Pir Sultan Abdal bir şiirinde zamanın Sivas Valisi Hızır Paşa için,
“Yürü bre Hızır Paşa,
Senin de çarkın kırılır.
Güvendiğin o padişah
Bir gün gelir, o da ölür” demişti.
Neden böyle bir şey demeye ihtiyaç duymuştu büyük ozan? Konumu neydi? Hızır Paşa nasıl bir insandı?
Bütün bu soruların yanıtını bu konuda çalışma yapan değerli bilim adamlarına bırakacağım.
Kıymetli okurlarım da, duyarlı bir insanı böyle bir tepki göstermeye zorlayan, gerçekten incelenmeyi hak eden bu ilginç konuyu internet kaynaklarından araştırabilir, ayrıntılarına bakabilirler.
Ben bu yazımda yukarıdaki dörtlükten aldığım ilhamla yönetim süreci ve yönetimde taraflar ile ilgili kimi fikirlerimi dile getirmeye çalışacağım.
*
Her düzeyde yönetenler ve yönetilenler tarihin her döneminde, dünyanın her yerinde her zaman karşıt konumlarda durdukları için farklı ve çeşitli sorunlar yaşamışlardır. Birbirlerine karşı yanlışlar yapmış, karşılıklar görmüşlerdir. Duruma göre karşı tarafı doğru yapmaya ya da yanlış yapmaya zorlamışlardır. Duruma göre tarafların biri ya da ikisi uzlaşma zeminleri aramış, bulmuş varlıklarını, ilişkilerini sürdürmüşlerdir. Bazen mevcut kuralları tam olarak uygulamaya çalışırken; bazen kendi nefislerine çalışırken diğer tarafı zor durumda bırakmışlardır.
Yönetenin gücünü nereden aldığı bu anlamda hep önemli olmuştur. Yöneten mutlak söz sahibi bir kral, padişah, imparatorsa işler başka yürümüş, seçilmiş bir başkansa, yöneticiyse başka; baba-anne gibi doğal koşullarla yönetici konumuna gelmiş biriyse başka. Tek başına yöneten biriyse başka olmuş, birden fazla kişi yönetimi paylaşıyorsa başka.
Yöneten acımasız, anlayışsız biriyse işler başka yürümüş, alçakgönüllü ve anlayışlı biriyse başka.
Yönetenler çoğu zaman bir ya da birkaç kişi iken, yönetilenlerin sayısı farklılık göstermiş, duruma göre bir kişi ile milyonlarca kişi arasında değişmiştir.
Zor şeydir yönetim. Yönettiğiniz insanlarla kolay olmayan belli bir işi belli bir sürede ya da belli bir kalitede bitirmeyi, belli bir sonucu elde etmeyi hedefliyorsanız ve yetkileriniz kısıtlıysa zorlanırsınız. Çalışanlarınızın güçlü destekleri, dayıları, sendikaları varsa ve onlar baskın durumdaysa işi yürütmek için zaman zaman tavizler vermek durumunda bile kalırsınız.
Yok, eğer gücünüz sizi mutlak söz sahibi kılan krallığınıza, padişahlığınıza ya da benzeri başka bir şeye dayanıyorsa, kim tutar sizi. Astığım astık, kestiğim kestik olabilirsiniz. Hiç kimse karşınızda gıkını çıkaramaz.
Küçük grupları yönetiyorsanız işinizle ilgili ayrıntıları görme şansınız yüksektir. Aksaklıkları, eksiklikleri, fazlalıkları hemen görüp gerekeni yapabilirsiniz. Ama büyük kitleleri, yönetiyorsanız ve bu işi altınızda çeşitli düzeylerde bulunan başka yöneticiler aracılığıyla yürütüyorsanız her zaman bir şeyleri atlama, yanlış yapma, aksatma, bilmeden zorlama ya da zarar verme olasılığınız var demektir ve işiniz hiç de kolay değildir.
Ben, askerlik görevim esnasında bir sınır birliğinde takım komutanı olarak tayin edildiğimde, deneyimli bir tanıdığım sınırda görevin zor ve riskli olduğunu vurgulayarak “birlikten bir iki askeri duruma göre bana olup bitenler hakkında çaktırmadan bilgi getirmekle görevlendirmemi” öğütledi. Öyle yaparsam benden habersiz sınır ihlali ya da başka türlü suiistimal yapma eğilimdeki elemanlarımın niyetlerini, eylemlerini vaktinde öğrenebilecek ve ortaya çıkabilecek sorunlara anında müdahale edebilecektim.
