LAHEY (İHA) - Hollanda'nın Lahey şehrinde bir 'Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin kurulmasını öngören ve "Roma Tüzüğü" olarak anılan antlaşma, 1 Temmuz Pazartesi günü yürürlüğe giriyor. Bu tarihten itibaren, kim soykırım uygular, savaş suçu işler veya cinayet, tehcir ve işkence ile insanlığa karşı suç işlerse ve vatandaşı olduğu ülke bu kişiyi yargılamak istemez veya yargılayacak konumda olmazsa, Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi devreye girecek. Ancak, Amerika Birleşik Devletleri ile bazı ülkelerin böyle bir mahkemenin kurulmasına karşı çıkmalarının, daha işin başında mahkemenin itibarına gölge düşürdüğü de bir gerçek.
İHA muhabirinin derlediği bilgilere göre, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin çalışmalarına başlaması için en az altı aylık zamana ihtiyaç var. Lahey'deki mahkeme binası henüz inşa halinde. Ayrıca mahkemeye başsavcı olarak kimin atanacağı da belli değil. Uluslararası Ceza Hukuku Derneği'nden Nicola Gehlhoff, mahkemenin insanlık suçundan herhangi bir kişiyi yargılayacağı güne kadar daha epeyi zaman geçeceği kanaatinde. Gehlhoff, insanlığa karşı işlenen suçların önünün kolay alınamayacağını öne sürerek, "Böyle bir mahkemenin kurulması, potansiyel suçlular üzerinde caydırıcı etki oluşturacaksa, o bile büyük bir başarıdır" diyor.
Şu anda Birleşmiş Milletler (BM'in gözetiminde bu türden iki mahkeme çalışmalarını sürdürüyor. Birincisi eski Yugoslavya'da, ikincisi Ruanda'da işlenen suçlara bakıyor. Ama bu mahkemeler, sadece dünyanın belirli bölgelerinde ve belli zaman dilimi içinde işlenen suçların davasını görüyor. Halbuki Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin görev alanına tüm dünya giriyor. Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin gelecekte insan hakları ihlallerini önleyici görev üstlenmesi arzu ediliyor.
RUANDA VE ESKİ YUGOSLAVYA İÇİN MAHKEME İnsan hakları savunucularını, hükümet yetkililerini ve BM temsilcilerini, uluslararası bir ceza mahkemesinin kurulması için harekete geçiren sebep, insanlığa karşı işlenen suçların ardı arkasının kesilmemesiydi. Komünizmin çöküşünün ardından Yugoslavya Federasyonu dağılmış, 1991'de Hırvatistan'daki savaşı 1992'de Bosna Savaşı izlemişti. Bu iki savaşta uluslararası insan hakları hukukunu çiğneyenleri yargılamak üzere eski Yugoslavya Savaş Suçluları Mahkemesi kuruldu.
Benzer bir mahkeme de Ruanda'daki Tutsi Katliamı'nın elebaşlarını yargılamak ve cezalandırmak üzere oluşturuldu. Siyasetçiler, sivil toplum örgütleri ve ceza hukukçuları, bu iki mahkemeyi de uluslararası adaletin uygulamaya konulabileceğinin delili olarak görüyorlardı. Ama dünyanın dört bir köşesinde süren katliamlar, sürekli bir mahkemeye ihtiyaç duyulduğunun da işaretini veriyordu.
ROMA'DA TEMELLERİ ATILDI
BM gözetiminde sürdürülen görüşmelerin ardından, 1998'de İtalya'nın başşehri Roma'da Uluslararası Ceza Mahkemesi ile ilgili bir konferans düzenlendi. Tam dört hafta boyunca görüşmeciler, nasıl bir mahkeme oluşturmak istediklerini ve bunu anlaşmaya nasıl geçireceklerini tartıştılar. Kanada, Avustralya ve Avrupa ülkelerinin yanı sıra, Latin Amerikalılar ve Afrikalılar da etkili bir uluslararası ceza mahkemesinden yanaydılar. Ama ulusal egemenliklerine daha fazla önem veren, örneğin Rusya, Çin ve tabii ABD gibi ülkeler de vardı.
Nihai uzlaşma metni hazırlandığında, ABD, bunun kendileri açısından kabul edilemez olduğuna karar verdi ama, metnin oya konulmasını da engellemedi. Sonuçta 120 ülkeden delegeler, uluslararası bir ceza mahkemesinin kurulmasını öngören Roma Tüzüğü'nü kabul ettiler. Tüzük, en az 60 devletin meclislerinde onaylandığı an yürürlüğe girecekti. Ve bu yılın nisan ayında 60'ıncı, hatta bu sayıyı da aşan onay belgesi BM'ye teslim edildi. Ve Roma Tüzüğü'nün 1 Temmuz 2002 itibariyle yürürlüğe girmesi kararlaştırıldı.
ABD'DEN RET Yine de söz konusu mahkemenin ne ölçüde etkin olabileceği yönünde tereddütler vardı. Dünyadaki tek süper güç ABD, anlaşmayı onaylamayı reddetmişti. Gerçi Clinton hükümeti anlaşmaya imzasını atmıştı ama, Bush yönetimi, Amerika'nın mahkeme ile işbirliğine gitmeyeceğini ilan etmiş, onay için Kongre'ye göndermek yerine, atılan imzayı da geri çekmişti. Uluslararası tarihte benzeri görülmeyen ve uluslararası hukuka da uymayan bir karardı bu.
Amerikalı dış politika uzmanı Andrew Denison, Amerika'nın çekincelerini şöyle anlatıyor: "Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin istismar edilebileceği akla yatkın bir tez. Ama bu reddedileceği anlamına gelmez. Yine de Birleşik Amerika cephesinde bu yönde belirgin bir tereddüt var. Tabii bir de meseleye bu mahkemenin gerçekten Amerika'nın avantajına olup olmadığı yönünden bakmak gerek. Bence, bu mahkemenin Amerika'ın yüksek menfaatine olduğuna pek kimse ikna edilemedi. Bu da bazı siyasi çevrelerin harekete geçmesinde, Bush hükümeti üzerinde etkili olmasında ve Senato'da anlaşmanın onaylanmaması için kendine müttefik bulmasında önemli rol oynadı".
"ABD'NİN KAYGISI YERSİZ" Uluslararası arenada Birleşik Amerika, Roma Anlaşması'ndan imzasını çekmesinin sebebi olarak, bazı egemenlik haklarını devredeceği uluslararası savcının Amerikalı yetkililer ve askerler hakkında siyasi amaçlı soruşturma başlatabileceğinden kaygı duymasını gösteriyor. Alman Profesör Claus Kress gibi uluslararası ceza hukukçuları ise bu tezi kabul etmiyorlar. Profesör Kress, Uluslararası Ceza Mahkemesi'nin ancak ulusal adli makamlar bunu yapmayı reddettiği takdirde soruşturma başlatabileceğine dikkati çekiyor.