1955-1956 sezonundan itibaren, UEFA'ya bağlı federasyonların şampiyon takımları, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası adı altında, Avrupa'nın en büyük takımını belirlemek için turnuva oynamaya başladılar. Zaman içinde büyük bir gelir kapısı olacağı düşünülen turnuva, sadece rekabet alanı olmaktan çıkmış ve 1992-1993 sezonu ile adını Şampiyonlar Ligi olarak değiştirerek yepyeni bir formata bürünmüştü. Yıllar içinde sadece Şampiyonların değil, liglerinde belli derecelere giren bir çok takımın katıldığı, Olimpiyatlardan sonra Dünya'da en çok izleyici çeken organizasyonlardan birine dönüşmüştü.
Bir sene önceki Real Madrid-Atletico Madrid Finalini yaklaşık yarım milyar kişinin televizyonları başında naklen izlediğini hatırlatalım.
Listemize bu maçı alma sebebimiz, finalin kendisinden çok, finaldeki takımlardan İnter'in modern futbola yön vermesinden kaynaklıdır.
Günümüzde İtalyan futbolunu anlattırken kullanılan "Catenaccio" terimini yani "katı savunma" anlayışını futbola kazandıran, 1960-1968 yılları arasında İnter'de görev yapmış Arjantinli teknik direktör Helenio Herrera'dır.
Eski zamanların Jose Mourinho'su kabul edilebilecek Herrera, İspanya'da Atletico Madrid ve Barcelona ile bir çok başarı kazansa da, Avrupa Kupası kazanmak için yollarının İnter ile kesişmesini bekleyecekti.
Futbolun ilk zamanlarında, savunma diye bir kurgu yoktu. Kimi zaman sahaya 10 ileri uç adamı ile çıkılıyor en fazla ortasaha da bir kişi kalıyordu. Savunma kurgusu ilk olarak Avusturya'lı Karl Rappan tarafından 1940'lı yıllarda ortaya kondu ancak Dünya tarafından benimsenmesi ve daha efektif bir hale gelmesi, Herrera'nın İnter ile yaptığı kurgu neticesinde olmuştu. Ve 1964 yılında, savunma anlayışı ve hatta çakılı 4 savunmacı ile oynayan ilk takım İnter, bu taktiği ile kupa kazanıyor, bir sene önce kupa kazanan ezeli rakibi Milan'ı yakalıyordu.
İnter 1964-1965 sezonunda da aynı başarıyı yaşıyor ve üstüste 2 kez kupayı kazanmış oluyordu.
İnter Avrupa'nın bir daha en büyüğü olmak için 35 sene beklemek zorunda kalacaktı.
Bu maç ya da İnter'e kupayı kazandıran bu taktik, artık Dünya futbolunda bambaşka bir anlayışa kapı açmış, artık takımlar sahada taktiksel dizilimler yapmaya başlamıştı.
1971 yılında oynanan final, taktik dehası bir adamla, Dünya'nın tanıdığı en yetenekli bir kaç futbolcudan birinin artık rüştünü ispatladığı ve günümüzde bile futbol dünyasına yön veren bir oyunu tüm dünya'ya tanıtmasına vesile olmuştur.
Günümüzde hala "Total Futbol" olarak adlandırılan ve Barcelona'nın, Bayern Munich'in oynadığı, Arsenal'in yer yer gösterdiği futbol tarzını icat eden adam, 1965 yılında Hollanda'nın Ajax Kulübünün başına geçen Rinus Michels'dir. 6 sene boyunca bir sistem üzerinde ısrar eden Michels, elinde Johan Cruyff gibi bugün bile hala anlatılan bir oyuncu, Johan Neeskens gibi bek kavramına yepyeni bir anlam yükleyen bir oyuncunun varlığının da katkısı ile yarattığı "Toplu Hücum" yani takım halinde oyun anlayışı ile kupayı ilk kez bir Hollanda ekibine kazandırıyor, yarattığı sistem tüm Dünya'yı etkiliyordu. Bugün bile bu etkileşim varlığını sürdürüyor.
Hollanda'nın ekol haline getirdiği sistemi kırmak için o zamanlar ezeli rakibi olacak Almanya ve Bayern Munich, bir anti-taktik geliştirmek zorunda kalıyor ve Ajax'ın 3 sene süren hakimiyetine son veriyordu.
