoruz. Özellikle son dönemde bu fazlaca hakim. Sizin içinde bulunduğunuz projelere baktığımızda bu sınırda bir orantının hakim olduğunu görüyoruz. Özellikle Aşka Sürgün dizisini örnek verirsek. Yayınlandığı dönemde izleyememiştim. Özel bir çalışma için bu yıl bütün olarak izledim. Ve orada özellikle engelliye bakışta bir farkındalık vardı. Sakat edebiyatı yapılmadan bir duruş sergilenmişti. Yani gerçek hayatın izleri çokça hakimdi. Engelli farkındalığı üzerinde çalışmaları olan biri olarak engellilerle alakalı yapılmış dizi anlamında ilk ve tek profesyonel iş olduğunu söyleyebilirim. Dizideki bu içselliğin başarısı nedir? Size göre gerçek hayatla kurulan sınır nerede başlar nerede biter? Bir senarist nereden gelmeli, nereden geçmelidir? Hayatın gerçekliği ile kurgu arasında nasıl bir yol izlenir? İzlemelidir?
Bilal Babaoğlu; Neden hikâye dinleriz, izleriz, seyrederiz? Cevap tecrübe edinmek için. Her insan ancak kendi hikâyesini yaşar ama başkasının hikâyesini dinleyerek, okuyarak, izleyerek tecrübe edinir. Başkasının hikâyesiyle duygusal ilişki kurarken kendi yaşamışlıklarımızla o ötekinin hikâyesine bağlanırız. İşte dramla gerçek arasındaki ilişki burada doğuyor. Kim ne yazarsa yazsın her halükarda kendinden yazar. Kendi gerçekliğinden ( düşsel veya gerçeklik) en fantastik hikâyelerimiz bile kendi yaşanmışlıklarımızdan beslenir.
Aslında televizyon gerçeklik ve düşsel olan arasındaki farkın en az olduğu (olması da gerektiği) yaratıcı bir alandır. Tv popüler kültür ürünüdür ve her zaman azami ortak paydayı arar. Hep genel, ortalama beğenirler ve kültürel düzey referans alınarak tv içerikleri oluşturulur ve öyle olması da doğrudur. Bizim yaşamakta olduğumuz sosyal gerçeklik ile tv dünyasının temsil gerçekliği arasında inanılmaz bir fark var. Bu niye böyle, bence çok ciddi araştırma gerektiren bir konu. Çok ciddi sosyal kültürel değişimlerin yaşanmakta olduğu bir süreçten geçmekteyiz bunlar televizyonda yok. Hikâyeler halen daha İkinci Bahar Mahallenin Muhtarları gibi mahallelerde geçiyor.
İZLEYİCİYE SAYGILI OLMALIYIZ
Ben 15 senedir İstanbul’da yaşıyorum mahalle görmedim, apartmanımdaki insanları tanımıyorum. Dizilerin sunduğu gibi sosyal dünya falan yok. Dizilerdeki iş dünyası ofis dünyası saçma sapan. Öyle işler yok, öyle dünya yok. Dizilerde herifler jiplerle sağa sola gidiyor, ne iş yapıyor bu değirmenin suyu nerden geliyor bilmiyoruz. Bir senarist açısından iş dünyası “pazartesi dosyaları masamda istiyorum” diyalogundan ibarettir. Birçok senarist yarattığı kahramanların iş dünyasını kurmayı mesele etmez. Niye çünkü dram ve melodram yapıyor, komedi yapıyor. Birçok karakter sosyal gerçekliğinden sıyrılarak oluşturulur. Bu da sahtedir. İzleyici izlediği şeyle “hayata tanık olmak ister” “yaşamış gibi hissetmek ister”. Bizim yarattığımız dünya gerçeklikten uzaksa izleyiciye de o duyguyu vermez, özdeşim duygusunu kırar. Kahramanların duygusal hallerini izler sadece. Ben bir süre hastane, adliye muhabirliği yaptım. Hayatın doğrudan içinden beslenmişliğim var. Ama senaryo yazmaya başlayalı ( 8-10) her hafta dizi yazmaktan ötürü hayattan kopmuş gibi yaşıyorum benim gibi birçok meslektaşım aynı halde. Dizilerde ceza evi sahneleri halen daha Tatar Ramazandaki gibi yazılıyor. Çoktan F tipine geçti Amerikan dizilerindeki cezaevleri var artık. 20 Senedir çoğunluk sitelerde oturmakta. Bizimkiler dizisi apartman dünyasını güzel hikâye etmişti. Apartmandan sonra site kültürü oluştu sonrası proje siteler doğdu dizilerde bu dünya yok. Kahramanlar ya gecekonduda oturuyor ya villalarda. Orta ve üst ortasınıf (beyazyakalılar) dizilerde temsil edilmiyor. Ama bakın Amerikan ve Avrupa dizilerine bu sınıf hikâye edilir. Liseler halen daha Hababam kafasında yazılıyor. Gençlik lise dizisi izliyoruz birçok şey demode eski. Niye? Biz senaristler yaşamakta olduğumuz sosyal gerçeklikleri ıskalamaktayız. Hayatı, insanı izlediğimiz filmlerden dizilerden biliyoruz.
