DEP eski milletvekilleri Leyla Zana, Orhan Doğan, Hatip Dicle ve Selim Sadak'ın üçüncü kez yargılanarak örgüt üyeliğinden 7'şer yıl 6'şar ay hapis cezası aldıkları davada mahkeme gerekçeli kararını açıkladı. Kararda, mahkemenin eski milletvekilleri hakkında terör örgütü PKK üyesi olmak suçundan verilen cezanın doğru olduğuna vurgu yapılarak, "Hükümlüler fikirlerinden dolayı yargılandıklarını ve cezalandırıldıklarını savunmuşlarsa da bu savunmaları doğru değildir. Hiçbir öldürme ve yaralama olayına katılmayan, sadece PKK örgütünün merkez komitesinde yer alıp, örgütü sevk ve idare edenler fikir suçlusu mu sayılacaklardır? Hükümlüler PKK'nın kurmak istediği Kürt devletinin yöneticisi gibi hareket ederek emir ve talimat almak üzere Bekaa Vadisi'ndeki Abdullah Öcalan'ın kampına gitmişler, ondan aldıkları talimat doğrultusunda Türkiye'de faaliyet gösteren PKK örgüt mensuplarına ulaştırmışlardır" denildi.
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi 57 sayfadan oluşan gerekçeli kararında DEP eski milletvekillerinin eylemlerini yeniden değerlendirdi. Leyla Zana'nın silahlı çete niteliğindeki PKK örgütünün Bekaa'daki kampına giderek orada bizzat Abdullah Öcalan ile görüştüğü, askeri elbise giyerek bu kampta askeri eğitim gördüğü, Abdullah Öcalan'ın vermiş olduğu siyasi eğitim konuşmalarını bizzat dinlediği, kampta bulunan bayan militanlar ile kadın sorunlarına ilişkin konuşma yaptığı kaydedildi. Bu olgunun duruşmada tanık olarak dinlenen Ejder Paçal, Faysal Kurt ve Halit Aslan'ın yeminli beyanlarıyla Leyla Zana'nın değişik yollu ikrarlarından anlaşıldığına dikkat çekilen kararda, Zana'nın Bucak aşireti mensuplarının koruculuğu bırakarak bulundukları yörede PKK militanlarınca gerçekleştirilecek silahlı eylemleri engellememeleri için dört kez yoğun girişimde bulunduğu, bu görüşmelerin birinde "Siverek ve Hilvan'da PKK'nın faaliyet göstermesine karşı gelmeyin. Biz Bucak aşireti ve mensuplarına hiç zarar vermeyeceğiz.
Siverek ve Hilvan'da kamu kurum ve kuruluşları ile asker ve polis tesisleri bizim hedefimiz olacak. PKK'ya müsaade eden benim genel sekreterim Abdullah Öcalan senin hemşehrin, telefon numarasını vereyim Abdullah Öcalan ile görüş" dediği ifade edildi.
Zana'nın bu ikrarının tanık olarak dinlenen Sedat Edip Bucak'ın beyanıyla ses ve görüntü bandı ile sabit olduğu kaydedildi. Zana'nın, Metinan aşireti reisini iki kez ziyaret ederek, "Kürdistan'ı kuruyoruz, gel birleşelim. Sen de PKK örgütüne katıl" şeklinde baskı yaptığı belirtilen kararda tanık Mehmet Şerif Temelli'ye Zana'nın bu konudaki faaliyetleri etraflıca anlattığı, daha önce de Temelli'nin kardeşlerinin PKK örgütünün silahlı teröristleri tarafından öldürüldüğü, Temelli'nin ise yaralandığı ifade edildi. Temelli'nin buna rağmen PKK saflarına geçmeyince Zana'nın diğer DEP eski milletvekilleri Hatip Dicle ve Selim Sadak ile birlikte Temelli'yi ikna etmeye çalıştığı ancak bunu başaramadığı kaydedilen kararda, bu görüşmeyi tanık olarak dinleyen Abdullah Dursun'un beyanlarıyla bant çözüm tutanaklarının doğruladığı bildirildi. Zana'nın, 18 Ekim 1991 günü Cizre'de düzenlenen açık hava toplantısında, "Kürdistan milleti, Cizre halkı bugün Kürdistan illerindeyiz. Kürt halkı mahzun baskı altında, boynu bükük, özgürlüğe mahkum olmuştur. Ey Botan bölgesindeki kardeşler, Kürdistan topraklarının sahibiyiz. Kürt vardır. Özgürlüğünü ilan etmiştir" dediği kaydedilen kararda, topluluktan ise 'Yaşasın Apo', 'Yaşasın Zana' diye sloganlar atılması üzerine Zana'nın atılan sloganlar için 'Kürdistan halkının sloganları' dediği ifade edildi.