Üstüste 3 sene Ajax'ın kazandığı kupa, anti-taktik ile sonraki 3 sene ise Franz Beckenbauer liderliğindeki Bayern Munich'in oluyordu. Birbiri ile rekabet halindeli bu iki ülke ve ekolleri nerdeyse 10 sene Avrupa'ya ve hatta Dünya'ya damga vuruyor, Dünya Kupası ve Avrupa Şampiyonalarında hep bu iki ekol var oluyordu.
Bu ekol ile rekabet halindeki Johan Cruyff sonraları Barcelona'nın başında 90'larda bu ekolü dönüştürüyor ve yine yepyeni bir dönem açılıyordu.
Elbetteki daha önce İngiliz takımları 2 kere final oynamış, Manchester United bu kupayı kazanmıştı ama 1977 yılındaki final, İngiliz Futbolunun zirvesi ve hatta ilerleyen yılların da habercisiydi. Günümüzde bile "ne hızlı oynuyor şerefsizler" denilen ama narin yapısı ile eleştirilen İngiliz Futbolu, bu tarihte hızını ve gücünü tüm Avrupaya gösteriyor ve taktik futbolun yanına artık süratli, uzun toplar ile ileriye giden bir yapıyı gösteriyordu.
Bill Shankly'nin dehası ile temelleri atılan Liverpool efsanesi, 17 yıl sonra 1964 yılında kazanılan lig şampiyonluğu ile meyvelerini vermeye başlamıştı. Shankly liderliğindeki takım 2 şampiyonluk daha kazanacak ve Shankly'nin ayrılması sonrasında göreve Bob Paisley gelecekti. İşte bu nokta artık hem Avrupa da hem de İngiltere de kırılma noktası oluyordu. Bob Paisley'nin menajer olduğu takımın devam edip etmeyeceği tartışılırken, ligde şampiyonluklara ambargo konuyor ve en nihayetinde 6 yıl üstüste ingilizlerin kazandığı kupanın 3 tanesinin Liverpool'a gitmesine sebep oluyordu. Diğer 3 kupanın 2'sini Nothingham Forest, diğerini ise Aston Villa kazanıyordu.
Liverpool'un İngiliz ligine getirdiği rekabet, tüm İngiliz takımlarının bir tık yükselmesine sebep oluyordu.
70'lerin sonu, Borussia Mönchengladbach gibi Munich dışında bir efsanenin daha doğmasına sebep olurken, ingilizler, 70'lerin sonuna ve 80'lerin başınaa ambargo koyuyor, kupaları topluyorlardı.
Mazi kalbimde yaradır...
Tüm Avrupa'nın en unutamadığı ve en acı Final'i olarak tarihe geçen finaldi. 1984 Finalinde Roma'yı hem de Roma da yenen Liverpool'un taraftarlarının Roma'da yaptıklarının intikamını almak için İtalyanlar bir sene beklemişti. Liverpool ise o ana kadar oynadığı 4 finali de kazanmış olmanın rahatlığı içinde geliyordu Belçika'nın Brüksel şehrindeki Heysel stadına.
Maç öncesi Brüksel sokaklarında İngiliz holiganların karıştığı bir çok kavga baş göstermişti. Maç başlamadan kısa süre önce, arada güvenlik bariyeri olmadığı için İngilizler, İtalyanların bulunduğu bölüme saldırmış ancak kendilerini korumak isteyen İtalyanların kaçış noktasındaki büyük duvar taraftarların kaçışını engellemiştir.
İzdiham sonucunda 38 İtalyan ve 1 Belçikalı olmak üzere toplam 39 kişi hayatını kaybetmişti.
Olayları öğrenen futbolculardan Liverpool'lu Mark Lawrenson, Alan Hansen ve Kenny Dalglish sahaya çıkmak istemediğini söyleyince, devreye giren UEFA ve kulüp yetkilileri maçın oynanacağını söyleyerek oyuncuların sahaya çıkmalarını sağlamıştır.
Böylesine bir faciaya rağmen final maçı boş tribünler önünde oynanmış; Juventus Michel Platini'nin penaltıdan attığı golle 1-0 kazanarak kupayı kazanmıştır. Yıllar sonra Heysel faciasını değerlendiren, Liverpool'u Alan Hansen "O geceden hafızamda bir şey kalmadı. Olayların şokuyla nasıl mücadele ettiğimizi bile bilmiyorum" yorumunu yapmıştır.
