33 yaşındaki Enver Aydemir, ilk kez 2005’te bahsetmiş babasına askerlik yapmak istemediğinden. Ahmet Bey “Ben de din bilen birisiyim. Yapmak istemediğin şey zarurettense günahı yoktur” dese de, araya arkadaşlarını soksa da oğlundan “Baba hep zaruri, hep zaruri... Ondan taviz, bundan taviz, ben yapmayacağım. Benim Allah’ımı benimsemeyenin emirlerini benimsemeyeceğim” cevabını almış.
Enver Aydemir’in ilk gözaltına alınışı 2007, seçimlerden hemen sonra... Karakol ve askeri şube sonrası Bilecik Jandarma Er Eğitim Tugayı’na götürülen Aydemir, ifadesinde, askeri üniformayı giymeyi reddedince burada dayak yediğini belirtiyor.
Ziyarete gelen annesi, eşi ve ablaları başörtüleri nedeniyle nizamiyeye alınmayınca, Ahmet Bey oğlundan şu çıkışı işitiyor: “Bana neden askerlik yapmıyorsun, diyorsun. Anneme, bacıma, eşimin türbanına, pardesüsüne böyle yapana ben askerlik yapmayacağım.” Kader Hanım da aslında ailece o gün eşini vazgeçmesi için ikna etmeye gittiklerini, ama bu olayla kararının netleştiğini söylüyor.
Enver Aydemir iki duruşma ve dört ay sonrasında kıtasına teslim olması kararıyla serbest bırakıldı o dönem. 24 Aralık 2009’da tekrar gözaltına alınana kadar, babasının ifadesiyle kimseden kaçmadı, ama denk geldiği kimlik soruşturmalarında da başına bir şey gelmedi.
Yılbaşından bir hafta önce gözaltına alındığında, Ahmet Bey oğlunun Doğancılar Karakolu’nda çok insani muamele gördüğünü, askeri inzibata teslim edildikten sonra ‘insan evladı’ bir üstteğmene denk geldiklerini ama tevkif edilip Maltepe Askeri Cezaevi’ne götürülmesiyle ‘kıyametin koptuğunu’ söylüyor.
Yine bir askeri üniforma giyme çekişmesi; Aydemir reddediyor. Avukatına ve görüşlerde babasına anlattığına göre coplanıyor, yumruklanıyor, falakaya yatırılıyor. Giyinmeyi reddedince sivil elbiseleri alınıp sadece iç çamaşırlarıyla soğuk bir odaya götürülüyor. Namaz kılma talebi de reddedildiğinden, iç çamaşırlarıyla namaz kılıyor. Kelepçeyle namaz, iddiasına göre dört gün sürüyor.
Altı gün sürecek açlık grevi sırasında zorla serum veriliyor. Daha sonra da sivil elbiseleri verilerek Eskişehir Cezaevi’ne yollanıyor. Ahmet Bey’e göre savaş karşıtı grupların davayı sahiplenmesi ve basın açıklamaları yapmasıyla bir kamuoyu oluşmasının bunda payı büyük.
Ahmet Bey’in en mühim gördüğü ayrıntı ise Maltepe Askeri Cezaevi’nden ayrılırken tutulan tutanakta darp ve işkence izlerinin anılmamasına karşın, Eskişehir Askeri Cezaevi’ne alınırken tutulan tutanakta bu izlerin belgelenmiş olması. Zaten ailenin dediğine göre Eskişehir’de ‘ne dayak, ne küfür, ne bir şey’...
29 yaşındaki Kader Hanım, Enver Bey’le 10 yıldır evli. Üniversite kursunda tanışıyorlar. Dediğine göre Enver Bey’den önce her şeyi başka türlü sorguladığı, başka bir hayatı varmış.
Hayali sosyoloji okumak olsa da, ilk seferinde Kocaeli’ni tutturamayınca ve ikinci sefer depremde kâğıtları kaybolunca eğitim hayatı noktalanmış. Eşinin Kırgızistan’daki üniversite eğitimi için yanında bulunmuş. Bu arada Enver Aydemir, ‘kendini yetiştirmek’ ve dine yoğunlaşmak maksadıyla, üniversite eğitimini yarıda bırakıyor. Çift olarak Suriye’de geçirdikleri üç yılı, eşinin dinin kendisini sorguladığı, bu yüzden orada da kimi insanlara ters düştüğü bir dönem olarak tarif ediyor. Biraz karışık...
Altı ve dokuz yaşlarında iki çocukları var. Büyük olan internetle haşır neşir olduğundan, babasıyla ilgili haberleri kendisi çoktan okumuş bile...
Şimdiye kadar farklı nedenlerden vicdani ret beyanında bulunanlar oldu. Kimi külliyen şiddeti reddediyordu, kimi 30 küsur yıllık savaşı protesto ediyordu. Enver Aydemir’in, askerlik yapmayı reddedişinde dini inancını gerekçe olarak kullanması, vakayı özgün kılıyor. Bir yandan meramında ‘Allah’ın verdiği canı, Allah alır’dan fazlası var. Biraz da bu yüzden çıkışının vicdani ret değil, imani ret olarak adlandırılması gerektiğini düşünenler mevcut. Kader Hanım ise “Vicdanı olanın imanı, imanı olanın vicdanı vardır. Bu ayrıma karşıyım” diyor.