Önerilen şeyi gittiğim yerde hemen uyguladım ve o yakınıma aldığım elemanların kendilerine gösterdiğim yakınlığı çıkarları için kullandıklarını gereksiz ve boş ihbarlar getirdiklerini fark edince de vazgeçtim. Kendi işimi, daha dikkatli bir şekilde kendim yürütmeyi tercih ettim.
Sonuçta sayıları otuzla elli arasında değişen bir birliği yönetmenin bile dışarıdan görüldüğü kolay olmadığını yaşayarak öğrendim.
Hiyerarşik yapı içinde yöneticinin de üzerinde ve daha yetkili birileri her zaman vardır.
O birileri her zaman olmasa da kendisinden kurallara, yasalara aykırı işleri yapmasını rica edebilirler. Hatta bu kural dışı talepler bazen emir dozunda da gelebilir. Böyle bir durumda adil olmaya çalışan yönetici çok ciddi sıkıntı içine girer. Adil olma gibi bir derdi olmayan yönetici ise üstü konumundaki kişiye iyilik yaptığını, böylece iyilik isteme hakkı elde ettiğini düşünür ve memnun olur.
İşin bu yanını bir vesile ile fark ettikten sonra ben de 1983 yılında oturup şöyle bir dörtlük yazmıştım.
Rütbe Makam
Ne vali olmak istiyorum,
Ne paşa,
Şairliğim, işsizliğim, yoksulluğum
Çok yaşa.
Bu dizelerle, toplumsal yaşamın devamı için zorunlu olan o zor ve önemli işlere talip olmadığımı anlatmaya çalışmıştım. Yöneticiliğin insanın sırtına yüklediği ağır sorumlulukları taşımak istemediğimi dile getirmiş, işsizlik ve yoksulluk bedellerine rağmen o rütbe ve makamlarda gözüm olmadığını o gün itibariyle kayıt altına almıştım.
Unvanlar, makamlar elbette insanlara çok şey kazandırırlar. Onları güçlü ve etkili kılarlar. Ancak işler yürütülürken bilerek ya da bilmeyerek, isteyerek ya da istemeyerek yapılan görevle ilgili yanlışlar da gözle görülür sonuçları olmasa da pek çok şeyi kaybettirirler. Ummadıkları ah ve bedduaların muhatabı haline getirirler.
Yönetici olmak zor bir iştir. Üstelik astları konumundakilerin bir kısmı sağlam, tutarlı ve tam değilse ve yönetim kademesinde bulunulan sistemin açıkları, yanlışları, tersine çalışan kuralları varsa gerçekten ağır sorumluluklar yükleyen bir iştir.
Yaşadığımız dünyada bilimin henüz uzanamadığı alanlarda kesilen faturaların da varlığına inanan biri olarak her düzeyde yöneticilerin kalabalık kitleleri yönetirken yüklendikleri sorumluluğun bilincinde olmalarını, varsa eğer sonradan farkına vardıkları eksikleri, yanlışları zamanında düzeltmelerini; ödeyemeyecekleri faturalarla yüz yüze gelmemelerini arzu ve ümit ederim.
Bu çalışmamda yönetici koltuğuna oturdukları halde hiçbir zaman gerçek yönetici olmaya çalışmayan ya da olamayan insanlardan söz etmedim. Onlar da ayrı birer âlemdirler. Sözde yönetici oldukları yerlerde günlerini gün eder, zor durumda kaldıklarında da iki ellerini yana açarak muhataplarına “mevzuat” ya da “prosedür” deyip işin içinden sıyrılmaya bakarlar. Mevzuatın ya da prosedürün neden olduğu haksızlıklarla, ciddi sorunlarla her gün muhatap olsalar bile o sorunların ortadan kalkması için emek vermezler. Yanlışları düzeltecek konumdaki daha üst durumdaki diğer yetkilileri bilgilendirmezler. İdareyi maslahatla işi götürmeye çalışırlar.
*
Kıymetli okurlarımın bir kısmının yukarıda yazılan şeyler için “anlamsız ve gereksiz” diyeceğini, diğer bir kısmının da tam aksine “kitabın ortasından” konuştuğumu düşünebileceğini biliyorum.
Bu iki görüşü de, tüm diğer görüşleri de alkışlıyor, yazıyı buraya kadar üşenmeden okuyan herkesi dostça selamlıyorum.
09 Mayıs 2012 Çarşamba
Anadolu Ajansı ve İHA tarafından yayınlanan yurt haberleri Mynet.com editörlerinin hiçbir müdahalesi olmadan, sözkonusu ajansların yayınladığı şekliyle mynet sayfalarında yer almaktadır. Yazım hatası, hatalı bilgi ve örtülü reklam yer alan haberlerin hukuki muhatabı, haberi servis eden ajanslardır. Haberle ilgili şikayetleriniz için bize ulaşabilirsiniz