Aşka Sürgün dizisinde bazı karakterlerimiz Kürtçe konuşurdu. Şimdi Sultan dizisinde niye Kürtçe konuşamıyorlar? Sultan güya Diyarbakır’da geçen bir hikâye. Orası nasıl bir Diyarbakır? O kent bir dekor mu? Fon mu? Bu durumun ülkemizin geldiği siyasal atmosferle de doğrudan ilgisi var evet ama biz televizyoncular da önce iğneyi kendimize batıralım. Bizler de ürettiğimiz eserlerle hayata tanık olma sorumluluğumuzu ihmal ediyoruz. İzleyici bize saygılı, yerli ürünü seviyor biz de izleyicilerimize saygılı olmalı daha cesur ürünler ortaya koymalıyız.
TOMRİS GİRİTLİOĞLU FENOMEN BİR YAPIMCIDIR
Aşka Sürgün dizisinde engelli karakterin hikâyesine duyarlılıkla yaklaşma öncelikle Tomris Giritlioğlu’nun televizyondaki genel duruşuyla ilgilidir. Tomris sosyal gerçekliğe yakın drama eserler ortaya koymuş fenomen bir yapımcıdır. Yıllar sonra televizyon tarihimize baktığımızda Tomris bir inci gibi parlayacaktır. Ben o diziye 16. Bölümünden sonra dahil oldum, o zamana kadar oluşturulmuş hale riayet ederek devam etmekten başka çabam olmamıştır. Takdire şayan bir hal varsa benden önce yazanların hakkıdır.
BİR ESERİN YAYINLANMASI ONUN DOĞRUDAN TESCİLİDİR
Tekrar internet kuşağı dizilerine dönersek telifle alakalı sıkıntıları olacaktır. Malumunuz eser çalmanın en çok yaşandığı ülkelerden biriyiz. Ünlü ünsüz herkesin başvurduğu bu yöntemden internet dizileri de nasibini alacaktır diye düşünüyorum. Yapılan işi internette nasıl koruma altına alacaksınız? Her an tv ekranı ya da sinemada bir internet dizisinin kendi eseriymiş gibi yayınlamasının önlemini nasıl alacaksınız? Ya da bu işe başlayacaklar kendilerini nasıl koruyabilirler?
Bir eserin yayınlanması onun doğrudan tescilidir, eser web dizisi olarak da olsa yayınlanmışsa tamam, çalınırsa dava açarsın. Burada korkacak çekinecek bir şey yok. Amatör senaristler de eserlerini bloglar dahil kamunun ulaşabileceği herhangi bir mecrada yayınlanmışsa o artık yayınlanmış, haliyle tescil ve tespit edilmiş eser olur. Ben herkese mutlaka bir yerde yayınlamalarını öneriyorum.
CEP TELEFONU KAMERASIYLA BİLE OLSA HİKÂYELERİNİ ÇEKSİNLER
WEB DİZİLERİ VAKASI SENDER İÇİN DE YENİ
Yeni akım sanal diziler, internet dizileri dersek bu konuda keşfedilmeyi bekleyen hikâyecilere tavsiyeleriniz neler olacak? Sender’in de yönetiminde yer alan biri olarak özellikle telif meselesinde en çok bu hikâyecilerin etkilenme oranının yüksek olduğunu düşürürsek kendilerini nasıl korumalıdırlar? Sender’in bu anlamda amatör dizi hikâyecilerini koruyan ya da teşvik eden bir çalışması var mıdır?
Cep telefonu kamerasıyla bile olsa hikâyelerini çekmelerini ve internette yayınlamalarını öneririm. “balık bilmezse Halik bilir” burada da geçerli. İnsanlara ulaşmak için internet büyük bir imkân ve bu imkân şimdi bu kadar yakın 1-2 sene sonra farkınızı fark ettirmeniz daha zor olacak. Dünyada kaç dakikada bir video yükleniyor youtube, bu sayı artarak devam ediyor.
