Rusya'da anayasa değişiklikleriyle ilgili oylamadan alınan resmi olmayan ilk sonuçlar değişikliklerin beklendiği gibi halk tarafından onaylandığını gösteriyor.
Merkez Seçim Komisyonu'nun açıkladığı ilk sonuçlara göre, sandık başına gelenlerin yüzde 70'den fazlası değişikliklerin kabulü yönünde oy verdi.
Toplam 206 değişiklik içinde uluslararası kamuoyunda asıl öne çıkan, 67 yaşındaki Devlet Başkanı Vladimir Putin'e görev süresinin dolacağı 2024 yılından sonra, isterse ve aday olmaya karar verirse 2036'ya kadar iktidarda kalabilme hakkı veren öneri oldu.
Virüs salgını ve ekonomik kriz nedeniyle sıkıntılı günler yaşayan halkın oylamaya ilgisini artırabilmek amacıyla değişikliklerin arasına pek çok "cazip" madde konuldu.
Değişikliklerin kabul edilmesi, Putin'in 2024'den sonra da mutlaka başkanlık koltuğunda oturmaya devam edeceği anlamına gelmiyor.
Rusya liderinin önünde üç seçenek var: Yeniden aday olmak, güçlendirilmiş devlet komitesinin başına geçerek perde arkasından iktidarını sürdürmek ya da kimse beklemese de köşesine çekilmek.
Peki, 1999'dan bu yana iktidarda bulunan ve artık "çar" diye anılmaya başlanan Putin kim?
"Son 20 yılda uluslararası alanda adından en çok söz ettiren lider kimdir" diye bir soru sorulsa herhalde büyük çoğunluk onu işaret eder.
Ama ortada garip bir durum var: Putin ne kadar ünlü olsa da hakkındaki bilgiler son derece sınırlı.
Üstelik, geçmişiyle ilgili bilgilerin neredeyse tamamına yakınının tek bir kaynağı var.
1999 yılının son günü aniden istifa eden Boris Yeltsin'in yerine devlet başkanlığını vekaleten üstlenen Putin, 26 Mart 2000'deki seçimler öncesi üç gazeteciyi Kremlin'e çağırdı ve hayat hikâyesini anlattı.
İşte, bugün "Putin'in geçmişi" diye bilinenlerin büyük bölümü "Başkan Anlatıyor" adıyla yayımlanan o kitaba dayanıyor ve bu bilgileri başka bir kaynaktan doğrulama ya da yalanlama olanağı bulunmuyor.
Kalan sınırlı bilginin kaynağı ise, başta Maşa Gessen olmak üzere bazı Rus ve yabancı gazetecilerin onun hakkında yazdığı kitaplar.
Böylece ortaya şöyle bir "Putin portresi" çıkıyor:
1952 yılında Leningrad'da (şimdiki St. Petersburg) doğdu. "Komünalka"da yani birden fazla ailenin mutfak, banyo ve tuvaleti ortak kullanıldığı bir evde yaşıyordu.
Parlak bir öğrenci değildi, evde babasının baskısıyla büyüyordu. Bir seferinde yaramazlık yaptığı için babası kemerle dövmüştü. Kendi deyimiyle "serseri", sokağa meraklı bir çocuk olduğu için babası onu spora yönlendirdi.
Boks, sambo derken judoda karar kaldı; cılızlığından kaynaklanan öz güven sorununu aşmasına spor yardım etti.
16 yaşında KGB'nin kapısını çaldı, "Ajan olmak istiyorum" dedi. Üniversiteyi bitirip başvurmasını, hukuk okumasını önerdiler.
Başarılı bir öğrenci olmamasına karşın her 40 başvurudan sadece birini kabul eden Leningrad Devlet Üniversitesi'ni kazandı, son sınıfta yani 1975 yılında KGB'ye kabul edildi.
Genel olarak dikkat çekmeyen performansıyla örgütün değişik okullarında öğrenim gördü. Moskova'daki Kızıl Sancak Enstitüsü'ndeki sınıfında takma adı "Yoldaş Platov"du.
Hocası Albay Mihail Frolov'un onun hakkındaki değerlendirmesinde olumlu ve olumsuz yönler vardı: "Keskin bir zekaya sahip ama bilgiçlik taslama, içine kapanık olma, çevresiyle iletişim kurmaktan kaçınma ve tehlike algısının düşüklüğü gibi özellikleri var."
