ANKARA (İHA) - Yerel seçimlerin ardından suların durulmadığı CHP'de en sert eleştirileri Genel Başkan Deniz Baykal'ın 3 Kasım 2002 seçimlerinde partinin vitrine taşıdığı Zülfü Livaneli ve Yaşar Nuri Öztürk'ten geldi.
Baykal'ın 3 Kasım seçimlerinde meydanlarda birlikte oy istediği İstanbul Milletvekilleri Öztürk CHP yönetiminin çarpık görüşler içinde olduğunu savunurken, Livaneli "Partide herkesin bildiği ama çok az kişinin dile getirdiği 'halk Baykal'ı istemiyor' gerçeği var" dedi. Baykal'ın siyasete soktuğu diğer isim Kemal Derviş de Baykal'a rakip olarak gösterilirken, partinin yasaklarla eşit olduğunu öne sürdü. Yerel seçimlerin ardından 'istifa et' baskısı altında kalan Baykal'ın başını en çok vitrine taşdığı izsler ağrıtıyor. Dana önce Meclis'teki performansları ile eleştire konu olan Derviş, Livaneli ve Öztürk, partiye yönettikleri eleştiriler ile dikkat çekiyor.
CHP'nin TBMM Grubu'nda partiye yönelik en sert eleştiriler, Baykal'ın "Aydın din adamı" olarak tanımladığı Yaşar Nuri Öztürk'ten geliyor. CHP'nin 30. Olağan Kurultayı'nda Parti Meclisi'ne (PM) alınmadığı için Baykal'ı kendisini kandırmakla suçlayan Öztürk, yerel seçimlerden sonra partiyle ilgili yeni iddiaları dile getirmeye başladı. Öztürk, önceki gün bir televizyon programında CHP'nin 'çarpık bir laiklik anlayış' a sahip olduğunu ileri sürdü. İnsanların 'Allah' dediklerinde bile CHP'lilerin "Laikliğe aykırı davranıyorsun" refleksine girdiğini anlatan Öztürk, "CHP'nin dinle sorunu var çünkü çarpık bir laiklik anlayışı var" dedi. Öztürk, Baykal'la ilgili fazla yorum yapmak istemediğini de belirterek, "Son 15 yılda çok genel başkan gelip geçti. Gelmeyen tek şey başarı oldu. CHP'yi düzeltmek Baykal'ı değiştirmekle de olmaz, sosyal demokrasi anlayışının değişmesi lazım" diye konuştu. Kurultay sonrası seçmene saygısı olduğu için istifa etmediğini açıklayan Öztürk, gelinen noktada ise partiden ayrılmanın seçmene olan saygıyı göstereceğini kaydetti.
CHP'nin ünlü sanatçı milletvekili Zülfü Livaneli de Baykal'a tepkili milletvekillerinden biri oldu. Livaneli, geçtiğimiz günlerde yerel seçim sonuçlarına ilişkin değerlendirmesinde halkın Baykal'ı istemediğini öne sürdü. CHP'nin bu anlayışla devam ettiği taktirde birkaç yıl içinde ANAP ve DSP ile aynı kaderi paylaşabileceğine dikkat çeken Livaneli, 28 Mart seçimlerinde birçok seçmenin AK Parti'nin güçlenmemesi için bağrına taş basarak CHP'ye oy verdiğini söyledi. Livaneli, "Baykal'ın seçimlerin ertesi günü CHP'yi başarılı ilan eden konuşmasından sonra binlerce kişinin kendisini kandırılmış gibi hissettiğini, samimiyetinin ve iyi niyetinin istismar edildiği duygusuna kapıldığını çok iyi biliyorum" diye konuştu. Yeni bir seçimde CHP çok daha az oy alacağını belirten Livaneli, "Bu iş Baykal'la gitmiyor. Ama o da ne olursa olsun koltuğu terk etmemek için tüzük ve delege taktiklerine başvuruyor. Yazık, kendisine de yazık. Yoksulla ve solla bağımız zayıfladı" ifadelerini kullandı.
Baykal'a rakip olarak gösterilen Genel Başkan Yardımcısı Kemal Derviş ise parti politikalarıyla ilgili son eleştirisini hazırladığı raporda dile getirdi. Geçtiğimiz günlerde raporu Merkez Yönetim Kurulu (MYK) üyelerine de dağıtan Derviş, CHP'nin 'devlet, yasaklar, güdüm" gibi olgularla eş anlamlı hale geldiğini kaydetti. Olumsuz algılamaların aşılması açısından özgürlüklere sahip çıkılmasını isteyen Kemal Derviş, 1920 ve 1930'lu yıllardaki uygulamalarıyla sınırlanmış bir Atatürkçülüğün tek siyasi kaynak olarak ele alınmasını da yanlış buldu. Derviş, "Atatürkçülüğü bugünün Türkiye'sinde tek bir partiye, tek bir siyasi tercihe indirgeme anlamına gelebilecek bir yaklaşımdan kaçınılması gerekmektedir. Laiklik gibi en temel ilkelere karşı çıkılmadıkça, Atatürkçülüğün çeşitli siyasi tercihlere sahip yurttaşlar tarafından benimsenmesi doğaldır" görüşlerini dile getirdi. Derviş, partisini özgürlükler konusunda da eleştirerek, "Türkiye'de özgürlüklere CHP'den daha çok sahip çıkan bir parti olmamalıdır. Sosyal demokrasinin ekonomiyi yönetmekte beceriksiz olduğu yönünde, geçmişte bir doğruluk payı da taşımış olan düşünceyi silmek gerekiyor. Sosyal demokrasi yalnızca bir hakça gelir dağılımı aracı değil, aynı zamanda sürdürülebilir, ülkeyi krize sokmadan gerçekleştirilen, yeterince yüksek ve düzenli bir büyümenin güvencesi olmalıdır" ifadelerini kullandı.