Zana'nın 20 Ekim 1991 tarihinde Silvan'da düzenlenen açık hava toplantısında ise, "Merhaba Kürt şehitleri. Merhaba Kürt kardeşlerim. Benim için değil vatan için alkış tutalım. Şu ana kadar biz ezildik. Onların elinde topu var. Irak'ta da kardeşlerimizi öldürüyorlar. Yarın aynı şeyi bizim için yapacaklar" dediği, ayrıca 13 Temmuz 1993 tarihinde Alman Sat Televizyonu'nda yayınlanan programda ise Türkiye'yi kastederek, "Kendimi yabancı bir ülkede hissediyorum. Pek çok milletvekili bana düşmana bakar gibi bakıyor. Burada daima halkımı katledecek ve yok edecek yeni kararlar alınıyor" şeklinde açıklama yaptığı belirtildi. Zana'nın 23 Aralık 1993 tarihinde PKK'nın Brüksel'de düzenlediği yürüyüşe katılıp terör örgütünü simgeleyen bez parçasına sarılı kürsüden konuşma yaptığı ve aynı gün PKK'nın Avrupa sorumluları olan kişilerle basın toplantısı düzenlediği ifade edilen kararda, Zana hakkında silahlı çete niteliğindeki PKK örgütünün üyesi olmak suçundan cezalandırılmasının 'doğru' olduğu kaydedildi.
"TBMM LOJMANLARI ÖRGÜT EVİ GİBİ KULLANILMIŞTIR" Kararda eski DEP milletvekillerinden Orhan Doğan'ın ise, milletvekili olduğu dönemde dokunulmazlığı nedeniyle evinin aranmayacağını düşünerek örgüt mensuplarını milletvekili lojmanlarında barındırdığı belirtildi. Doğan'ın Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin milletvekili lojmanlarını örgüt evi gibi kullandığı, örgüte katılan kişileri barındırdığı, tedavilerini yaptırdığına dikkat çekilen kararda, "Her ne kadar Orhan Doğan evine gelen kişilerin örgüt mensubu olduklarını bilmediğini savunmuş ise de mevcut deliller, hadisenin oluş şekli itibar alınarak Orhan Doğan'ın bu savunıtesisleri bizim hedefimiz olacak. masına itibar edilmemiştir" denildi. Doğan'ın 1991-1993 tarihinde çeşitli yerlerde düzenlenen miting ve toplantılarda yaptığı konuşmalara atıfta bulunan kararda, Doğan'ın Ankara'da düzenlenen bir panelde, "Ortada Kürt halkının ulusal mücadelesini verdiğini iddia eden bir örgüt var. Ve bu örgüt mücadelesini kendisine silahlı şiddeti amaç görmüş. Bu örgütün adını hepimiz biliyoruz PKK. PKK şimdi bir ordu.
Kimileri terör örgütü diyebilir" dediği kaydedildi. Kararda, Orhan Doğan'ın eylemlerinin yoğunluk arz ettiği, hakkında verilen yasadışı örgüt üyeliği suçunun unsurları oluştuğu ve mahkemenin bu konuda verdiği kararın doğru olduğu belirtildi.
