İSTANBUL (AA) - Bilim ve Sanat Vakfı Türk Sineması Araştırmaları (BİSAV TSA) tarafından, Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü desteği ve İstanbul Şehir Üniversitesi'nin katılımıyla gerçekleştirilen "2. Eskimeyen Film Günleri" kapsamında, "Yeni Türk Sineması'nda Taşra Temsili" paneli düzenlendi.
BİSAV'da gerçekleştirilen panelde konuşan yazar Hasanali Yıldırım, "taşra" kavramının bir yandan aşağılama bir yandan olumlama aracı olarak kullanıldığını söyledi.
Yıldırım, taşranın "dış, dışarıdaki" gibi anlamlara geldiğini belirterek, "Belirgin veya örtülü bir şekilde taşra ifadesinde küçültme kastı her daim oldu. Buna karşın içtenlik, doğallık, bozulmamışlık gibi olumlu anlamlarda da kullanılmış ama her iki tabirde de bir dışarılık yüklemesi var." dedi.
- "Edebiyatımız taşrayı hiç sevmez"
Taşranın birçok yan anlamı olduğuna vurgu yapan Yıldırım, şöyle devam etti:
"Coğrafi bir deyim olmasına rağmen aslında taşra benim için bir yeri işaret etmiyor. Haritada 'şurası taşradır' pek diyemiyoruz. Ufuk çizgisi gibi nerede başlayıp bittiği belli olmayan bir kavram. Biz neredeysek onun dışında kalan yerler taşra. İnsan da 'ben' idrakı bir şekilde var olan birisi. 'Ben'in taşrası nerede başlar? Ben neredeysem benim dışım taşra. İnsan için de bu açıdan bakmak gerekiyor."
Yıldırım, edebiyatta taşrayı bütün boyutlarıyla anlama olgusunun pek görülmediğine işaret ederek, "Edebiyatımız taşrayı hiç sevmez, taşra pek kullanılmaz. Büyük romanlarımızda, öykülerimizde taşra varsa bile orası pek sevimli olarak gösterilmez. Köy romanlarında da toplumcu, gerçekçi bir yaklaşım var. Bunların çoğu da köy enstitülerinden mezun olup oralara vefa borcuyla yaklaşan yazarlar. O kitaplarda bile ağa, maraba, sınıf çatışması kavramları sanki marstan yazılıyor. Taşra hakikatinden kopuk, ideolojik, köyü anlamayan, oraları at gözlükleriyle tasnif etmeye kalkışan bir yaklaşım var." ifadelerini kullandı.
- "Anayurt Oteli filmini izlediğimde kanım çekildi"
Senarist ve yazar Tarık Tufan da hayatında en büyük özentisinin yazın köyüne giden kırmızı yanaklı çocuklar olduğunu dile getirdi.
Yönetmenlerin Anadolu'nun hangi yüzüyle muhatap olduğunun yaptığı filmleri ve işlediği hikayeleri etkilediğini aktaran Tufan, "O dönemlerde köy-şehir arasındaki sosyolojik fark bu dönem kadar açılmadığı için o dönem taşrasına ait filmler bugün hissettiklerimize çok yakın gelmiyordu. Anayurt Oteli filmi bu durumu değiştirdi. Bu filmi izlediğimde kanımın çekildiğini söyleyebilirim. Taşra ve taşradaki bir otelle bizi karşı karşıya bıraktı ve taşraya olan düşüncelerimizde bir kırılma oluşturdu." değerlendirmesinde bulundu.
Tufan, taşrayı bir ara form şeklinde nitelendirerek, şunları kaydetti:
"Kendinden mülhem bir taşra yok. Her ara formda olduğu gibi taşrada da doğal olarak bir tamamlanmamışlık, yarım kalmışlık, köklerden tam kopamamışlık var. Taşra, ne bir mekana, ne bir insan davranışına karşılık geliyor, mekanla da ilişkisi olan bir hal ve durum benim için. Tavır, düşünme, hissediş, kendinle ilişki kurma biçimi olarak şehirde de taşra var aslında."
- "Taşra sadece hüzünlü bir yer değil"
Akademisyen ve yazar Alim Arlı ise her dönem sanatın ve sinemanın siyasal ve toplumsal çerçevesine eğilmek gerektiğini ifade etti.
Taşraya farklı dönemlerde çeşitli anlamlar yüklendiğine dikkati çekerek, "Taşra hikayelerinde bence Nuri Bilge Ceylan filmleri önemli bir dönüm noktası. 'Kasaba' ve 'Mayıs Sıkıntısı', eski dili yerle bir eden güçlü filmler. Taşra filmlerinde o zamana kadar karşımıza çıkan alışılmış hikayeler, bir anda taşraya sığınma, ona dönüş, bir dostluk arayışını da içine almaya başlıyor. 'Uzak' ve 'İklimler' filmlerinde taşralının şehre bir türlü tutunamamalarını gördük. Öncesinde ise bir şekilde şehir yaşamına tutunuyordu taşralılar." şeklinde konuştu.
Öğretim görevlisi Murat Tırpan da yeni Türk sinemasının kahramanlarının taşraya sığınmaya çalıştığı yorumunu yaptı.
Taşranın sadece hüzünlü bir yer olmadığını belirten Tırpan, taşra neşesinin "Dondurmam Gaymak", "Entelköy Efeköy'e Karşı" ve "İftarlık Gazoz" gibi filmlere yansıdığını anlattı.