Aile olarak Enver Aydemir’in “Kimseden yardım istemeyin. İlgilenirlerse anlatın” talebini tekrarlamalarına karşın, işin ironik bir yanı varsa, davanın, İslami medyanın yanı sıra biraz da aralarında muhtemelen ateistlerin de bulunduğu savaş karşıtı, anarşist, sosyalist, komünist cephenin gayretiyle görünür olması. Bu özgün vaka onlar arasında bir tartışmaya vesile olacak mı, gelecek günlerde göreceğiz.
İsabetlisi Enver Aydemir’le bizzat konuşmak olurdu, şimdilik imkânsız. Ailenin hassasiyeti yüzünden Enver Bey’in fotoğrafını görmek bile mümkün olamadı. Keza eşi Kader Hanım da kendisinin gazetede görünmesinin çok gerekmediğini ifade etti.
Kafamdaki soruları aydınlatabilmek için ben arka arkaya sordum, alabildiğim cevaplar aşağıda. Bütününde tam aydınlanabildik mi, biraz karışık.
Enver Bey’in askerliği reddederken inancını öne sürmesinin altında, başka bir insanın canını almamak mı yatıyordu? Onu ‘TSK’nın neferi’ olmayı reddedişe götüren, dilini sertleştiren, mesela Bilecik’te annesinin, eşinin, ablalarının başı kapalı diye nizamiyeye alınmaması mı oldu?
Ahmet A.: Bu iki konu birbirini tamamlayıcıdır. Ayrıca demişti ki, “Şu anda silahlı askerin kimi, neyi vurduğu belli mi? Komutan vur dedi miydi, aklını da, vicdanını da, her şeyini de bir yana atıyorsun. İyi midir, kötü müdür, bundan dolayı Allah karşısında hesaba çekilecek miyim?” Savcı beye de bunları söyledi. Türban meselesinden bahsetmedi bile.
Silahsız askerlik yapar mıydı?
Kader A.: Hayır, askerlik süresi kadar kamu hizmetinde çalışırım ama TSK’nın neferi olmam dedi. O da kimliğini, bireysel özgürlüklerini tanıdıkları ölçüde...
Vicdani ret açıklamasında “TSK seçkinlerinin laik değerlere dayanarak dini inançlarıma karşı hasmane duygular beslediğini, bu yüzden laik bir ülkede askerlik yapmayacağımı beyan ederim” cümlesi var. Şunu anlamak istiyorum. Eşi olarak Türkiye’de siz kamusal alanda inandığınız biçimde yaşayabilseydiniz, Enver Bey dini inançlarına karşı hasmane bir duygu hissetmeseydi, ama yine de başka bir insanı öldürme ihtimali olan askerlik mecburi olsaydı, aynı tavrı gösterir miydi?
Kader A.: Ama bu dedikleriniz için askeriyenin değişmesi gerekli. Askeriyenin kendine çizdiği bir tarz var. Bu tarzda hiyerarşi var, militarizm var; biz bunların hepsine karşıyız. Biz Allah’ın eğitiminden geçmişiz, peygamberin, sahabelerin hayatlarını okurken, Kur’an’ı okurken kendimize bir kimlik belirlemişiz. TSK bu kimliği tamamen yok ediyor. Size mal gibi davranılıyor, sorgulama hakkınız yok. Yapmadığınızda insanlığa yakışmayacak cezalar alıyorsunuz. Bunlar tamamen bizim duruşumuza aykırı. Bu yüzden bu uzlaşı pek sağlanamaz.
Daha önce tamamen şiddete karşı olduğu için askerlik yapmayı reddedenler oldu. Ya da bir çatışmalı bölgede Kürt kardeşini öldürmeyi reddedenler...
Kader A.: Aslında bu gerekçe hepsini karşılıyor, çünkü İslam’da kardeşin kardeşi öldürmesi yasaktır. Habil’le Kabil kıssasında da görüyoruz bunu. Gideceksin askere, Kürt kardeşlerinle savaşacaksın. Niye, bir kötülüklerini görmüş müsün? Hayır, yaratılan bir savaş var. Bunu sorgulamak gerekir. Bunu sorguladığınızda da artık bir er olamazsınız. Evet, şiddet insanlığa yakışmayacak bir durumdur. Ancak belki bir savunma metodu olarak savaş olabilir. Savaş Karşıtları’ndan arkadaşlarla görüştüğünde Enver, “Ben sizden ayrılıyorum, siz asla savaşmam diyorsunuz. Ben öyle değilim, kaçınılmaz olduğunda savaşırım” demişti.
Yani cihat fikri uzak gelmiyor kendisine?
Kader A.: Öyle de diyebilirsiniz ama onun da koşullarının oluşması lazım. Cihat için olduğunda da sorgulanır. Öyle kolay değil.