Kararda, eski DEP Milletvekili Hatip Dicle'nin, Zana ile birlikte 19 Aralık 1991 tarihinde PKK'ya direnen Metinan aşiretinin reisi Mehmet Şerif Temelli'ye, "Biz Kürdistan'ı kuracağız. Düşmanlığı ortadan kaldıralım. Gel birleşelim, sen de PKK'ya katıl" diyerek ısrarlı baskıda bulunduğu ifade edildi. Dicle'nin 24 Ekim 1993 tarihinde DEP'in Manisa'da yapılan olağanüstü kongresinde yaptığı konuşmada, "PKK ile mücadele etmek adına hadi diyelim bütün PKK militanlarını yok ettiler. Manisa'daki Kürtler'e ne yapacaklar, Kürt müziğini kıskanıyorlar. Kültürümüze sahip çıkma yolunu engelliyorlar. Manisa'da ne yapacaklar. İşte doldurdunuz sokakları, meydanları sizi de mi hapsedecekler biryerlere" dediği kaydedildi. Dicle'nin 16 Eylül 1991 tarihinde ise Diyarbakır Yıldırım Kıraathanesi'nde yaptığı konuşmada, güvenlik görevlileriyle giriştikleri çatışmada ölen PKK militanları için saygı duruşu yaptırdıktan sonra, "Bugün kadınlarımız meydanlarda, bizimle dağlarda, ölürken de bizimledir. Dostlar bize yetki verirseniz özgürlük mücadelemizin bayrağını bu topraklarda yaşatacağız. Kürt halkı üzerinde baskı kuran, asker, özel timi bu topraklardan çıkaracağız. Dostlar, onlar bizim özgürlük mücadelemize tanklarıyla, toplarıyla, uçaklarıyla, askerleriyle her türlü baskıyı yapmaktadırlar. Biz eğer sizden yetki alırsak, onların bu kirli çarşaflarını, kirli savaşlarını dünyaya, uluslararası her yerde deşifre edeceğiz" dediği bildirildi. Kararda, Dicle'nin, Belçika'da yayınlanan La Libra Belgiuge isimli gazeteye verdiği demeçte ise, bağımsız bir Kürt devletinin idealleri olduğunu, Türkler'le aynı haklara sahip olduklarında ise federasyonun reddettiği, 1923'ten bu yana ulusal kurtuluş mücadelesi verdiklerini, Lozan Antlaşması'nın Kürdistan'ı böldüğü, bir Kürt Kürdistan'ın olmadığı şeklinde beyanda bulunduğu belirtildi. HEP'in 19 Eylül 1992 tarihinde yapılan 2. olağanüstü kongresinde atılan 'Yaşasın Kürdistan', 'Yaşasın PKK', 'Vur PKK Vur, Kürdistan'ı Kur', 'Yaşasın Apo', 'Biji Apo', 'Başkan Apo' sloganlar eşliğinde Dicle'nin, "Değerli kardeşlerim bu lisanlarımızla bize burada konuşmak her ne kadar yasak olsa da sesimizi buradan duyuracağız. Hepimizin elinden geldiği kadar ve bizden ne isterlerse Kürdistan halkı için canımızı feda edeceğiz. Bin yıllık var olan mazimizi hepimizin özgürlüğü için, Kürdistan'ın özgürlüğü için olsa bile bize karşı olanları topraklarımızdan atacağız" dediği kaydedildi.
Kararda, Dicle'nin 1994 yılı Şubat ayı içerisinde PKK militanlarının yerleştirdikleri saatli bombanın patlaması sonucu Tuzla Piyade Okulu övunıtesisleri bizim hedefimiz olacak. ğrencilerinin 5'inin ölümü, 20'den fazlasının da yaralanması üzerine kendisiyle görüşme yapan gazeteci Güneri Civaoğlu'na, "Savaşta askeri hedef teşkil ediyorlarsa masumların da öldürülmesi doğaldır. Üzerlerinde askeri üniforma vardı. Askeri üniforma olanlar hedef değil mi? Cenevre Anlaşması'na göre askeri hedefler vurulur" şeklinde demeç verdiği belirtildi. Dicle'nin 12 Aralık 1993 tarihinde yapılan DEP'in 1. olağan kongresinde yaptığı konuşmada ise, Kürt sorunun PKK'sız bir çözümünün düşünülmemesi gerektiğini söylediği kaydedilen kararda, Dicle hakkında mahkemenin verdiği örgüt üyeliği cezasının doğru bir karar olduğu bildirildi.
