Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Tunceli’de 1938’de yaşanan olaylar nedeniyle özür dilemesine karşılık, yargının 2011’de “hak” talebinde bulunanlara “egemenlik hakkı” ile yanıt verdiği ortaya çıktı. Birbirinin neredeyse aynısı olan kararlarda, Başbakan’ın olaylarda 13 bin 806 kişinin öldüğünü, 11 bin 683 kişinin sürgün edildiğini açıklamasına karşılık, isyanlara karışanlar dışında zarar görenin olmadığı, devletin ölçülü biçimde egemenlik hakkını kullandığı savunuldu. Dosyalar, savcılıkların kararları nedeniyle AİHM’ye taşındı.
2011’de Tunceli ve ilçelerindeki savcılıklar, Dersim olayları ile ilgili yapılan 4 ayrı suç duyurusunu takipsizlikle sonuçlandırdı. Başvurularda, şu iddialar yer alıyordu:
Tarihleri: 0.0.1938
- Akgün davası: 1938’de Tunceli Nazımiye’de aralarında devlet memuru dedesinin de bulunduğu aile mensupları kurşuna dizilen Hüseyin Akgün, kalanlarla birlikte Kütahya’ya sürüldü. 1947’de çıkan afla geri dönen aile, tarla ve evlerine el konulması nedeniyle bunları geri istedi. 1955’te konuyla ilgili kurulan komisyon, aileye topraklarını geri vermedi. Akgün, topraklarının verilmesi, ailesinin gömüldüğü toplu mezarın açılarak sorumluların cezalandırılması için suç duyurusunda bulundu.
- Efo Bozkurt davası: Efo Bozkurt ve aralarında Kurtuluş Savaşı’nda İstiklal Madalyası alan babasının da bulunduğu aile mensupları, kurşuna dizildi. Kurşuna dizildikleri sırada bazı aile mensuplarının küçükleri ve kadınları korumak için önlerine atılmaları sayesinde, ailenin bazı mensupları sağ kurtuldu. Bozkurt, toplu mezarların açılması ve ailesinin öldürülmesi nedeniyle suç duyurusunda bulundu. Bozkurt, sağ kurtulan babasının İstiklal Madalyası belgesinin ve annesi dahil ailesinden öldürülenlerin kütükteki ölüm tarihinin “0.0.1938” olarak gözüktüğü belgeyi de savcılığa sundu.
- Karadağ davası: Dersim olayları sırasında ailesi öldürülen ve el konulan malları üçüncü kişilere satılan Ali Karadağ, malların iadesi için suç duyurusunda bulundu.
- Toplu mezar davası: Olaylar sırasında Dersim’den Erzincan’a giden köylülerden 95 kişi kurşuna dizilerek gömüldü. Bu kişilerin bulunduğu yerdeki kemikler, yakın zamanda toprak altından görülmeye başlandı. Bunun üzerine, toplu mezarın açılarak, öldürülenlerden geriye kalan kemiklerin ailelerine teslim edilmesi için savcılığa başvuruldu ve sorumluların cezalandırılması istenildi.
Cevaplar basılmış gibi
Benzer olaylar için de örnek oluşturan başvuruları görüşen savcılıklar, neredeyse birbirinin kopyası olan gerekçelerle 4 şikayet dilekçesini de takipsizlikle sonuçlandırdı. 2011 Şubat, eylül ayları arasında verilen takipsizlik kararları üzerine davalar, AİHM’ye taşındı.
Tunceli ve Hozat savcılıklarınca verilen ve diğer savcılıklarca da örnek kabul edilen olaylarla ilgili takipsizlik kararında, tarihe geçecek ifadeler kullanıldı. Birbiriyle neredeyse aynı olan ve küçük kelime farklılıkları dışında aynı cümleleri içermesi nedeniyle “matbu” hazırlandığı izlenimi yaratan kararlarda, özetle, şu ifadeler yer aldı:
“TCK’da yer alan soykırım suçu ile insanlığa karşı işlenen suçlarla ilgili maddenin 76. maddesinin gerekçesinde açıkça, Türkiye’nin BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni 1950 tarihinde çekince koymaksızın onayladığı belirtilmiştir.
Mümkün değil olamaz
Şikayetçilerin iddia ettiği ölüm vakalarının bu suçlar kapsamında değerlendirilmesi hem hukuken hem de tarihsel olarak mümkün değildir. 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti devletine karşı bölgesel nitelikte silahlı bir isyanın baş gösterdiği, isyancıların devletin bölünmez bütünlüğünü bozacak hadde varan eylemlerde bulunduğu, devletin de kaynağını uluslararası hukuktan alan milli egemenlik hakkının kullanılması çerçevesinde bu silahlı isyancıların ülkemizin milli egemenliğini parçalama aşamasına varan eylemlerini lüzumu hasıl olduğu takdirde silah da kullanmak kaydıyla etkisiz hale getirdiği, ancak bunun belirtildiği üzere isyancı kişilerle sınırlı kaldığı tarihsel bir gerçekliktir.”
Ölçülü şekilde bastırdı
Merkezi otoritenin güçlendirilmesine karşı çıkan birtakım aşiret reisleri isyan hareketine başlamış, isyancılar karakollara silahlı baskınlarda bulunmuş, intikal halindeki askeri birliklere saldırmış, askerleri şehit etmişlerdir. 4 yıl süren silahlı isyan hareketi karşısında devlet de egemenlik hakkını meşru sınırları içerisinde kullanmış, isyanı ölçülü bir şekilde bastırmış, aşiret reislerini de dönemin hukuk sınırları içerisinde cezalandırmıştır. ... Bu mücadelesinin dayanağı da milletlerarası hukukta ifadesini bulan milli egemenlik hakkı olmuştur.
Şikayetçinin isnat etmiş olduğu eylemler hiçbir surette kabul edilmemekle birlikte ... TCK’nın 102. maddesindeki zamanaşımı süresi dikkate alındığında her ölüm vakası açısından kanundaki zamanaşımı süresinin geçtiği, bu nedenle isnat edilen suçlar bakımından da işlem yapılmasına gerek olmadığı anlaşılmıştır.