KGB'de çalıştığını kimseye söylemiyordu, bir seferinde yakın arkadaşının ısrarlı sorularına, "Ben insan ilişkileri alanında uzmanım" yanıtını vermişti.
1980 yılında Aeroflot iç hat hostesi Lyudmila Şrebneva ile evlendi, iki kızı oldu. Yıllar sonra boşandığı Şrebneva bir röportajda, "İlk görüşte aşk değildi. Yolda görsem dönüp bakmazdım bile" demişti.
1985 yılında her Sovyet vatandaşının hayalini süsleyen yurt dışı göreve atandı. Ancak Batılı ülkelerden birine değil, Doğu Almanya'ya, hem de başkent Berlin'e değil Dresden'e.
Burada beş yıl kaldıktan sonra dönerken Sovyetler'deki kronik mal sıkıntısı nedeniyle eski çamaşır makinesini de getirdi.
Sadece Doğu Bloku değil ülkesi de sallanıyordu ve artık yarbay rütbesinde 37 yaşında bir KGB görevlisi olarak geleceğine dair kuşku duyuyordu.
Eski hocası, Leningrad'ın popüler ve karizmatik belediye başkanı Anatoliy Sobçak'la yeniden karşılaşınca, umduğu heyecanı bulamadığı ajanlığı bırakmaya karar verdi. Belediyede dış ilişkilerden ve yabancı yatırımlardan sorumluydu.
Onu yolsuzlukla suçlayan da vardı, ünlü iş adamı Boris Berezovskiy gibi, "Hayatımda ilk defa rüşvet almayan bir bürokrat gördüm" diyen de.
1996 seçimlerinde patronu Sobçak'ın yenilgiye uğraması Putin'i beklemediği bir yol ayrımına getirdi. Çalışkan, işini ciddiye alan ve iyi yapan, sorumluk sahibi, enerjik, sadık ve vefalı bir bürokrat olsa da kayda değer bir başarısından söz edilemezdi.
Aslında henüz 44 yaşındaydı ama yolun sonuna geldiği duygusuna kapılmıştı, aklında avukatlık yapmak ya da judo antrenörü olmak vardı.
İşte, iş aramaya başladığı o günlerde Kremlin Başkanlık Dairesi Başkanı Pavel Borodin'den gelen beklenmedik teklif hayatını değiştirdi.
1996 yaz aylarında Borodin'in yardımcısı olarak Moskova'da çalışmaya başladı, hukuk işleri ve Rusya'nın yurt dışındaki taşınmazlarından sorumluydu.
Sanki "gizli bir el" ona yardım ediyordu. Bazılarına göre, bu hızlı yükselişi gizli servisle ilişkisinin aslında hiç kesilmemiş olabileceğinin bir işareti olabilir.
1988 yılının ortalarında ofisinde çalışırken gelen bir telefon üzerine Başbakan Sergey Kiriyenko'yu karşılamak için havaalanına koştu.
Bebek yüzlü Kiriyenko uçaktan iner inmez yanına geldi ve "Selam Volodya (Vladimir'in küçültülmüşü) Tebrik ederim, FSB başkanı oldun" dedi.
KGB'nin yerini alan gizli servisin başına getirilmek hoşuna gitmemişti, "Aynı nehirde iki kez yüzülmez" diye düşündü ama reddetme şansı yoktu.
30 Temmuz 1988'de saygın Kommersant gazetesi onunla yapılan bir söyleşiyi manşetten yayınladı. Bu, Rus kamuoyuyla ilk gerçek karşılaşmasıydı.
Yaklaşık bir yıl sonra, 5 Ağustos 1999'da Yeltsin Kremlin'e çağırdı ve "Vladimir Vladimiroviç, bir karara vardım, sizi başbakanlığa getirmek istiyorum" dedi. Putin'in, "Hazır mısınız" sorusuna yanıtı, "Nerede görev verirseniz orada çalışırım" oldu.
Anılarına göre, aslında Yeltsin'in kafasında bir plan vardı, "Peki, ya en üst düzey görev" diye başkanlığı ima etti.
Putin, "Bilmiyorum Boris Nikolayeviç, buna hazır olduğumu sanmıyorum" yanıtını verdi.
Kaderin cilvesi, morali bozuk şekilde iş aramaya başlamasından sadece iki yıl sonra Rusya'nın "2 numaralı koltuğu"ndaydı.
