Mynet Trend

BİZE ULAŞIN

Ünlü Yönetmen Darren Aronofsky'nin Doğumgününü Filmleriyle Kutluyoruz

Cuma akşamı bir yere çıkmak istemiyorsanız, evde oturup film izlemeyi tercih edecekseniz ve hangi filmi izleyeceğinize karar vermediyseniz bir Darren Aronofsky filmi seçin, biz öyle yapacağız.

Ünlü Yönetmen Darren Aronofsky'nin Doğumgününü Filmleriyle Kutluyoruz

12 Şubat 1969'da New York, Brooklyn'de dünyaya gelen Darren Aronofsky, bugün 47. yaş gününü kutluyor. Hayatımıza The Fountain, Black Swan, Wrestler, Requiem for a Dream gibi güzellikleri katan ünlü yönetmenin doğum gününü filmleriyle kutluyoruz.

Düşük bütçeli bağımsız filmlerle başlayan kariyerine uzun dönem yine bağımsız filmlerle devam eden Darren Aronofsky, en son yüksek bütçeli Noah filmini çekti. Noah filmi kariyerinin şimdilik en aksayan yönü gibi duruyor. Ünlü yönetmen şu sıralar 2017 yılında gösterime gireceği söylenen, henüz ismi konulmamış projesinin başında. Projenin başrollerinde Jennifer Lawrence ve Javier Bardem'in olacağını duymak ise bizi heyecanlandırmadı değil.

Daha önce filmlerinde oynayan Ellen Burstyn, Mickey Rourke, Marisa Tomei ve Natalie Portman'ın Oscar adayı olması ve Natalie Portman'ın unutulmaz rolüyle Oscar'ı kazanması Darren Aronofsky'nin oyuncu yönetiminde de birinci sınıf bir yönetmen olduğunu ortaya koyuyor.

Şimdi gelin en başında dediğimiz gibi filmlerine bir göz atalım. Bir film gecesi yapmak istiyorsanız ve hala karar veremediyseniz, siz de Aronofsky'nin hikayelerinden birini seçin.

Pi

Darren Aronofsky'nin ilk uzun metrajlı filmi olan Pi, filmin yapımcıları tarafından çevrelerinden aldıkları borçlarla 60.000$ gibi bir rakama çekilmiş bir film. Bir uzun metrajlı film için gayet kısıtlı olan bütçesine rağmen Darren Aronofsky'nin muhteşem anlatımıyla izleyeni derinden etkileyecek bir film.

Siyah beyaz çekilen ve başrolünde Sean Gulette'in oynadığı filmde, Maximillian Cohen isimli paranoyak bir matematikçinin doğanın sırlarını çözeceğini düşündüğü bir sayıyı arayışı anlatılır. Filmde Aronofsky, bizi Maximillian'ın kafasının içine sokuyor ve o ruh halini tam anlamıyla bize yaşatıyor.

Filmin başlangıcındaki bu replik ise Maximillian'ın kişiliği hakkında bize ipucu veren bir imgedir. Maximillian kçük yaşta hayatındaki ilk problemi çözüyor ve baş ağrıları başlıyor. "Küçük bir çocukken, annem bana güneşe bakmamamı söyledi. 6 yaşındayken baktım. Doktorlar gözlerimin iyileşip iyileşmeyeceğinden emin değillerdi. O karanlığın içinde, yalnız olmak beni korkutuyordu. Yavaş yavaş güneş ışığı bandajların arasından sızmaya başladı ve görebiliyordum ama içimde değişen bir şeyler vardı. O gün ilk baş ağrısını yaşadım." Requiem for a Dream

Bu filmin muhteşem müziği herhalde Türkiye'deki en meşhur film müziklerinden biridir. Haber bültenlerimiz sağ olsun, Requiem for a Dream soundtrack'ini bol bol kullandılar ve bu müziği aklımıza kazıdılar ama konumuz filmin müziği değil bir bütün olarak kendisi. Pi gibi bir filmle başlayan bir kariyeri ancak Requiem for a Dream gibi bir film alıp bir adım öteye götürebilirdi. Başrolünde oynayan Ellen Burstyn'e Oscar adaylığı getirmesinin yanı sıra Darren Aronofsky'ye de zor tükenecek bir kredi sağladı.