Kararda, DEP eski milletvekillerinden Selim Sadak'ın ise, Zana ile birlikte Metinan aşireti reisi Temelli'yi PKK'ya katılmaya zorladığı kaydedildi. Sadak'ın 3 Mayıs 1993 tarihinde Uludere ilçesi Şenoba köyünde köy halkına yaptığı konuşmada, "Geçici köy koruculuğundan vazgeçin. Silahlarınızı bırakın. Bu işin sonu yoktur. Burası Kürdistan toprağıdır. Faşist Türk Devletine ve sömürgeci düşüncelerine hizmet etmeyin. Yakında büyük bir savaşa başlayacağız. Sizler de geleceği düşünerek yanımızda yer alırsanız kurtulmuş olursunuz. Zaman henüz geçmedi. Biran önce kararınızı, Kürdistan ulusal kurtuluş savaşının yanında yer almak doğrultusunda vermeniz menfaatiniz icabıdır. Umudumuz odur ki kararınız kurtuluş savaşının saflarında yer almak yönünde olacaktır" dediği belirtildi.
Sadak'ın, 25 Kasım 1991 tarihinde haklarında yasal işlem yapılmak üzere PKK militanları olan kişileri Mardin Savcılığı'na getiren güvenlik kuvvetlerine, "Çekilin ulan işkenceciler, şerefsizler. Devir artık bizim devrimizdir. Kürt halkına yapılan baskıdan, zulümden hesap soracağım. Kürt'ü Türk'e ezdirmeyeceğim. Başta ben olmak üzere Kürt halkı bunun hesabını sizden soracaktır" dediği kaydedilen kararda, Sadak'ın 7 Haziran 1992 tarihinde İsviçre'de PKK tarafından düzenlenen bir gecede yaptığı konuşmada ise, Sosyal Demokrat Halkçı Parti'den eli kanlı hükümete ortak olması nedeniyle ayrıldığını, PKK'nın Kürdistan ve Kürt halkının bağımsızlığı için mücadele eden bir gerilla ordusu olduğunu, PKK'dan bu kanlı savaşı durdurmak için Türkiye Cumhuriyeti ile görüşmeler yapmasını istediklerini söylediği ifade edildi. Kararda, Sadak hakkında bu eylemlerinden dolayı verilen örgüt üyeliği kararının doğru olduğu belirtildi.