Ahmet A.: Cihat bile sorgulanırken bu mu sorgulanmayacak?
Kader A.: Birçok İslami ülke var, bunun adına birileri cihat dediğinde bakalım cihat olacak mı? Bir tane İslam vardır ama bugün Türkiye’de de, bütün dünyada da birden fazla İslam var. Bunun da sebebi İslam’ın içini boşaltıp sahiplenmeleri. Kimse Kur’an’dan öğrendiği İslam’ı yaşamıyor. O yüzden onun cihat dediğine belki ben cihat demem. Ben zaten cihat olarak almıyorum, müdafaa söz konusu olduğunda oluşacak savaş şartlarından bahsediyorum.
Bir yandan bu olayın duyulmasında antimilitarist bir kitlenin, anarşistlerin, solcuların payı büyük. Dışarıda olsa eşinizin fikir ayrılığı yaşayacağı insanlar bunlar...
Ahmet A.: Hedeflerinde ortaklık vardır, o kadar.
Kader A.: İnsanların bazı şeyleri sorgulamaya başladığını görmek güzel. Yalnız olmadığının kanıtı gibi geliyor bana. Bir taraftan da internetten yorumları okuyorum. Diyorlar ki ‘İslamcıları özgünlüğe davet ediyorum’. Bir kere kavramlara baktığınızda her şey İslam’la beraber çıkmıştır. Mesela devrim... Devrimi bugün sosyalistler kullanıyor olabilir, ama bir şeyi yıkıp, tamamen izlerini silip yerine yenisini koymak İslam’a ait bir şeydir. ‘La ilahe illallah’ bir devrim sözcüğüdür aslında. Şehitlik de İslam kavramıdır; Mehmetçik, peygamber ocağı... İşte TSK bunları kullanarak halkı sömürmektedir, kendi değerleriyle vurmaktadır. Şehit olduğunda anasının başörtüsüne bakmadan gidip öpüyor, ama aynı anne, evladı ölmeden ziyarete gittiğinde başörtüsünü kelebek şeklinde bağlamasını istiyorlar.
Ret beyanında bir laiklik vurgusu var. Laikliğin bugün algılanış biçimiyle mi sorunu var, yoksa kendisiyle mi?
Kader A.: Laik bir ülkede yaşamak istemiyorsan, çek git derler adama. Zaten laiklerle birlikte yaşıyoruz. Ama laik bir ülkeysen niye bu İslami kavramları kullanıyorsun o zaman? Laiklik hakkıyla yaşansa da problem yaşarız ama en azından mertçe yaşarız. Şimdi benim laik olmam düşünülemez, din benim hayatım çünkü.
Eşinizin ocak sonuna ertelenen davası nasıl sonuçlanacak sizce?
Kader A.: Çürük raporu verip bırakacaklar diye düşünüyorum. Çünkü insanlar sahiplendi olayı.
‘Vergisini vermeyene falaka mı var?’
Ahmet Aydemir, memleketi Ağrı’dan Gölcük’e 1982’de gelmiş. Mesleği sorulduğunda “Esnaf” diyor; kuyumcu dükkânları, lokantası, galerisi varken geçen yıl iflasa yakın bir mali çöküş yaşamış aile. Şu an cezaevinde olan Enver Aydemir de, hâlâ var olan aile işlerinde babasıyla birlikte çalışıyor zaten.
Dört kız, altı oğlan babası olan Ahmet Bey, askerliğini İstanbul ve Ankara’da yapmış. “Yani rahattınız...” deyince kahkahayı patlatıyor, “Biraz öyle oldu...”
Enver Bey ve askerlik yaşına gelmemiş iki oğlu dışında bütün erkek çocukları askerlik yapmış.
Kürt kimliğinden dolayı yaşadığı bir sıkıntı olup olmadığını sorduğumuzda, “Artık ne Türk var, ne Kürt” diye giriyor lafa, “Parçalasan Türk’ün yarısında Kürt çıkar, Kürt’ü parçalasan yarısı Türk... Melez olmuşuz artık.”
1973-80 yıllarında Selamet Partisi için ‘canını, malını, her şeyini’ verdikten sonra, gördüğünü söylediği bazı yanlış durumlardan dolayı partiden elini eteğini çekmiş. Şu anda ‘Diğer marka ayakkabıların su aldığı kesin’ olduğu için AK Parti’ye oy veriyor.
Meramını kendi kendine şöyle özetledi o gün: “Bu ülke hepimizin ülkesi. Hiç suç işlemeyen insan yoktur, ama Allah’a göre suç var, kula göre suç var. Bu beşeri sistemde bu çocuğun askerlik yapmamasının bir cezası varsa, ki avukatların, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin dediğine göre mecburiyeti olmaması lazım, olsa bile başka bir yolu olur. Vergisini vermeyen işkence mi görüyor, falakaya mı yatırılıyor? Yüzde 90’ı Müslüman olan bir ülkedeyiz. Her ailenin açığı var, kapalısı var. İnsanları birbirine düşman ettirmenin âlemi var mı?”