Sender adı üstünde senaryo yazarları derneği. Derneğe üye olmak için en az bir projenin jeneriğinde senarist olarak adı geçmiş olması şartı aranır. Bu şarta uygun olan herkesi senarist sayar amatör usta vs diye ayırmaz. Üyelerinin tümünün mali, hukuki haklarının korunması yönünde tavsiyelerde bulunur bu hakların kazanılması için programlar, politikalar geliştirir. Web dizileri vakası SENDER için de yeni bir durum, halen üyelerinden bu alanda eser veren bir iki kişi ancak vardır. Yıllardır televizyon sektörüne eser üretmekte olan üyelerinin haklarının korunması önceliğidir.
İLK SİNEMA FİLMİMİ DE NETTEN YAYINLAMAK İSTİYORUM
İnternet dizileriyle bitirirsek bu bir başlangıç devamında düşünceleriniz nelerdir? Yaygınlaşması ve ilerlemesi için nasıl bir yol izleyeceksiniz? İzlenmelidir?
Senaryo yazarı olarak kariyer geleceğimi internet dünyasına odakladım. Bu işten hemen sonra farklı projelerle devam edeceğim. Hem senarist hem de yönetmen olarak. İlk sinema filmimi de netten yayınlamayı çok isterim. Yaygınlaşması için nitelikli eserler ortaya koymamız lazım. Reklam verenleri bu alana çağırmamız lazım. Dünyada web dizisi almış başını yürümüş, yüzlerce kanalı var, festivalleri var Hollywood’dan çok ünlü çoktan bu işe girdi. Tom Hanks iyi bir örnek. Çok ciddi bütçeler yatırılmakta ve reklam pastasında iyi de pay almaktalar. Biz de bu sürecin bu kadar gecikmesi anlaşılır gibi değil. Ben hemen dizimin İngilizce, Rusça, Fransızca altyazılarını yapacağım artık izleyicimiz bütün dünya. Burada projeme kaynak ayıracak yapımcı, reklam veren bulamazsam dünyada bulurum.
OKUR SORULARI
Bilal Bey son dedik ama yayın süresinde konuyu merak edenlerden gelen sorular oldu. Aralarından seçtiğim birkaç soruyla kapatalım istiyorum.
1- Yapımcı ve kanallar hep dizilerin pahalı olduğundan şikâyet ederler. İnternette dizi yapmanın maliyeti nedir? Size maliyeti ne oldu? Reyting ölçülerine vurursanız bu iş oldu diyebiliyor musunuz?
2- Yaygınlaşırsa bu sektör yeni reyting savaşlarının net dizilerinde de olabileceğini söyleyebilir miyiz?
3- E-Kitap gibi düşünürsek kitaplar raf yerine net ortamına girdiğinde ucuzluyor ve yaygınlaşması dağıtımı kolaylaştırıyor. İnternet dizileri içinde bunu söyleyebilir miyiz?
Web dizileri televizyon dizisine göre tabii maliyeti çok düşük ama bu projenize göre değişir. Yine de biz bizim projenin benzerlerine göre pahalı bir iş yaptık, kaliteli prodüksiyon yaptık. Bütün prodüksiyon ekimiz profesyonel bir ekip. Birkaç yayıncı kuruluş bu kadar kaliteli iş çıkarmamızın lehimize değil aleyhimize olacağını bile söyledi. Ama biz web yayıncılığına da belli bir kaliteyle girmeyi hedefledik.
Reytingleri maliyetini karşılayacak mı zaman gösterecek. Henüz reyting sonuçlarını değerlendirecek kadar yayında değiliz. Sponsor bulursak maliyetinin üstünde bir gelir elde etmeyi ve reklam verenlerimize de cazip reklam alanı sunacağımızı biliyoruz. Web dizilerinde dizi içine reklam yerleştirme olanakları sınırsız bu reklam verenler için çok cazip. Reklam verenlerin finanse ettiği her işte reytingle mücadele kaçınılmazdır. Reklam veren projenizin anlattığı hikâye kadar "ne kadar kişiye" ulaştığıyla ilgili bu nedenle reyting web de de başımızın belası olacaktır. Yine de web yapım ve yayın maliyetlerini düşürecektir.
Evet, yapım ve yayın maliyetleri düşünce hem çokça eser üretilecek hem de çok yaygınlaşacaktır.
Bilal Babaoğlu’nun aktardıklarından sonra bizim söyleyeceğimiz fazla bir şey yok. Men E Men projesinin kurucularından Murat Karakaş ile başlayan bu sürece bakalım daha hangi isimler katılacak. Yeni internet dizi kanallarını hayatımıza sokacak. Hep birlikte göreceğiz.
https://twitter.com/#!/oyatekin (strike>@oyatekin)