"DGM'YE HİÇBİR MAKAM, HİÇBİR MERCİ VE KİŞİLER EMİR VE TALİMAT VEREMEZ" Kararda, hükümlü eski milletvekillerinin yargılandıkları mahkeme için, siyasi iktidardan gelen emir ve talimatlar doğrultusunda hareket ettiği, fikirlerinden dolayı yargılandıkları ve ceza aldıkları yönünde iddialarda bulundukları kaydedilerek şu ifadelere yer verildi:
"Devlet Güvenlik Mahkemeleri Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 143'üncü maddesinde belirtilen devletin yargı kuvveti içinde yer alan tarafsız, bağımsız bir mahkemedir. Türk milleti adına karar verir. Hakimleri bağımsız olur, HSYK'ca atanır. Kararları ancak bir üst mahkeme olan Yargıtay'ca denetlenir. Açık bir deyim ile DGM kararına ancak Yüksek Yargıtay dokunabilir. DGM'ye hiçbir makam hiçbir merci ve kişiler emir ve talimat veremez. Hükümlüler fikirlerinıtesisleri bizim hedefimiz olacak. den dolayı yargılandıklarını ve cezalandırıldıklarını savunmuşlarsa da bu savunmaları doğru değildir. Hiçbir öldürme ve yaralama olayına katılmayan, sadece PKK örgütünün merkez komitesinde yer alıp, örgütü sevk ve idare edenler fikir suçlusu mu sayılacaklardır? Hükümlüler PKK'nın kurmak istediği Kürt devletinin yöneticisi gibi hareket ederek emir ve talimat almak üzere Beka Vadisi'ndeki Abdullah Öcalan'ın kampına gitmişler, ondan aldıkları talimat doğrultusunda Türkiye'de faaliyet gösteren PKK örgüt mensuplarına ulaştırmışlardır. Milletvekilliğinden ve yasama dokunulmazlığından istifade ederek TBMM Lojmanları'nı örgüt evi olarak kullanarak teröristleri evlerinde barındırmışlar, göz hastalıklarını tedavi ettirmişler, örgüte katılacak kişileri milletvekili lojmanlarında toplayarak onların örgüte katılmalarını sağlamışlardır. Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde oturan ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin yanında yer alan Kürt kökenli vatandaşlarımıza devletin yanından ayrılarak PKK saflarında yer almaları için tehdit ve baskı uygulamışlar. Yurt dışında yapılan toplantılarda, basın açıklamalarında, televizyon programlarında Türk güvenlik güçlerini küçük düşürerek 'Kürtler eziliyor, yurtlarından sürülüyor, Kürtler özgür değil. Özgür bir Kürt ulusunun kurulması gerekir' şeklinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti aleyhine propaganda yapmışlardır. Türk Parlamentosu'nda 'Yabancı dilim Türkçe' diyerek milletvekilliği yemin metninde Kürt kimliğinin açıklanmadığını belirterek, terör örgütünü simgeleyen bez parçasını simgeleyen renklerde elbiseler giyerek PKK'nın kurmak istediği Kürt devletinin varlığını kanıtlamaya çalışarak, fikirlerini PKK'nın silahı gibi kullanmışlardır. Hükümlüler organize olarak örgüt disiplini içinde hareket etmişlerdir. Eylemleri yoğunluk ve süreklilik arz etmektedir. Sabit olan eylemlere TCK'nın 168/2 maddesinde belirtilen yasa dışı silahlı PKK terör örgütünün sair efradı olma suçunu oluşturmuş."
Kararda, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'ne atıfta bulunarak hükümlü milletvekillerinin konuşmalarının, beyanatları, yayınladıkları bildirgeler ile terör örgütünün amacıyla özdeşleştiği, bunun da uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu belirtildi. Kararda, suça konu kasetlerin bulunamadığı ancak sanıkların eylemlerinin teyp ve video kasetleri yanında, tanık anlatımları, basın bildirilerine ilişkin gazete küpürleri, büyükelçiliklere verdikleri deklarasyon ile yazılı belge gibi delillerle sübut bulunduğu ve sanıkların yasadışı silahlı PKK terör örgütüne üye olduklarının kabulü gerektiği, mevcut deliller karşısında mahkemenin daha önce kurulan cezalandırılmalarına ilişkin hükmü yerinde olduğu sonucuna varıldığı bildirildi. Yeniden yargılanma aşamasında yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK'nın atılı suç yönünden lehe hükümler içerdiği belirtilen kararda, TCK'nın 314/2 .maddesinin yasadışı silahlı terör örgütüne üye olan kişilerin 5 yıldan 10 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması gerektiğinin hüküm altına alındığı, ayrıca 3713 sayılı TEM Yasası'nın halen yürürlükte olması nedeniyle sanıklar hakkında anılan yıtesisleri bizim hedefimiz olacak. asa gereğince hüküm kurulması gerektiği belirtildi. Bu kapsamda hükümlüler hakkında örgüt üyeliği ve TEM Yasası uyarınca 7 yıl 6'şar ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına karar verildiği kaydedildi.
İHA