Medeniyet kıyıdan gelir. Bir denize, bir göle, bir nehire, bir okyanusa kıyısı olan her bölge, medeniyete bir adım daha yakındır. Zaten bir şehre “güzel” diyebilmek için de onun suyla ne kadar temasta olduğunu göz önünde bulundururuz. Tıpkı daha küçük bir çocukken çizdiğimiz resimlerde dağların arasından uzanıp evlerin yanına kadar ulaşan nehirler gibi, bir şehrin güzelliği bizim için suyla olan ilişkisiyle iç içe.
Hollanda’daki Giethoorn kasabası, oldukça ender rastlanan bir yönüyle tanınıyor. Bu kasabada hiç araba veya otobüs görmüyorsunuz. Aslında şöyle; modern ulaşım araçlarından hiçbirisini görmüyorsunuz. Bu ikonik kasaba, “Hollanda’nın Venedik’i” olarak anılıyor. Öyle anılmasının nedeni de içinden kanallar geçmesi ve kasabada hiç yol olmaması. Ulaşım botlarla sağlanıyor. Alabildiğine sakin ve huzur dolu bu kasaba, kendi yaşam tarzını kendisi oluşturmuş.
Şöyle bir hayal edince Giethoorn kasabasında yaşamanın hayali içinizi ısıtıyor. Her gün eve botla gitmek kim bilir ne kadar keyifli olurdu?
Yeni bir yaşam alanı arayan güneyli göçmenler tarafından 1230’da kurulan kasaba, göçmenlerin gördüğü sayısız keçi boynuzundan almış ismini.
Kasabadaki evlerin çoğu bir adanın üzerine kurulmuş. Bu adalar 50 tahta köprüyle birbirine bağlanıyor.
Eskiden zenginler ahşap çatıları tercih etmezken, şimdi kasabada ahşap çatılara rağbet gösteriyorlar. Artık ahşap çatılar çok daha pahalı.
Giethoorn, 1960’larda ünlü Hollandalı yönetmen Bert Haanstra’nın Fanfare isimli filmiyle tanınmış.
Dünyanın Giethoorn gibi enfes yaşama alanlarına daha çok ihtiyacı var. Belki bu şekilde içimizdeki şu sinirden, stresten, yorgunluk ve gerginlikten uzaklaşırız.