"Yok canım şu takım daha efsanedir, hadi oradan bu takım şu takımı şimdi olsa yerdi, asıl bu ne kadroydu be..." muhabetlerine konu o efsane kadrolardan birinin, Milan'ın Avrupa öyküsünün yazılmaya başlandığı Final maçıdır.
Her ne kadar 1988 yılına kadar 10 Lig Şampiyonluğu, 2 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası kazanmış olsa da, o yıla kadar İtalya'nın en büyük iki takımı Juventus ve İnter'dir. Hali hazırda bu iki takımın mücadeleleri Derby d'Italia yani İtalya'nın Derbisi olarak adlandırılır.
1980 yılındaki Totonero skandalı (şike) sonrası ikinci lige düşürülen Milan, asansör takım olmuş, bir çıkmış bir inmiştir. 1986 yılında belki de İtalya'nın son 50 yılının en tartışmalı adamı, medya patronu Silvio Berlusconi'nin kulübü satın alması ile, Milan tarihi yeniden yazılmaya başlıyordu. Kadrosuna Ruud Gullit, Marco van Basten ve Frank Rijkaard gibi Hollanda'nın en önemli 3 oyuncusunu katıyor, yanına da Paolo Maldini, Franco Baresi, Alessandro Costacurta ve Roberto Donadoni gibi döneminin en iyi italyan oyuncularını koyuyordu. Başlarına ise kariyer başlangıcı tartışmalı Arrigo Sacchi teknik adam olarak geçince, yenilmesi imkansız bir takım inşa ediliyordu.
Arrigo Sacchi'nin yarattığı takımdan çok futbola etkisi, 4-4-2 sistemini futbol taktik sistemine kazandırması oldu. Brezilya, Real Madrid, Hollanda gibi takımları izleyerek kendi futbol algısını geliştiren efsanevi hoca, çok kötü bir futbol oyuncusu olmasına rağmen çok başarılı bir teknik adam olmuştu. Hatta 1987 yılında Milan'ın başına geçtiğinde, basın "kötü bir oyuncu, nasıl hoca olacak" dediğinde "Jokey olmak için önce at olmam gerektiğini farketmemiştim" diyecek kadar kendine güveniyordu.
Total Futbolu 1970'lerde özümseyen Hollanda, 1980'lerin sonunda bu taktiği yenilemiş ve Hollanda 1988 Avrupa Şampiyonasını kazanmıştı. O Hollanda kadrosunun as oyuncuları, Avrupa'nın değişik takımlarının yolunu tutmuş, AC Milan da bu kadronun nimetlerinden faydalanmıştı.
70'lerin sarı faresi Johan Cruyff, bir dönem futbolcu olarak yer aldığı Barcelona'ya hoca olmuş, artık Hollanda ekolü Barcelona'ya yerleşmeye başlamıştı. Koeman, Guardiola, Michael Laudrup, Stoichkov gibi yıldızlarla dolu takım, Cruyff'un gelişinin ilk yılında Kupa Galipleri Kupasın'da yine Sampdoria ile karlışalmış ve 2-0 ile kupayı almıştı. Real Madrid'in 80'li yıllardaki egemenliğine 1990-1991 sezonu ile son veren Barça, Lig Şampiyonluğuna 4 yıl üstüste ambargo koymuş ve 1992 yılında Şampiyon Kulüpler Kupası adı ile oynanan son kupayı, yine Sampdoria'yı, Koeman'ın uzatmalarda gelen füze misali serbest vuruşu ile 1-0 yenerek kazanıyordu.
Barcelona'nın günümüzde bile hala 90'ların etkisinde bir futbol oynadığı ve bugünkü yapısına o günlerden başladığı söylenir.
O gece Atina Olimpiyat stadını dolduran 70.000 taraftar, böylesine sansasyonel bir skor göreceklerini tahmin bile edemiyorlardı.
Arrigo Sacchi ile temelleri atılan, Fabio Capello ile taçlandırılan Milan ile Cruyff'un yarattığı Barcelona; belki de son yılların en büyük finaline çıkıyordu. İki tane bambaşka futbol ekolü ya da belki de birbirinin içinden ya da aynı kaynaktan beslenen iki takım...
Estetik Futbol ile Güce dayalı taktik bir takımın mücadelesi...
Maçın sonunda iki ekolden biri yaşamına son verecekti ve hiç beklenmeyecek kadar rahat bir galibiyet alan Milan, son 6 yıldaki 4. finalinde 3 kez kazanarak kendi hikayesini yazmaya devam edecekti.
