Yazı ve fotoğraflar: Kubilay Akdemir
Aysız gecelerde kaç yıldız görebiliyoruz; beş, on, yirmi? Normalde çıplak gözle iki bin civarında yıldız sayılabilmeli. Gökyüzünü, kocaman Samanyolu süslemeli. Gözlerimiz karanlığa alışınca açık yıldız kümelerini ve bulutsuları fark edebilmeliyiz. Fakat şimdi çıplak gözle ancak on beş - yirmi kadar gök cismini görebiliyoruz. Bu kaybın nedeni ışık kirliliği.
Doğadaki tüm canlıların ışığa ihtiyacı olduğu kadar karanlığa da ihtiyacı var. Milyarlarca yıllık evrimleşmenin sonucunda oluşan canlıların uyku düzeniyle gündüz-gece düzeninin eşzamanlılığı artık sanayileşmeyle son bulmuşa benziyor. Bu düzen bozukluğu sadece insanları değil tüm canlıları olumsuz etkiliyor. Geceleri göç eden kuşlar ışıklandırılmış yüksek binalara çarparak ölüyor. Sadece ABD’de yılda yüz milyon kuş bu şekilde can veriyor. Gece sokak aydınlatması çevresinde toplanan sinekler ve sinekleri avlamaya çalışan diğer canlılarla tamamen yapay bir mikro ekosistem oluşuyor. Havanın kararmaya başlamasıyla güzel (!) görünsün diye ağaçlar ışıklandırılarak uyumasına izin verilmiyor, canlının fotosentez döngüsü bozuluyor. Belediyeler daha aydınlık olsun diye yolları, binaları, park ve bahçeleri gereğinden çok daha fazla ışıklandırıyor.
Halk dilinde karpuz olarak adlandırılan ışıklandırma türü, aydınlatması gereken kendi altı yerine gökyüzü dahil her yönü aydınlatabiliyor. Enteresan ki belediyeler de en çok bu aydınlatmayı tercih ediyor. Bunun gibi yanlış tasarım ve uygulama örnekleriyle enerji kullanımı fazlalaşıyor, işlev azalıyor. Aydınlatmanın yanlış yönde ve fazla olması ışık kirliliği olarak tanımlanır. Gökyüzünün bu fazla ışıkla aydınlanması, başta doğaya zarar verirken, amatör ya da profesyonel gökbilimle uğraşan herkesin korkulu rüyası haline geliyor.
UNESCO, Uluslararası Astronomi Birliği (IAU), Avrupa Güney Gözlemevi (ESO), Uluslararası Karanlık Gökyüzü Birliği (IDA) gibi birçok kurum 2007 yılında Kanarya Adaları’nda yapılan toplantıda bir bildiri yayınladı. Bu bildiride “insanlığın ekonomik, sosyal, kültürel hakları gibi kirlenmemiş bir gökyüzünün de vazgeçilmez hak olduğu” belirtildi. Türkiye’de de ışık kirliliği konusunda bilimsel çalışmalar yapılsa da uygulamada pek başarı sağlanamıyor. TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi (TUG), Antalya’nın kontrolsüz ışık kullanımından şimdiden payını aldı. Ege Üniversitesi Gözlemevi ise İzmir’in ışıkları içinde çoktan işlevini kaybetti. TÜBİTAK Ulusal Gözlemevi’nin kurucularından ve ilk müdürü Prof. Dr. Zeki Aslan, konuyla ilgili yıllardır her platformda kurumları bilinçlendirmek için emek harcayan bilimcilerden biri. Aslan’ın TUG’un karanlık gökyüzü için otuz kilometre çapındaki alanının koruma altına alınması önerileri dikkate alınmadı. Bunula da kalmayıp TUG gözlemevi yakınında mermer ve taşocakları açıldı. Bu ocaklardan çıkan toz ve bu tozların şehir ışıklarıyla aydınlanması, gözlemevini tehdit ediyor. Oysa karanlık gökyüzü farkındalığına önem veren ülkeler, kaliteli gökyüzü ve enerji tasarrufundan kazanç elde etmenin yanı sıra orta ve uzun vadede alternatif turizmden hatırı sayılır gelir de elde edecek. Şimdiden dünyanın birçok yerinde karanlık gökyüzü parkları ve koruma alanları binlerce meraklıyı, astro-fotoğrafçıyı, amatör ve profesyonel astronomu ağırlıyor.
Işık kirliliği haritalarından dünyada nerelerin gözlem için uygun olduğu tespit etmek mümkün. Filipinler’deki Palavan Adası’nda yer alan Las Cabanas, Napcan ve El Nido bölgesi ışık kirliliği konusunda şu an için şanslı. Karanlıkta gökyüzünü görebileceğimiz yerler dünyada hızla azalıyor. Binlerce ışık yılı mesafedeki yıldızları görebileceğimiz El Nido gibi yerleri bulunca da korumak, farkındalığa sahip insanlara düşüyor.