Darren Aronofsky'yi iyi bir yönetmen yapan şey kendi tarzının olması üstelik daha ikinci filminden bu tarzı oturtmuş, düşük bütçelerle de insanların üzerinde etki bırakacak bir film çekilebileceğini herkese göstermiştir. Film uyuşturucu bağımlısı 4 kişinin zamanla uyuşturucu nedeniyle hayatlarının nasıl değiştiğine odaklanıyor ve uyuşturucu kötüdür mesajını çok açık ve net bir şekilde iletiyor. The Fountain

Görüp görebileceğiniz en iyi aşk filmlerinden biri olan The Fountain, hikayesinin yanında muhteşem görüntüleriyle de Darren Aronofsky'nin önemli işlerinden birisi. The Fountain, Darren Aronofsky'nin en çok eleştiri alan işlerinden birisi oldu ama bu durum kesinlikle filmin etkisini gölgelemiyor. Sinema görsellikle hikayesini anlatan bir sanat ise Darren Aronofsky, The Fountain filminde bunun hakkını tam anlamıyla veriyor.

Üç zeminde ilerleyen film, geçmişte, gelecekte ve günümüzde yaşayan ve Hugh Jackman Tom Creo'nun karakterinin, gerçek hayatta Darren Aronofsky'nin sevgilisi olan İngiliz aktrist Rachel Weisz tarafından canlandırılan eşi Izzy Creo'nun kanser hastalığına çare bulma serüvenini anlatıyor. 1000 yıllık bir serüveni, gözünüzü ayırmadan, muhteşem görselliğinin büyüsünde seyredeceksiniz. The Wrestler

Darren Aronofsky filmlerinde insan bedeninin her zaman bir yeri oluyor. Bedensel acılar, karakterin ruh haline doğrudan etki eden bir etmen olarak kullanılıyor. Requiem for a Dream ve Black Swan'da da bu durum görülse de bunun en ön plana çıktığı film The Wrestler. Öncelikle bu filmin başrolü için Mickey Rourke'tan daha iyisi seçilemezdi, Rourke da filmdeki Randy gibi yükselip alçalan sonra tekrar yükselen bir kariyer grafiğine sahip. Marisa Tomei ise filmin bir diğer güzel yanı.

Film, daha önce çokça işlenmiş hatta Rocky filmleriyle tavana vurmuş bir klişe hikaye fakat klişelerin olması değil klişelerin nasıl kullanıldığı önemlidir ve Aronofsky klişe bir hikayeden çok sağlam bir film çıkarmayı başarıyor. Filmde ikisi de bedenini bir nevi satan bir erkek bir kadın karakterin, bedenlerinin işlerini yapamayacak duruma gelmesiyle birlikte yaşadıkları anlatılıyor. Black Swan

Darren Aronofsky'nin kariyerinin tepe noktası Black Swan. Black Swan filmine baktığınızda Aronofsky'nin filmografisindeki diğer filmlerden de izler görebilirsiniz. Pi filmindeki gibi takıntılı ve tek odaklı bir yaşam süren ve takıntıları paranoya boyutlarına ulaşan başkarakter ve The Wrestler'daki gibi bedensel acıların ruh haline yansımasını görebilirsiniz. Filmde Natalie Portman'ın üstün performansını Mila Kunis ve Vincent Casell gibi oyuncular destekliyor.

Kusursuzluğa ulaşma takıntısı olan bir balerinin hikayesinin anlatıldığı filmde, kahramanımızın yaşadığı gelgitler, fiziksel acı, kişilik bozukluğuna varacak derecedeki ruh hali en ince ayrıntısına kadar işleniyor. Filmin özellikle son 30 dakikası gerilimi yüksek ve muazzam geçiyor. Black Swan kesinlikle, Darren Aronofsky'nin başyapıtı.

En Çok Aranan Haberler