4-0 gibi bir skor ile yenilen Barcelona ise kaynamaya başlamış, daha maçın bitiminde, takım otobüsünde Cruyff, 4 gol yiyen Barcelona kalecisi Zubizarreta "böyle adamların bu külüpte işi yok" diye bağırarak Zubizarreta'nın takımdan gönderilmesine sebep olacaktı.
Açıkcası, Cruyff de bu mağlubiyeti hiç aşamayacak, 2 sene sonra antrenörlük kariyerine son verecek ve yerini başka bir Hollanda'lı hocaya teslim edecekti...
Bu sefer de Barcelona'nın Camp Nou stadındaki 90.000 seyirci, tarihe geçen böylesine bir maçı izleyebileceklerini tahmin edememişlerdir...
Alex Ferguson'ın 10 yıllardır ilmek ilmek dokuduğu Manchester'ın kırmızılı ekibi, yıllardır İngiltere ligine koyduğu ambargo'nun, Avrupa'da meyvesini yemek istiyordu. Bayern ise en son 1976 yılında kazandığı kupayı artık yeniden almak istiyordu.
Bayern maça hızlı başlıyor, 6. dakikada Mario Basler'in ayağından golü buluyor, her devrin kaptanı Lothar Matthäus liderliğinde Bayern, rakibinin gol bulmasına izin vermiyor ve hatta goller kaçırıyordu.
Maç artık 1-0 almanların üstünlüğü ile bitecek derken, kim bilir belki de Almanya'da evlerde kutlamalar başlamıştı bile.
Artık maçın uzatmalara gideceği düşünülürken, 1 dakika sonra Manchester yine bir korner kazanıyordu. Dakikalar artık uzatmaların sonunu yani 90+3'ü gösterirken Beckham'ın kullandığı kornere yine Sheringham kafa vuruyor, Teddy'nin kafasından seken top kale önünde Solskjær'in ayakları önüne geliyor ve ondan seken top Manchester'ın 2. golu olarak Bayern ağlarına gidiyordu...
3 dakika önce kupa sevincini yaşamaya başlamış Almanlar tribünlerde yıkılıyor, milyonlarca izleyici ise televizyonları başından şok oluyorlardı. Avrupa Kupaları tarihi böyle bir final ve geri dönüş görmemişti...
Tarih böyle bir final görebilir mi bir daha kimse bilemez. 25 Mayıs 2005 günü, tüm İstanbul Finale uyanmıştı. Sokaklarda özellikle Liverpool taraftarları, erken saatlerde içmeye başlamış, renkli görüntüler oluşturuyorlardı. en son 21 sene önce bu kupayı kazanan Liverpool Avrupa'nın en büyüğü olmak, 2 sene önce yine bu kupayı almış olan Milan ise yeniden zirveye çıkmak istiyordu.
Atatürk Olimpiyat stadındaki maça Milan hızlı başlamış ve 1. dakikada Maldini'nin, 39 ve 44. dakikalarda Crespo'nun golleri ile ilk yarıyı 3-0 önde kapatmıştı. Artık Maçın nasıl biteceğinden daha çok italyanların kaç gol daha atabileceği üzerine sohbetler dönmekteydi.
Ancak ne olduysa ikinci yarıda oldu. İkinci yarıya fırtına gibi başlayan Liverpool, sadece 6 dakika da 54 ve 60. dakikalar arasında Gerrard, Smicer ve Alonso ile 3 gol buluyor ve 60. dakika geride kalırken skor 3-3 oluyordu. Milan ve Milanlılar şok olmuşlardı adeta. Milan'ın bir kaç gol girişimi de sonuçsuz kalıyor, uzatmalar da dahil maç 3-3 bitiyordu.
Penaltılar da ise durum 3-2 Liverpool lehineyken, 2003 Finalinde yine penaltılarda Juventus'a karşı son penaltıyı gole çevirerek Milan'ın kupayı kazanmasına sebep olan Shevchenko, bu sefer Liverpool karşısında son penaltıyı kaçırıyor ve Liverpool 21 yıl aradan sonra, 5. kez Avrupa'nın en büyüğü oluyordu...
Liverpool'un bu galibiyeti o kadar kıymetliydi ki, 2014 yılında "One Night in Istanbul" adlı, final maçını anlatan bir film bile yapılacaktı...