Biri Putin'in resmen başbakan olmasından iki gün önce, diğeri birkaç hafta sonra Rusya'da çok önemli iki olay yaşandı.
7 Ağustos'ta Çeçen komutan Şamil Basayev'le Arap Hattab 1400 militanla komşu Dağıstan'a sürpriz bir saldırı düzenledi.
Askeri açıdan başarıya ulaşabileceği çok kuşkulu, Rusya'yı son derece öfkelendireceği kuşkusuz bir saldırıydı bu.
Rusya Federasyonu içinde yer alan Çeçenistan, 1991'de bağımsızlık ilan etmiş, Moskova 1994 yılında isyanı önlemek için savaş başlatmış ancak kaybetmiş ve Çeçenistan fiilen bağımsız olmuştu.
Bu saldırı, Rusların savaşın bittiği 1996 yılından beri beklediği fırsattı, önce Dağıstan'da çatışmalar başladı, ardından 30 Eylül'de Rus ordusu Çeçenistan'a girdi. İlginç bir şekilde, kamuoyunda öne çıkan "başkomutan" Yeltsin değil, Başbakan Putin'di.
Ama savaşın başlamasından önce çok önemli bir olay daha yaşandı: 4-16 Eylül tarihleri arasında Moskova'daki apartmanlarda peş peşe bombalar patladı, 293 kişi hayatını kaybetti. Onlar kabul etmese de, Rusya suçlu parmağını Çeçenlere yöneltti.
Öyle ya da böyle, bu iki olay sonucu başlayan savaş, o ana kadar çok az tanınan Putin'in yıldızının parlamasını sağladı.
Ve 31 Aralık'ta dünya milenyuma girmeye hazırlanırken Yeltsin görev süresinin dolmasına üç ay kala aniden istifa edince Putin başkanlığı vekaleten üstlendi.
1 Ocak sabahına Ruslar Çeçenistan'a giden yeni liderin savaş uçağında çekilmiş görüntüleriyle uyandı, bundan sonra benzer "imaj çalışmaları"nı çok göreceklerdi.
Artık "Yoldaş Platov'lu yıllar başlıyordu.
Yeltsin korkunç bir miras bırakmıştı: Dağılmanın eşiğine gelmiş, vatandaşlarına maaş ödeyemeyen, askerlerine tayın çıkaramayan, sokaklarında mafya kol gezen, ulusal serveti yağmalanan, ahlaki çöküşün eşiğinde ve uluslararası alanda ciddiye alınmayan bir ülke.
Yanına St. Petersburg'daki arkadaşlarını topladıktan sonra ilk işlerinden biri, eski dönemde "palazlanan" ve siyasete müdahale etmeye başlayan oligarkları "hizaya getirmek" oldu.
Ardından, Yeltsin zamanında büyük ölçüde özgür olan başta NTV kanalı medyayı devlet şirketleri aracılığıyla ele geçirdi. Rusya'yı ayağa kaldırma yolunda engel gördüğü muhalefeti etkisizleştirdi, "halka ne kadar demokrasi gerektiğine yöneticiler karar verir" diye özetlenebilecek "kontrollü demokrasi"ye geçti, merkezin otoritesini güçlendirdi.
Artan petrol fiyatlarının da yardımıyla halkın ekonomik durumunda nispi iyileşme sağladı.
Enerjiyi dış politikanın araçlarından biri haline getirdi.
Belki de en önemlisi, Rusya'yı uluslararası sahneye yeniden bir güç olarak çıkardı, böylece Rusların kırılan onurunu tamir etti, ülkeleriyle tekrar gurur duymalarını sağladı.
2008 yılında, NATO hayalleri kuran Gürcistan'la savaştı, Ukrayna'nın Batı yörüngesine girmesi üzerine 2014 yılında Kırım'ı ilhak etti, 2015 yılında Suriye'deki iç savaşa müdahil olarak askeri operasyonu ilk kez eski Sovyet toprakları dışına taşıdı.
Rusya'yı uçurumun kenarından çekip alan, uluslararası dengeleri değiştiren, "demokrasi karnesi" sorgulanan, ekonomideki performansı eleştirilen ve belki de 2036'ya kadar kendisinden söz ettirmeye devam edecek bir liderin büyük ölçüde kendi anlattıklarına dayanan öyküsü böyle.